Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '15

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Sagalassos ve Luwiler

Sagalassos ve Luwiler
 

Sagalassos’a ilk defa Isparta’dan güneşli bir nisan sabahında başlayan, daha sonra yağışa, kara dönüşen, zorlu yürüyüşün ardından gitmiştim. Sagalassos’u yamacında saklayan Akdağ sis örtüsü  ile kaplı idi. Yüzyıllardan beri kullanılan eski patika yol düzergahı yeni bir mevsime uyanıyordu. Başlangıçta çevremiz yemyeşil bitki örtüsü altında çiçeklerle bezenmiş dallar arasında bizlere yol veriyordu. Yol kenarlarında Roma’nın yol işaret sütunları bizlere yol gösteriyordu. Akdağ’a yaklaştığımızda ansızın bastıran kar tipiye dönüyordu. Kar yolları kaplarken yürüşümüzüde zorlaştırıyordu. Erken açan bahar çiçekleri karların altında kayboluyordu.

Grubumuz yüzyıllardan beri nice atlıların, kervanların geçtiği Sagalassos’a uzanan bu eski dağ yolunda ağır ağır ilerliyordu. Kuzeyden kar altında ulaştığımız Akdağ’ın diğer yamacında bizleri sislerle kaplı bir tarihi şehir bekliyordu. Parça parça olmuş kayalarla kaplı uçurumu andıran yamaçtan zorlu bir inişin sonunda Sagalassos yoğun sis örtüsünü bir gelinlik gibi giymişçesine bizi karşılıyordu. Şehrin ayakta kalan bölümleri ve yollar sisin arasından zorlukla görünüyordu.  Bugüne kadar gördüğüm tarihi mekânlardan çok farklı idi. Dağların arasına saklanmış, erozyondan etkilenen dağdan düşen ve bin parçaya bölünmüş kayaların arasında kalmıştı. Yürüyüşcüler için kaybolmaya yüz tutmuş patika yollardan ulaşılan yükseklerde kurulmuş çevreye hâkim birçok bilinmeyeni içinde barındıran gizemli bir şehirdi burası.

Sagalassos hakkında daha çok bilgi almak için sınırlı sayıdaki yazı ve araştırmaları karıştırdıkça ilginç bilgilere ulaşmıştım. Böylesi büyük bir şehrin bu dağ yamacında kurulmasına birde bölgenin en büyük şehri haline gelmesine şaşırmıştım. Yükseklere saklanan ve bugüne kadar kendini koruyan şehrin insanlarını öğrendikçe daha da şaşırdım. Çünkü bu insanlar o çağa göre farklı ırktan idiler ve farklı dil konuşuyorlardı. Çoğumuza göre sapasayılabilecek bir dağ yamacında dünyanın zengin ve tanınmış şehir yaratmışlardı.

Geçtiğimiz günlerde Sagalassos’a bu defa arabayla ile Isparta’dan Antalya’ya giden yoldan Ağlasun’a ayrılan,  Ormanın arasında kalan kıvrım kıvrım dağ yollundan gittik. Nüfusu 4000 kişi olan Ağlasun’un içinden geçip Sagalassos’a ulaştık. Akdağ’ın yamacına yayılmış şehir yazdan kalma güneşli bir günde bizi karşılamıştı. Bu defa sis kalkmış koca şehir sessizliği delen kuş sesleri içinde yüzyıllara dayanan heybeti ile karşımızda duruyordu. Onca doğa olaylarına, savaşlara ve insanların yağmalarına karşı direnmişti. Yapılan kazıların ardından şehir yeniden doğuyordu. Şehrin çeşmeleri tertemiz ve buz gibi yüz yılardan beri akıyordu.

Şehir neden bu sarp dağ yamacına kurulmuş diye sorduğunuzda size verilen cevapta bunun en önemli nedeninin güvenlik kaygısı ve suyun bolluğu olduğu belirtiliyor. Diğer taraftan antik çağlarda çevredeki vadilerin ormanlarla kaplı, doğal örtü ve yaban hayatı bakımında zengin olduğu aşağıdaki ovada buğundan daha verimli tarım yapıldığı açıklanmaktadır. Şehrin ekonomisi tarıma dayalıydı. Özellikle Roma İmparatorluk döneminde önemli tarım ürünleri tahıl, zeytin ve zeytinyağıdır. Hatta bölgeden Mısır'a bina ve gemi yapımında kullanılmak üzere göknar ağacı ihraç edildiği ileri sürülmektedir.

Bugün bile örneği olmayan karşılıklı bir ticaret ve kültür alışverişi vardı. Kentin hamamında yapılan kazılarda Mısır’dan gelen kabartmalar bulunmuştur. Kazılarda ilk kez bulunan bir balık kemiğinde yapılan DNA analizleri sonucu Nil’de yaşayan türlerden olduğu, yedi yüz yıl boyunca Mısır’dan Sagalassos’a dört çeşit kurutulmuş balık getirildiği anlaşılmıştır. Ayrıca Augustus döneminden başlayarak (MÖ 25 – MS 14), kentte endüstriyel ölçekte kırmızı astarlı seramik kap-kacak üretilmiş, en önemli geçim kaynağı olmuştur. Üretilen ürünler Batı Anadolu ve Doğu Akdeniz'deki şehirlere ihraç edildiği yazılmaktadır.  Diğer taraftan yörenin yüksek kaliteli seramik kap-kacak ve tuğla yapmaya uygun kil, kaliteli yapı taşı ve metal eşya üretmek için maden yataklarına sahip olduğu ifade edilmektedir.

Kazı sonuçları şehrin sadece herşeyden izole bir dağ yerleşimi olmadığı sanatsal yapılar yanında kültürel etkinliklerde bölgenin en faal şehri olduğunu göstermektedir. Hatta şehrin Roma İmparatorluk Dönemi'nde, Anadolu'nun yol ağına ve Ege ve Akdeniz limanlarına bağlandığı bulgularla ispatlanmaktadır. Şehir Psidia ve Göller Bölgesi’nin nüfusu 3500-5000’e ulaşan en önemli Roma kentiydi. Çevresindeki tarım alanlarında çiftliklerde yaşayanlarla nüfusunun 15 bini bulduğu öne sürülmektedir.

Şehrin kalıntılarının 1706'da, Fransa Kralı XIV. Louis'in talebi üzerine Osmanlı İmparatorluğu'nu dolaşan Paul Lucas tarafından bulunduğu, adınında Sagalassos olduğu İngiliz rahip F.V.J.Arundell 1824 yılında bir yazıtın çevirisini yapması ile ortaya çıktığı anlatılmaktadır. Tabii şehri gün yüzüne çıkarılmasında da en büyük pay Belçika Leuven Üniversitesinden 20 yıldan fazla bu kazıları yürüten ve adeta hayatını bu şehrin kazılarına adayan Prof. Marc Waelkens ve onun geniş, çok uluslu ve çoğunluğu Türk olan ekibidir.

Birçok gizemi ve bilinmeyeni içinde barındıran şehirde kazılar halen devam etmektedir. Kazılardan bugüne kadar elde edilen bulgular ışığında yapılan araştırmalar ile birçok bilgi gün ışığına çıkmıştır. Ağlasun Ovası da orta kalkolitik dönemden beri tarım üretiminin yapıldığı bölgelerden biri olduğu ortaya koyulmuştur. Bugün sadece 900 metre yükseklikte yetişen zeytinin, o dönemde 1400 metre yüksekliğe kadar üretiminin yapıldığı, buğday, mısır, zeytinyağının da önemli birer ihraç ürünü olduğu görülmüştür.

Bulgulara ve araştırmalara göre Sagalassosluların Anadolu’nun en eski kavimlerinden olan Luwi’lerin bir uzantısı olduğu, Hititler’le birlikte Trans Kafkasya’dan Anadolu’ya geldikleri, Hititliler’le akrabalar oldukları belirtilmektedir. Ancak geçmişte Hititlerle birlikte yaşayan Luwilerin Anadolu’ya geldikten sonra iki ayrı grup oluşturdukları Batı ve Güney Anadolu’da Luwi’ler, Orta Anadolu’da Hititler ise yaşadıkları, Luwi’ler sadece güneyde kaldıkları anlaşılmıştır.

Pers ordusunda paralı asker olarak çalışan Sagalassos’lular tarihte çok iyi asker olarak tanındığı, şehrin güneyinde bulunan ve adına ‘İskender Tepesi’ denilen bölgede çok kanlı bir savaş yaşandığı, ancak Büyük İskender’e karşı olan savaşı kaybedildiği öğrenilmiştir. Sagalassoslular tarih boyunca değişik kültürlerin etkisi altında kalmışlardır.Büyük İskender’den sonra şehirde eski Yunanca ve Rumca konuşulsa da Sagalassoslu’ların hiçbir zaman kendilerini Yunanlı kabul etmediği görülmüştür.

Sagalassos için en önemli dönemin Roma egemenliğine girdikten sonra başladığını söylenmektedir. Sagalassoslu’lar diğer Psidialı’lardan çok farklıydılar. Roma’da bir yenilik, yeni bir teknik gelişme olduğunda önce Sagalassos’da uygulanıyordu. Sagalassoslu’ların çok akıllı insanlardı. Roma döneminde bölgede 300 yıl savaşmadan, barış içinde yaşadılar. Şehirde önemli ikinci değişiklik Roma’nın ikinci önemli imparatoru olan Hadrianus’la başlamıştır. Sagalassos imparatorluk kültü için seçilen yeni merkez kabul edildi. Her yıl bütün Psidia kentlerinden insanlar imparatorluk festivali ve oyunların yapıldığı sosyal, kültürel ve ekonomik merkez haline dönüştü. Hadrianus Sagalassos’u Psidia’nın en önemli kenti olarak onurlandırmış, sikke ve yazıtların yanında çıkartılan kanunla şehrin önemi kayıtlara geçirmişti.

Her yönü ile zenginleşen Sagalassos sürekli dışarıdan gelen misafirleri ağırlamış ve bu kalabalığın daha da artacağı beklentisiyle kentin yapıları yüksek kapasiteli inşa edilmişti. Şehrin yukarı kısmında 9 bin kişilik tiyatro inşa edilmiş. Hamam her yıl daha da büyümüştü. Odeon çok büyük ve kapalı bir tiyatro olarak kullanılmış. Zengin aileler imparatora ithaf edilen çok sayıda büyük yapı inşa ettirmişti. Halk içinde görkemli 4 anıtsal çeşme yaptırılmıştı. Şehirde bulunan tarihi eserler arasında göze çarpanlar dev ve benzeri olmayan heykeller vardı. Bunlardan biri büyük hamamda bulunan Hadrianus dönemine ait imparator kültü için yapılmış 5 metre yüksekliğindeki heykeldi.  Ayrıca şehirde 15 metre yüksekliği olan bir heron (kahraman) anıtı ve çatısına kadar ayakta kalabilmiş bir meclis binası bulunmaktaydı. Sütunları 13,5 metreyi bulan Antoninlerçeşmesinin İmparator Claudius’a ithaf edilen bir giriş kapısıyla takı vardı.

Sagalassos M.S II. yüzyılın sonuna kadar çok zengin bir kent olarak ayakta kalmış, sonraki yıllarda hiristiyanlık döneminde kullanılmayan tapınaklar Hıristiyanlar tarafından kiliseye dönüştürülmüştür. MS 541-542'den başlayan dönemde salgın hastalıklardan ve özellikle vebadan şehri nüfusunun büyük bölümünün ölmüş, MS 610’da Gölcük’teki volkan patlaması ve depremlerin etkisi şehrin yıkılmıştır. Kalanlar çevresi duvarlarla çevrili küçük ve dağınık yerleşimler halinde kent civarında yaşamayı sürdürmüşlerdir. Son yerleşim yeri olarak İskender Tepesi kalmıştır. Savaşlar sonucu şehri terkederek Ağlasun’a inmişler, şehir bitmiş ve tarih sahnesinden silinmiş, ama birçok bilinmeyeni de arkasında götürmüştür. MS 13. yüzyılda da bu topraklar Selçuklu Türklerinin hâkimiyetine girmiştir.

Yüzyıllar önce terkedilen, zamana meydan okuyarak günümüze kadar ulaşan şehir kazılardan elde edilen yeni bilgiler ışığında yeniden doğuyor. Sagalassos geçmişten bugüne kadar canlılığını koruyan anıt çeşmelerin sanatsal güzelliği içinde büyülü atmosferi ile her mevsim ziyaretçilerini etkiliyor. Gelenler kayalara kazılmış ilginç mezarları ve yazıları olan Hititlerin akrabası bir anda kaybolan Luwileri merak ediyor. Sagalassos gizemini koruyor. Sagalassos şehri Ağlasun ovasına bakan ve tüm çevreye hakim tepelerinden  hala keşfedilmeyi bekliyor.

 

 
Toplam blog
: 416
: 790
Kayıt tarihi
: 19.02.10
 
 

Tarım, Gıda, Ormancılık, Çevre, Örgütlenme ve Proje konularında çalışmalarda bulunmaktayım. Öncel..