Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mart '07

 
Kategori
Anılar
 

Şah'ı nasıl mat ettim

Şah'ı nasıl mat ettim
 

Sene 1956... Sıcak mı sıcak bir ağustos sabahını yaşıyoruz İzmir'de. On, on beş resmi arabadan oluşan konvoy, her iki yanı okaliptus ağaçlarıyla kaplı İnciraltı yolunu geride bırakıp Balçova'daki Agamemnon Ilıcalarına yaklaşıyor. Resmi olduğu her halinden anlaşılan konvoyun önünde bir Harley motorsikleti var, konvoya eskortluk yapıyor. Harley'in sü-rücüsü, İzmir Emniyeti'nden 4813 yaka numaralı polis memuru Avni Culduz. Yani bu satırların yazarının babası.

Bu hikaye o kadar çok anlatıldı ki, o sıralar henüz üç aylık olmama rağmen ben bile hatırlıyorum.

Ardı ardına doğan ablalarımdan sonra rahmetli anamı bir düşüncedir almış."Ben ki Ebe Okulu'nu birincilikle bitirmişim, nasıl olur da bir erkek evladına sahip olamam" diye dertlenir, rahmetli babam da, "Yapma hanım, vermeyen Allah vermiyor işte" diyerek anamı teselli etmeye çalışırmış.

Benim inatçı anam işin peşini bırakmamış tabii. Nereden duymuşsa duymuş, evimizin çok yakınında bulunan bu Agamemnon Ilıcalarına gelerek , üç ay boyunca banyolar almış. Tevatür, deyip geçebilirsiniz ama sonunda muradına da ermiş. 1956 senesinin 21 mayısında beni, yani bu satırların naçiz yazarını dünyaya getirmiş.

Yer yerinde oynamış tabii. Ablalarımın pabuçları anında dama atılmış. Evdeki en güzel köşe bana tahsis edilmiş. Anam, "Dokunmayın Ümit'ime" der, başka da bir şey demezmiş. Bir ihtimam, bir ihtimam ki sormayın gitsin. Yangında ilk kurtarılacak önemli evrak dolabı konumundaymışım sizin anlayacağinız.

Bu mucize çarçabuk duyulmuş tabii. Babam amirlerine, amirleri de en üst makamlara kadar duyurmuşlar bu mutlu olayı. Hatta Arap ülkelerinden Acem diyarına, Çin'e ve Maçin'e kadar duyulmuş. Erkek evlat hasreti çeken anaların ziyaretgahı olmuş Agamemnon Ilıcaları.

Her neyse efendim, babamın başını çektiği kafile ılıcalara gelince, yol kenarında bekleşen İzmirliler'de heyecan son haddine varmış. Ben, yani mucize çocuk anamın kucağındaymışım. Ne kadar sağlıklı ve gürbüz olduğumu cümle aleme göstermek isteyen anam, beni kundağa bile sarmamış. Üryan bir şekilde sağa sola agucuklar gönderiyormu-şum.

Kafilenin en önündeki arabadan(İzmir Valisi'nin makam arabası) önce İran Şahı Rıza Pehlevi, ardından da güzeller güzeli Kraliçe Süreyya inmiş. Başta hükümet yetkileri, vali, belediye başkanı ve tüm mülki erkan olmak üzere, İz-mir'in kalbur üstü şahsiyetleri oradaymış. Ortalık gazeteci kaynıyormuş...

"Süreyya Şah'a bir erkek evlat verebilecek mi?.. Neden vermiyor?.. Şah mı kısır yoksa Süreyya'mı?... Böyle giderse Şah, Süreyya'yı boşar mı?...Yok boşamaz da üstüne kuma mı getirir?"

İşte zamanın gazetelerinin gündemini oluşturan en önemli mesele buymuş(Bk.zamanın gazetelerine).

Mahzun gözlü kraliçe arabadan iner inmez anamın boynuna sarılmış tabii. Anamın kulağına , "Ocağına düştüm Ya Necibe Hatun, göster şu işin inceliğini" diye fısıldamış. Anam da kusursuz Fransızcasıyla, "Kraliçe olmak kolay ama erkek anası olmak sabır ister" diyerek beni Süreyya'nın kucağına vermiş.

Ben, güzeller güzeli Süreyya'nın kucağına yerleşince mayışmışım hemen. İster heyecandan deyin, ister Süreyya'nın güzelliğine verin, isterse sevgi ve saygılarımı sunmanın bir nişanesi olarak kabul edin; tüm protokol kurallarını çiğ-neyerek Süreyya'nın üstünü başını bir güzel ıslatmışım(Skandal olarak nitelendirildiğinden bu olaydan bahsetmez zamanın gazeteleri).

Dedim ya, anamın Fransızcası zehir gibi. Hemen "Pardon Kraliçem" deyip kurtarmış vaziyeti. Süreyya' da "Olsun canım, çocuk işte" diyerek geçiştirmiş olayı.

Benim akıllı anam sakınımlı davranarak, Şah Rıza Pehlevi'nin kucağına vermemiş beni.Onun da üzerini ıslatarak yeni bir skandala sebep olacağımdan değil, Pehlevi'nin göğsünü süsleyen sivri uçlu madalyaların bir tarafıma batmasından çekindiği için tedbirli davranmış. Koskoca Şah'da bu şereften mahrum kalmış. O da ne yapsın, yanağımdan kesme almakla yetinmiş.

Uzatmayalım efendim, al tekke ver küllah topluca ılıcalara girilmiş. Süreyya ılıcaları görünce burun kıvırmış hemen. Heradot'tan bu yana pek el değdirilmediği için bakımsızmış biraz ılıcalar. Şimdiki gibi modern tesisler yokmuş. Miken Kralı Agamemnon'un adını taşıyan bu ılıcalar bir tek benim dünyaya teşrif etmemi sağlamış, bir de sıcak su kaynaklarından dolayı Yörük kadınlarının çamaşır yıkama yeri olmış. Anamın tüm ısrarlarına karşın, sadece elini suya sokmakla yetinmiş Süreyya.

Sonraki gelişmeler herkesin bildiği gibi. Anamın dediklerini kulak arkası eden Kraliçe Süreyya, Şah'a bir velihad veremedi ve tacı tahtı elinden alınarak taa Avrupalar'a sürgüne gönderildi. Şah bu, o na kız mı yok? Buldu hemen Farah Diba'yı ve evlendi. Diba 'da ona nur topu gibi evlatlar verdi.

Yaa, böyle işte." Paşa dedem saraylarda şeedermiş...Büyük ninem kupa arabalarından inmezmiş." diye vırvır öten asalet budalalarından değiliz elbette. Bizdeki asalet doğuştan. Bu satırların yazarı kraliçelerin kucağından inmezdi. İnmediği gibi, sevgi ve saygılarını sunmada bir kusur da etmezdi.

Şimdi kimi Blokçular çıkıp, " Bak kendi doğduğu yerin reklamını yapıyor, kendine pay çıkarmaya çalışıyor" diyebilirler ama yanılırlar. Balçova'daki Termal tesisleri şöyleymiş de...Tekerlekli sandalye ile gelen koşarak gidiyormuş da...Sizin anlayacağınız bir sürü laklak!

Kimse bu mucizelerin kökenini araştırma zahmetine katlanmıyor, tarihi gerçekler göz ardı ediliyor. Ama sanmayın ki şikayetçiyim. Ben ne yaptıysam devletim, milletim ve güzel ülkem için yaptım. İzmir Balçova'daki tesislerin girişine heykelimi dikseler yeridir. Ama nerdee? Bırakın heykel dikmeyi, "Ümit Bey buyrun, sizi tesislerimizde bir ay ağırlayalım" diyen bile çıkmadı bu güne kadar.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..