Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '12

 
Kategori
Edebiyat
 

Şair Sedat Umran'ı ziyaret ettik

Şair Sedat Umran'ı ziyaret ettik
 

Geçtiğimiz Pazar günü Türk Edebiyatına adını yazdırmış bir şairi Sedat Umran’ı ziyaret ettik.

Yarısı spor ve futbol yazısı olan 250 yi aşkın Milliyet Blog yazılarımın içinde 1 tane nazarlık şiir olmamasına karşılık, nereden çıktı bu şiir veya edebiyat merakı diye  sormayın.

Hayat tesadüflerle doludur.

Günümüz teknolojisi zaten hayatı da pek tesadüfe bırakmıyor. Çocukluk  veya okul arkadaşlarınızı isterseniz artık rahatça bulmak mümkün.

Nitekim, Lise yılları sonrasından beri ABD de yaşayan bir arkadaşımız bizi buldu. Her yazışmadan sonra da yazısın ekine bir Sedat Umran şiiri eklemeyi ihmal etmedi. Şiiri çok sevdiğini bilemezdik ama 40 yıl gibi bir uzun bir süreç içinde insanların değişik hobileri olabilir diye düşündüm.

Ve o arkadaşımız bir gün o bombayı patlattı ;

Sedat Umran benim  baba bir, anne ayrı abim olur!..  Yıllar yılı hiç görmemiş olmasına rağmen onu merak eder. Sedat Umran’ın  Darülaceze’de yaşıyor olması, bugüne kadar da onu hiç görmemiş olması içinde bir uktedir ve tatile geçen ay bu isteğini bizimle birlikte gerçekleştirir.  Sedat Umran’a geçen Pazar günü kendisi ile beraber yaptığımız 2. Ziyarettir.

Edebiyat Dünyası içinde herkes tarafından zaten bilinen, kitapları yok satan Sedat Umran’ın sanatçılığını ve şiirlerini yorumlamaya bizim ne bilgimiz yeter, ne de şiir kültürümüz. Sadece İnternette kendisi hakkında yazılan sayısız yazılardan 1-2 alıntı yapmak isterim.

Hafızamı yokluyorum. Usta şair Sedat Umran için, sanatının 60. yılında bir vefa göstergesi olarak, yüreğe sindirilmemiş değerlendirmelere, samimi olmayan övgülere tevessül etmeden neler söylenebilir? Bu soruya kendimce bir cevap arama denemesinde bulunacağım.
Sedat Umran, fizikle matematik ilintisini/ilmini kurabilen, derin ve usta bir isim. Şiiri bir hobi olarak değil, yaşama düşünme ve mistik boyutta duyumsama tarzı olarak benimsemiş. Her ne kadar “Nesnelerin şairi’’ diye tanımlansa da, aslında o aşkın ve aşkın (öte) olanın şairi. Sevdalı ve lirik, ama arabesk değil.

Oktay Yazıcı

Öte yandan, çok uzaklardan, korlu bir aşkın küllenen ocağından kıvılcımlar düşer Sedat Umran’ın şiir kitabının sayfalarına:

İÇİMDEKİ İLKBAHAR

Uzak ırmaklar gibi gözlerin
Yansıtır ışıltısını bakışlarıma
Ben kaç bahar, kaç yaz sığdırdım
Sen yanımdayken kışlarıma… (s. 21)

Benim anlatmak istediğim ise ne Sedat Umran’ın müthiş şiirleri, ne bunları bunların Türk Edebiyatındaki yeridir.  Hayatları buyunca birbirini görmemiş 2 kardeşin ilk karşılaşmadaki duygusal anları dünyanın en en önemli şairinin yazdığı en duygusal bir şiirden daha anlamlı olmalıydı.

Kayışdağı’nda geniş bir araziye yapılan Darülaceze’nin kapısından girip şairin yanına gittiğimizde, diğer sakinlerle birlikte salonda bir koltukta oturuyordu. Yanına gidip, kendisine ziyarete geldiğimizde nasıl bir sürprizle karşılaşacağını aklından bile geçiremezdi.

Rahat konuşabilmek için odasına gittik. 2 kişilik bir odada yalnız yatıyordu. Odanın geniş araziye bakan bir penceresi vardı. Sadeydi. Bir ufak elbise dolabı, bir de tek çekmeceli bir şifonyeri.

Kim olduğumuzu merak eder bir şekilde bakıyordu. Arkadaşımızın, ‘’Ben sizin kardeşinizim’’ sözü üzerine inanamaz gibi baktı önce uzun uzun.. Sonra  onun ablasını tanıdığını ama kendisini ilk kez gördüğünü söyledi. O, ben en küçük kardeşinizim dedi çünkü yaşın benden çok genç  dedi.

Sedat Umran’ın hayatını okuyanlar bilir. Babası öğretmendir ve annesinden de ayrılmıştır.  Kendisini dedesinin büyüttüğünü söyler. ‘’Bana babamı anlatır mısın’’?. Diye sordu.  87 yaşında yüreğinde babasız büyümenin acısı dinmemişti belli ki. O da bende pek hatırlamıyorum 9 yaşında iken ölmüş, zaten hep Anadolu’da görev yaptı  dedi.

Onu hayretle izledik. Belki yaşlıydı belki yalnızdı ama hafızası gençleri kıskandıracak kadar  fazlaydı. Bütün sermayesi çantasının içindeki kitaplarıydı. Bir de neyi sığdıracağını  bilemediği karmakarışık çekmesinin içindeki resim ve kitapçıklardı. Hepsini gösterdi. Kısa zamanda herşeyi anlatmak istedi. Mutluluğunu gizleyemedi. Üst üste şiirler okumaya başladı.  O okuyor biz şaşıyorduk. Sonra  hep beraber birimler içindeki kafeteryaya gittik. İhyiyaçlarını karşılamaları için her şeyin olduğunu, ilgi, alakadan başka hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını söylüyordu.

Birlikte çayımızı yudumlarken  sohbetimizi izleyen bir diğer sakin, şairi ‘’yemek yemiyor’’ diye şikayet etti bize. Zayıftı çok. Doğru mu diye sorduk. Hayır dedi bazen sevmediğim yemekler oluyor ama dışarıdan yiyiyorum diye cevaplandırdı. Çayını büyük bir keyifle içti. Güneşli ama rüzgarlı bir yoldan geri dönerek ona veda ettik. Tekrar geleceğimizi söyledik. Ellerinden öptük, sessizce bizden uzaklaşarak ilk gördüğümüz yere gidip koltuğuna oturdu. Bu ayrılık bir tuhaf geldi. Birbirimize baktık, birer sigara yaktık. 1 ay içinde tekrar gelmeye karar verdik.

Ve güneşli bir Ekim gününün Pazaır gününde tekrar Kayışdağı’nın yolunu tuttuk. 

Kardeşini ve bizi artık tanıyordu. Yine aynı yerde oturuyordu. Bizi görünce hemen kalktı. Heyecan ve sevincini gizlemiyordu. Yine odasına gittik. Bu kez her iki taraf da daha rahattı.  Kıyafeti geçen seferden daha şıktı. Yine sağ ayağının topuğu ayakkabısın üstündeydi. Onu fark etmiş, gelirken terlik getirmiştik. Hemen giydirdik. Hal hatır sorgulaması kısa sürdü.  Bu kez kitapları hakkında daha geniş bilgiler verdi. Karmakarışık çekmesinden birkaç eski resmini çıkardı. Onlar gösterdiği kitaplarının içinde de vardı. Sayılıydı zaten.

Tekrar şiirler okumaya başladı. İzah ettiği her şeyden sonra  konuyla ilgili bir şiiri okuması bizi şaşırtıyordu.  Bir kitabında  yazdığı  mısradan ‘’burada nasıl vakit geçer ?’’ düşüncemden sıyrıldım.

Şöyle diyordu ;

‘’Şiir zamanın en iyi ilacıdır’’.

Küçücük defter sayfasında  yazdığı yeni şiirler vardı.  ‘’Bunlar henüz yayınlanmadı’’ derken, bir yandan da onları bize okuyordu.   Onu alarak bu kez arka bahçeye çıkardık. Bir çardak altında oturduk. Güneş  ısıtıyor ama rahatsız etmiyordu.

Atatürk Kültür Merkezinde yakında düzenlenecek şiir hafasına davet edildiğini, oraya götürüleceğini şiir okuyacağını anlatıyor ve seviniyordu.   Eski şairlerden söz açıldı. Bana Sezai Karakoç’u tanıyor musun?. Diye sordu. Benim için ‘’büyük şair’’ diye bahsetmiş  dedi. Sonra bildiğim şairleri sordum. Orhan Veli’den,  Ahmet Haşim’e kadar.  Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ismi aklıma gelmedi.  Hani dedim siz hatırlarsınız. Aksaray’da bir de Kitap Kitabevi vardı kendisinin.. Haaa dedi. O Fazıl Hüsnü Dağlarca’dır.

Konu neden açılsa, o konuyla ilgili bir dörlük en azından bulup okuyordu. Donakalıyorduk.

Üstat  Almanca'dan tercüme  şiirler de yazmış. Almanca şiir kitabını gösterdi. Alman filolojisini mezunu olduğundan Almanca’sı da iyiydi ve kardeşi  merak etti.  Bakalım hatırlayacak mı diye de sordu? Peki Almanca şiir okur musunuz?  Üstat bir düşündü önce. Keşke sormasaydım dedim. Meğer hangisini okuyacağını düşünmüş. Upuzun bir alman şiirini dakikalarca okuyunca, dayanamadık sarılıp öptük.

Sedat Ümran şairliğinden öte çok ilginç bir insandı.İnsanı hayretler içinde bırakan hafızasnın  onca şiiri içinde barındırması 87 yaş için gerçekten şaşırtıcıydı. Ve bir de hala şiir yazma çabası.

Kimi zaman duruyor, kimi zaman coşuyor, okuyor. Yüzünde çocukca, muzip bir sevimlilik var. Zeki. Sorduğunuz  şey ne olursa olsun, mantıklı cevap alıyorsunuz. Kimi zaman güldürüyor, kimi zaman düşündürüyor. 

Ona bir kez daha veda ederken,  karmakarışık duygularımız, şairliği bir yana, yaşlı bir insanı bir kaç saat de olsa mutlu etmenin, ona yalnızlığı unutturmanın keyfine dönüşürken, benim aklımda  o aradığını bulamadığı çekmecesi takılıp kalıyordu.

Hiçbir şeyinin eksik olmadığını,  kendilerine çok iyi bakıldığını söylüyordu ama böylesine büyük bir şairin bir küçük kitaplığının, üstünde şiir yazacağı bir küçük masasının, bir kalemliğinin  olmaması,  bana  bu ülkede şiire, şaire  ve gerçek sanatçıya verilen değerin  kötü bir fotoğrafı olarak yansıyordu.

Hayatının son baharında, şiirle yatan, şiirle kalkan, bütün dünyası sadece şiir olan bir büyük ustaydı Sedat Umran.

O kadarcık ayrıcalığı olmalıydı.

 

 
Toplam blog
: 465
: 918
Kayıt tarihi
: 15.01.09
 
 

İstanbul doğumluyum.. İstanbul'un  tramvaylı döneminden bu şehirde yaşıyorum. Gençlik yıllarında ..