Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Sağanağa tutulmuş bir aşkın izdüşümü

Sağanağa tutulmuş bir aşkın izdüşümü
 

Dar zamanların, bilinmeyen coğrafyaların bir yerinde tanıdı seni… Böğürtlen toplayan çocukların o yarım sevinci vardı gözlerinde, eksik bıraktıklarını hissettiren bakışlarını gördü, kör değildi. Bilmediğin yerlerin, gidemediğin yolların, yarım kalmış aşkların o iç burkan acıları taşıyordu gözlerinden.

Yağmurlu bir sağanak gecesiydi ilk buluşmanız, yağmura tutulmuş saçlarınızdan damlayan yağmur damlaları gözlerinize, oradan burnunuza akıyor, dudaklarınızı ıslattıktan sonra çenenizden yere düşüyordu, içinizdeki acıları da siliyordu, kim bilir farkında değildiniz belki o zamanlar. O gece en çok İsadora Duncan-Sergey Yesenin’in aşklarından söz ettin. İklimsiz bir aşkın, zamansız savrulmaların insanı nasıl peygamberleştirdiğini anlattın hep.

Sonra, istediğin her zaman görüştünüz. Bilinmeyen, konuşulmayan, kıyıda köşede kalmış ayrıntılara girdiniz hep. Farkında olmadan ayrıntılarda aslında bütünün içine aktığınızı fark ettiniz. Yesenin’le Bolşevik devrimini, Lorca ile İspanya iç savaşını, Memu-Zin’le Cizre’yi, Kürt tarihini, Sudaki Bıçak filmi ile Polonya’yı ve Avrupa Sinemasını konuşurdunuz çoğu kez. Bir şeyler anlatmanın, yıllardır suskunluğunun verdiği isyanla durmadan konuşmanın yarattığı o haz, sözcüklerinin arasında seni hep ele veriyordu.

Gitme isteği, yeni yerlere iz sürme, yeni yollara kendini vurma düşüncesi, içini kemiriyordu. Anlamıştı kalıcı olmadığını. Yerleşik bir yürek yoktu içinde. Çingene hüznüydü seni ötelere sürükleyen. Bir gün gidecektin hiç haberi olmadan, belki veda bile etmeyecektin. Bunun için kurtulmak istiyordu senden, eksikliğine alışmak korkutuyordu onu. Ve böyle giderse ona, senin eksikliğini büyütmek dışında bir şey kalmayacaktı.

Uzun geceler sürdü, konuşmalarınız, sevişmeleriniz… Yüzünün yarısı onunlaydı, diğer yarısı sahipsiz, gideceğin yerlere dönüktü. Küçük bir radyonuz vardı anımsarsın, yabancı bir istasyona ayarlı eski Fransız Şansonları çalardı hep. İçinden bir şarkıyı seçmiştiniz, sözlerini bilmeseniz bile, kederli bir şeyler sızıyordu şarkıyı söyleyen kadının sesinden. Ve keder size ne kadar çok yakışıyordu.

Yine böyle bir gecenin şafağında, seni uyandırmadan sessizce kalkıp elbiselerini giydi. Dışarıda, ilk buluşmanızdaki gibi yağmur yağıyordu. Bu sefer tek başına sağanağa tutulacaktı. Eksikliğini büyütmek değil, seni unutmak için gidiyordu… Gitmeden, senin hala sakladığını yıllar sonra ona telefon ederken söylediğin şu notu bırakmıştı başucuna:

“Rüzgârın savurdukların geriye ne kaldı, kanayan şiirlerden başka…”

 
Toplam blog
: 67
: 1679
Kayıt tarihi
: 11.08.07
 
 

Adıyaman'da doğdu. ilk ve ortaöğrenimimi yatılı bölge okullarında okudu. İzmir 9 Eylül İktisat Fa..