Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '07

 
Kategori
Tiyatro
 

Sahne tozunu nasıl yuttuğumun hikayesidir

Sahne tozunu nasıl yuttuğumun hikayesidir
 

Tiyatoyla haşır neşir olanlarla, muhtelif dizilerin yıldızlarıyla ne zaman konuşulsa hepsi aşağı yukarı aynı şeyi söyler. Çocukken taklitler yapardım da, işte mahallenin neşesiydim de falan filan. Benim hiç böyle çocuk şovmen olmuşluğum, milleti kırmış geçirmişliğim yoktur. Gelin görün ki uzun bir tiyatro maceram vardır.

Pısırık, içine kapalı acayip bir çocuktum ben. Dışarı çıktığımda ne yapacağımı, diğer çocuklarla nasıl oynayacağımı bilemezdim. Yine de el becerilerim beni kabilenin büyücüsü konumuna taşımıştı mahallede. Ağaçtan sapan, ok yay yapmakta üstüme yoktu. Bütün oyunlar oynanıp herkes sıkılmaya başladığında uyduracak yeni bir oyunum olurdu hep. Hiç bir şey bulamasam yan mahallenin çocuklarına savaş açmak için bahane bulurdum. Cephane ve taktik benden, savaşmak diğer çocuklardan.

İlkokula başladığımda yıl sonu müsamerelerine katıldım herkes gibi. Yıldızımın uzun süre parlamadığını itiraf etmeliyim. Üçüncü sınıfta öğretmen müsamere rollerini dağıttı. Bana da çok uzun olduğu için kimsenin ezberlemek istemediği bir monolog düştü. Bir çırpıda ezberledim o upuzun şeyi. Lakin öğretmen ne zaman prova yaptırmak istese kitlenip kaldım. Elini böyle yap dedi, yapmadım. Böyle konuş dedi, konuşmadım. Öğretmeni de çıldırttım kendimi de. Müsamere günü gelip çattığında yapacak birşey kalmamıştı. Bana sıra geldi, sahneye çıktım. Sağıma soluma baktım, hiç bir şey görünmüyor, ışık gözümün içinde. Başladım ezberlediğim uzun monoloğu sakin sakin anlatmaya. Ezberden okumaya demiyorum dikkatinizi çekerim. Anlattım... Çünkü büyük bir kısmını unuttum sahneye çıkınca. Sahnede baştan yazdım hepsini desem yeridir. Sonuç?? Akış kıyamet. Herkes bayıldı. Benden birşey olmayacağına karar vermiş olan öğretmenim hayretler içinde tebrikleri kabul etti. Benim sahne maceram ise bu zaferden sonra uzun bir ara verdi.

Veee bir gün Yedi Kocalı Hürmüz'ü seyrettim. Doğrusu nasıl ve nerde seyrettim pek de emin değilim. Bursa Devlet Tiyatrosunda mı, televizyonda mı hatırlamıyorum. Ama ağzım açık bakakaldığımı çok net hatırlıyorum. Evet dedim kendi kendime. Ben Hürmüz'ü oynamak istiyorum. Tül şalvar giyip kıvırmak, şarkı söylemek isityorum. O sahnede Ayten Gökçer'in yerine ben olmak istiyorum. İşte tiyatro sevdasının yüreğime düşüş sebebidir bu. Hürmüz'ü oynamak. Pek de asil bir sebep değildi. Ama çok güçlü bir motivasyondu emin olun.

Böylece düştüm sahne denen o ışıltılı rüyanın ortasına. Ve fakat Hürmüz'ü oynamak hiç kısmet olmadı ne hikmetse. Nerde cadı, büyücü, böyle acayip doğa üstü varlık hep onları oynadım. Tiyatroda bir deyim vardır, sağdan üçüncü muzu oynamak diye. Anlayacağınız durum hep o durum. Kostüm dekor yaptım. Reji, dramaturji yaptım. Fakat yardımcı kadın oyuncu koltuğuna oturmuş bulundum bir kere, kalkamadım. Kara bahtım kör talihim. Ama kim şarkılı danslı bir oyun sahnelese beni çağırdı hemen. Zevkle dans ettim, şarkı söyledim. Sokak tiyatrosu yaptım. Benim içinde bulunduğum gruplar bulvar komedilerini küçümserdi. Bense hep hayalini kurardım. Sokak Kızı İrma'yı oynasak da İrma rolü bana düşse diye. Kısmet mi desem, bu yolu ben mi seçtim desem bilemiyorum. İşte ahvalim budur. HEr çeşit kostüm giydim de bir tül şalvar giyemedim ona yanarım.

Hamiş: Dün dünya tiyatro günüydü. Dünkü bloglara baktım, sadece üç kişi hatırlamış... Buna da şükür

 
Toplam blog
: 79
: 1562
Kayıt tarihi
: 24.07.06
 
 

1972 yılıydı. Doğdum. Evde hep kitap okuyan iki kişi vardı. Büyüdüm, okullar okudum. Birşey öğrenmed..