Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ocak '11

 
Kategori
İnançlar
 

Said Nursi'nin çıkmazları (2)

Said Nursi'nin çıkmazları (2)
 

Said Nursi


Said Nursi’nin, Hz.Muhammed’in mucizelerini anlattığı risalesi şöyle başlar: 

“Bu risale üç yüzden fazla mu’cizatı beyan eder. Risalet-i Ahmediye’nin (A.S.M.) mu’cizesini beyan ettiği gibi, kendisi de o mu’cizenin bir kerametidir. 

Üç-dört nev’i ile harika olmuştur: Birincisi: (…)yüz sahifeden fazla olduğu halde, kitablara müracaat edilmeden, ezber olarak, dağ, bağ köşelerinde, üç-dört gün zarfında her gün iki-üç saat çalışmak şartıyla macmuu oniki saatte te’lif edilmesi, harika bir vakıadır.(…) Üçüncüsü(…)Lafz-ı Resul-i Ekrem (Aleyhissatı Vesselam) kelimesi bütün risalede ve Lafz-ı Kur’an beşinci parçasında öyle bir tarzda tevafuk etmeleri göründü ki, zerre mikdar insafı olan tesadüfe vermez. Kim görmüşse kat’i hükmediyor ki; bu bir sırr-ı gaybidir, mu’cize-i Ahmediye’nin (A.S.M.) bir kerametidir.” 

Sonra Hz.Muhammed’in mucizelerini anlatır, bine yakın olduğunu söyler. Bunlardan bazıları: 

Sa’ denilen dört avuç taamdan yetmiş adam yemiş tok olmuşlar.(…)kırba denilen deriden bir kap sudan abdest aldı. Sonra elini içine soktu. Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor. Bin beş yüz kişi içip, kaplarını o kırbadan doldurdular. Salim İbn-i Ebi-l Ca’de, Cabir’den sormuş:’Kaç kişi idiniz?’ Cabir demiş ki:’Yüz bin kişi de olsaydı, yine kafi gelirdi. Fakat biz, onbeş yüz (yani binbeşyüz) kişi idik” 

“Kaza-i hacet için bir yer aradı.Settareli bir yer yoktu. Sonra gitti, iki ağaç yanına. Bir ağacın dalını tuttu, çekti. Ağaç itaat ederek beraber gitti, öteki ağacın yanına getirdi. Muti devenin yularını tutup çekildikte geldiği gibi, o iki ağacı yanına getirdi. Sonra dedi:’Üstüme birleşiniz’dedi. İkisi birleşerek settare oldular. Arkalarında kaza-yı hacet ettikten sonra onlara emretti, yerlerine gittiler.” İkinci bir rivayette, yine Hazret-i Cabir der ki:Bana emretti ki: Yani:’O ağaçlara de:Resulullah’ın haceti için birleşiniz’ Ben öyle dedim onlar da birleştiler. Sonra ben beklerken, Resul-i Ekrem Aleyhissalatu Vesselam çıkageldi. Başıyla sağa sola işaret etti, o iki ağaç yerlerine gittiler.” 

“Batn-ı Nahl denilen nam mevkide Nusaybin ecinnileri ihtida için Resul-i Ekrem Aleyhissalatu Vesselam’a geldikleri vakit, bir ağaç o ecinnilerin geldiklerini haber verdi. 

“Evet Mescid-i Şerifte hurma ağacından olan kuru direk, Resul-i Ekrem Aleyhissalatu Vesselam hutbe okurken ona dayanıyordu. Sonra Minber-i Şerif yapıldığı vakit, Resul-i Ekrem Aleyhissalatu Vesselam minbere çıkıp hutbeye başladı. Okurken direk deve gibi enin edip ağladı; bütün cemaat işitti. Ta Resul-i Ekrem Aleyhissalatu Vesselam yanına geldi, elini üstüne koydu. Onunla konuştu, teselli verdi; sonra durdu.” 

“Resul-i Ekrem Aleyhissalatu Vesselam ile beraber gezdiğimizde, ağaç ve taşa rastgeldiğimiz vakit, ona secde ediyordular; yani, inkıyad edip, ‘Esselamu aleyke ya Resulullah’ diyordular.” 

“Sebir namındaki dağa çıktılar. Sebir dedi:’Ya Resullullah, benden ininiz! Korkarım, benim üstümde sizi vururlarsa, Allah beni tazib eder. Onun için korkarım.” 

Miraç konusunda bilinen hikâyeleri, geleneği tekrarlar. Kur’an’da hiç adı geçmeyen, ima bile edilmemesine rağmen Burak isimli binitten, gök katlarında ziyaret edilen evliyalardan söz eder. 

Yine Nursi’ye göre, Hz. Muhammet solak olduğu, Allah öyle yarattığı için birine beddua etmiştir (Bir de kalbi sağda yaratılmış olanlar var. Onların durumu çok daha vahim görünüyor?): 

“Resul-i Ekrem Aleyhissalatu Vesselam görüyordu bir adam sol eliyle yemek yer. Ferman etmiş:’Sağ elinle ye.’demiş.O adam demiş:’Sağ elimle yapamıyorum.’ Resul-i Ekrem Aleyhissalatu Vesselam demiş:’Kaldıramayacaksın’diye beddua etmiş. İşte ondan sonra o adam sağ elini hiç kaldıramamış.” 

Birçok ölülerin konuşması ve Peygamber tarafından diriltilmesinden, yaraların ve hastalıkların iyileştirilmesinden söz eder. Hz.Muhammet’in niye savaşta yaralanan her askerini değil de içlerinden bazılarını veya kendi vefat eden çocuklarını diriltmediği gibi akla gelen konulara hiç girmez. 

Her şeye rağmen kendinden yine çok emindir. Bunlar sıradan vatandaşların değil, kendisi gibi ulemanın (!) bildiği şeylerdir. Sıradan vatandaşa düşen onların ardına düşmek veya onlara karışmaktır: 

“Bir sual: Deniliyor ki:’Sen çok şeylere mütevatir dersin, halbuki biz onların çoğunu yeni işitiyoruz. Mütevatir şey böyle gizli kalmaz’ Elcevab: Ülema-i Şeriat yanında çok mütevatir ve bedihi şeyler vardır ki, onlardan olmayana göre meçhuldür. Ehl-i hadis yanında da çok mütevatir var, sairlerin yanında ahadi de olmuyor ve hakeza… Her fennin ehl-i ihtisası, o fenne göre bedihiyatı, nazariyatı beyan edilir. Umum halk ise, o fennin ehl-i ihtisasına itimad eder, teslim olur veya içine girer görür. Şimdi haber verdiğimiz hakiki mütevatir veya manevi mütevatir veya tevatür hükmünde kat’iyyeti ifade eden vakıalar, hem ehl-i hadis, hem ehl-i şeriat, hem ehl-i Usülüddin, hem ekser tabakat-ı ulemada hükmünü öyle göstermiş. Gaflette bulunan avam veya gözünü kapayan nadanlar bilmezlerse, kabahat onlara aittir.” 

Aklına şimdiye kadar duyduğu rivayetlerin doğru olmayabileceği olasılığı gelmemiştir. Bu kadar önemli konuda Kur’an’ın ne dediğine de bakmamıştır. 

Baksaydı, yazdıklarının veya söylediklerinin Allah katından olduğu veya kerametler sahibi olma iddiasının geçiştirilecek bir iddia, herkes hata yapabilir, yanılabilir gibi bir yanılgı değil, Allah katında büyük bir suç olduğunu görürdü. Kendisine İlham verenin Allah değil Hz. Muhammet olduğu iddiası da yanlıştır. Bu olmuşsa yine Allah’ın bilgisi ve izni ile olmuş olmalıdır: 

“Hiç kuşkusuz, mescitler/secdeler Allah içindir. O halde, Allah ile birlikte bir başkasına yakarmayın/bir başkasına çağrıda bulunmayın. De ki: ‘Ben size zarar verme gücüne de ışık ve aydınlık verme gücüne de sahip değilim.!’ De ki: ‘Allah’tan beni hiç kimse kurtaramaz ve O’nun dışında bir sığınak da asla bulamam.’ Ancak Allah’tan bir tebliğ ve O’nun mesajlarından bir şeyler sunabilirim” (Cin, 40/72, 18, 20-23) 

kendine bir şey vahyedilmediği halde "Bana vahyedildi" diyen kişi ile, "Allah'ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim" diyen kimseden daha zalim kim vardır!” (…) Sizinle ilgili hususlarda ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda görmüyorsunuz. Yemin olsun, koptu aranızdaki tüm bağlar ve uzaklaşıp kayboldu yanınızdan o bir şey sandıklarınız. ”(En’am, 55/6, 93-94) 

“Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, "İşte bu, Allah katındandır!" derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden!” (Bakara, 79)  

Nursi, Peygamberi yüceltmeye çalışırken Kur’an’ı (haşa) yalancı çıkardığının farkında değildir! 

Her bir mucizeyi değişik kaynak kişilerden, değişik şekillerde anlatır. Belki yüzlerce kere dinleyip ezberlediği şeyleri ezberinden yazdırma kolaylığını vahiy-ilham geldi zannetmiş olabilir. 

Ancak öyle olsa bunların tek olması gerekmez miydi? Allah katından bir öyle de olmuş, bir böyle olmuş olabilir diye kesin olmayan bilgi gelmiş olabilir mi? Aynı örneğin, hem “ikinci bir rivayette” diye bir başka türlü anlatılıp hem de bunların kaynağının ilahi olduğu iddia edilebilir mi? Gerçek bir tane ve o da Allah katında değil midir? İlahi kaynaktan şuna göre şöyledir, buna göre böyledir diye bilgi gelir mi? 

Bu konuda gerçek mucize Kur’an’dadır. Hz. Muhammet mucizeler ve masallar çağının değil, son peygamber olarak akıl çağın peygamberidir. 

Masallar ve mucizelere çağında bile herkesi inandırıcı olamayan mucizelerin bu çağda ve sonraki dönemde insanları ikna etmesi, inandırıcı olması çok daha düşük bir olasılıktır. Onun için ve kendisi hakkında mucizeler uydurulacağı bilinerek, Hz. Muhammet’e hiçbir mucize verilmediğini ve verilmeyeceğini Kur’an kendisi beyan eder. 

Hz. Muhammet bir yanda “ gücün yetiyorsa mucize getir” diyen, kendisine mucize verilmeyeceğini söyleyen Kur’an ayetlerini insanlara anlatıyor, bir yandan da bu anlatılan bine yakın mucizeleri sergiliyor olabilir miydi? 

“Bizi mucizeler göstermekten alıkoyan, daha öncekilerin onları yalanlamış olmasından başka bir şey değildir.”(İsra, 50/17, 59) 

“Tüm yeminleriyle Allah’a yemin ettiler ki, eğer kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklar. Söyle onlara:’Mucizeler ancak Allah’ın katındadır, ’Mucize geldiğinde de iman etmeyeceklerini anlamıyor musunuz?”(En’am, 55/6, 108-109) 

“Eğer yüz çevirip gitmeleri sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa, yerin içinde bir delik yahut gökte bir merdiven ara da onlara bir mucize getir. Allah dileseydi onları doğru ve güzelde birleştirirdi. Artık cahillerden olma. Ancak gereğince dinleyenler çağrıya cevap verir.”(En’am, 55/6, 35-36) 

Hz.Muhammet’i, yani yaratılmış olan kulu yüceltmenin temelinde kendini veli, şeyh vb. ilan etmiş kişileri de Hz.Muhammet’in yanında O’nun vekilleri olarak, yazdıklarının ilahi kaynaklı olduğunu iddiası da kendi elleriyle yazdıklarını Kur’anın yanında yedek kitap olarak ve neredeyse aynı seviyeye yüceltmek amacı yok mudur? 

Böylece Allah ile kullar ayrımı kalkar, Allah ile kul arasına giren aracılar sınıfı eklenmiş olur ki, bu Kur’an’a göre affedilmeyen tek günah olan şirki doğurur. 

Nursi Peygamberi övmede sınır tanımaz: 

“Bu kainat sahibinin tezhür-ü rububiyetine ve nihayetsiz ihsanatına külli bir ubudiyet ve tanıttırmakla mukabele eden Muhammed Aleyhissalatu Vesselam, bu kainatta güneş lüzumu gibi elzemdir ki; nev-i beşerin üstad-ı ekberi ve büyük peygamberi (a.s.m.) ve fahr-i alem ve ‘Sen olmasaydın ey Muhammed, sen olmasaydın kainatı yaratmazdım.’ Hitabına mazhar olan”  

Hz.Muhammet’i yaratan, şeklini belirleyen, Peygamber olarak seçip hidayetini veren Allah değil midir? Sanki Hz.Muhammed (haşa) Allah’ın iradesi dışında yeryüzünde var olmuştur da, Allah da onu takdir edip beğenmiştir! Allah istese 1 milyon tane daha Muhammed yaratamaz mıydı? Veya O’nu Peygamber olarak seçip hidayet vermeyebilirdi. Bunlar nasıl bir mantığın ürünüdür? 

Bu konuda bize peygamberleri ve kitapları, Hz. Muhammet’i ve Kur’an’ı gönderdiği için, hamdedilecek, yüceltilecek olan yalnız ve sadece Allah değil midir? 

Peygamberler elbette seçilmiş, özel kişilerdir. Kendilerine şükran borçlu olduğumuz, minnetle anacağımız, büyük bir görevi yerine getirmişlerdir. Eziyet çekmişler, büyük mücadeleler vermişler, içlerinde işkence görenler, öldürülenler olmuştur. Ama hangi kişisel özelliklere sahip olurlarsa olsunlar, peygamberliğin Allah’ın isteği ve desteği olmadan başarıya ulaşması veya kulun Allah’a değil, Allah’ın kula hayran olması mümkün müdür?  

Kur’an’a göre, ölümden sonraki yaşamda bize benzeyen ama bilemeyeceğimiz bir başka, daha üstün şekilde yeniden yaratılacağız. Dolayısıyla tüm Peygamberler de yeniden yaratılacak. O zaman (haşa) Allah hayran olduğu kulu bir başka şekilde niye yaratsın? 

Çevresindeki dalkavukların etkisiyle, “şeyh uçmaz mürit uçurur” misalindeki gibi, kendini özel, ilahi kaynaktan gelen bilgileri aktaran seçilmiş kişi olarak tanıtma -eğer akıl sağlığı yerindeyse- Kur’an’da övülmemiş, zalimlik, gerçeği örtmek olarak nitelendirilmiştir. 

O uçtuğu zannedilen, kerametleri anlatılan, adlarına türbe yapılanların kaçının da bu gruba girdiğini Allah bilir. Onun için ölmüşlerden ve insanlardan değil, ölmeyen diriden, ölü veya diri hepimizi yaratmış olan Allah’tan yardım beklenmelidir. 

Herkes birbirini dinlemeli, bilenlerden öğrenmeli, okumalı ama kendi akıl süzgecinden geçirmeli, Kur’an’la test etmeli ve sonra inanmalı. Kutsal insan olmadığını, din adına konuşan ile bilim adına konuşanın da konusunun “Allah’ın kitabı” olduğunu bilerek ilgi alanı ister dini kitaplar, ister kimya, fizik, biyoloji olsun, bilim adamları arasında fark olmadığını, her konuda gün geçtikçe daha çok öğreneceğimizi, dolayısıyla bazı bilginlerin vardığı sonuçların yanlış veya eksik olduğunun ortaya çıkacağını bilmeliyiz. 

 

 
Toplam blog
: 174
: 4451
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

1958  doğumluyum. Arkeologum. Evliyim. Çocuğum yok. Çalışmıyorum. Yıllarca çalıştıktan sonra, zam..