Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Şair sözünü Yüreklere yazar

Bir söz bazen, arkasında çok büyük anlamlar gizler. Ama sen ne anlatırsan anlat karşındakinin anladığı kadarsındır ya da karşındakinin kapasitesi kadar anlatabilirsin. 

"…Bir söz bazen, düşünülenin dışında da bir anlam kozası oluşturabiliyor ve bu koza, söz ile eylem, eylem ile amaç, amaç ile algılanış arasında devinerek kendi kelebeğini günışığına salıveriyordu. Kelebeğin kanatlarındaki renkler ne kadar uyumlu, ne kadar albenili, ne kadar hayata bağlayıcı… Ama olmuyor; kelebeğin ömrü bir mevsim sürüyor, o kadar! Ama imgelemimizi yeniden ve yeniden kuruyor bu renkler, bu uçuşlar… Söz kelebeklerinin özgürce uçuştuğu, insanın doğayla, doğanın da insanla uyum kurduğu bir yaşam biçimi: Bir ütopya! Ütopyamızdan yaşamımıza ne taşıyabiliyoruz ki? Yaşayabilmeliyiz oysa. Yoksa yazdıklarımız suya yazılmış olur. Her şey sulara mı yazıldı yoksa? Suretimiz suya yansıdığında bir hoşnutluk duyarız, su ile aramızdaki uyumdur sanki bu…” (Telli 2007: vii). 

Şair Ahmet Telli yukarıdaki satırlarını, Everest Yayınları’ndan çıkan “Sulara mı Yazıldı” kitabının önsözünde dile getirmiş. Şairler tarihin her döneminde, yaşadıkları çağa çok duyarlı olmuşlardır. Bazen yazdıkları bir mısra bile bir kitap gibi çok şey anlatmıştır. Şairler, Asım Bezirci gibi “Güle Dil Verenler” dir (Bezirci 1993). Bu nedenle şairlerin bendeki yerleri hep çok özel olmuştur. “Beşikler vermişim Nuh'a / Salıncaklar, hamaklar, Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır, Anadolu'yum ben, Tanıyor musun ?...” (Arif 2006: 65) . 

Memleket isterim, Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. / Memleket isterim, Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. / Memleket isterim, Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun. /Memleket isterim, Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikayet ölümden olsun ( Tarancı 1999: 128 ). 

Dünya’da yaşanan büyük ekonomik krize bağlı olarak, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı tamtamlarının çalmaya başladığı dönemde; Tarancı özgürlükçü, eşitlikçi ve barışçıl bir dünya tasarısı olan “Memleket İsterim” şiiri ile bütün dünya’ya ve Türkiye’ye sesleniyordu. Bugün de benzer tamtamların çalmaya başladığını söyleyebiliriz. Fakat bu çağrı yerini bulmamış ve dünya savaşa girmiştir. Dünya yanmaya başlamış ve şairler enkazlar arasında insanlara daha doğrusu insanlığa seslenmeye başlamışlardı. 23 Temmuz 1940 tarihinde, Tarancı; Paris’e düşen bombalardan nasıl kaçtığını, dostu Ziya Osman Saba’ya bir kartta söyle anlatıyordu: “…Fransa yollarında, bisikletle, bombardımanlar altında olanca hızımızla kaçarak, on gün kadar yol aldık…”(Tarancı 2007: 83) . 

Asaf Halet Çelebi, savaşın neden olduğu vahşet ve dehşeti, “Fransa İçin Şiir 1940” şiirinde içten gelen bir sevgi ile ve insan olmanın verdiği biraz umutla daha çok umutsuzlukla dile getirmiş. “…yanan paris’in çocuklarını / öperek ağlamak istiyorum / beIki masallarımla uyurlar…” (Çelebi 2001: 40). Bazı şairler, aydın olmanın verdiği sorumlulukla, okurlarını dizeleri ile uyarma ihtiyacı hissetmişlerdir. “…Eğer sen yenilirsen özgürlük, / Elveda artık serbest zamanlar, deniz türküleri, / Çevirecek şiirimizin dört bir yanını / Gamalı Haç markalı tel örgüleri…” (Dinamo 2000: 7 ). 

Bütün bu şair yakarışlarına rağmen, 6 Ağustos 1945'te ABD hava kuvvetlerinin bir bombardıman uçağı Hiroşima kenti üzerine ilk atom bombasını attı. 3 gün sonra da Nagasaki'ye atıldı. Bu bombalar Hiroşima'da 200 bin, Nagasaki de ise 80 bin sivilin ölmesine ve on binlerce kişinin yaralanmasına yol açtı. Bu kentler büyük ölçüde yıkıldı; bitki örtüsü tamamen yok oldu. Atom bombasının yol açtığı radyasyon etkisi yıllardır sürüyor. Radyasyon nedeniyle insanlar; daha sonra sakatlandılar ve öldüler. Uzun yıllar sonra bile özürlü çocuklar doğdu. 

Nazım Hikmet, bu savaştan on yıl sonra yazdığı “Kız Çocuğu” ve “Japon Balıkçısı” adlı şiirlerinde, hissettiği isyanı dizeleriyle dile getirmiştir. “ …Hiroşima'da öleli oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar. / Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu. / Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok. Şeker bile yiyemez ki kâat gibi yanan çocuk. / Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler” (Hikmet 2007: 1581). “Denizlerde bir bulutun öldürdüğü, Japon balıkçısı genç bir adamdı. / Dostlarından dinledim bu türküyü, Pasifik’te sapsarı bir akşamdı…” (Hikmet 2007: 1579). 

Görüldüğü gibi şairler çok az söz ile bütün dünyanın dili olabiliyorlar. Onlar şiirleri ile bütün insanlığın ütopyalarını dile getiriyor, yaşama taşıyorlar. “Süren insan kalitesi yozlaşmasında kir, karmaşa ve hız artık yaşadığımız… Her türden aşkın da bir tükenme durağına sevkedildiği şu atmosferde, sistemin moleküllere bölüp iğdiş ettiği duyarlılıklarımızla yeniden yüzleşmenin bir penceresi de olacaktır şiir; belleksizleşmemek, yabancılaşmamak için…” (Odabaşı 1998: 7). 

KAYNAKÇA: 

Arif, Ahmet (2006), Hasretinden Prangalar Eskittim, Everest Yayınları, İstanbul. 

Bezirci, Asım (1993), Güle Dil Verenler, Çınar Yayınları, İstanbul. Çelebi,  

Asaf Halet (2001), Bütün Şiirleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. 

Dinamo, Hasan İzzettin (2000), Özgürlük Türküsü, Yalçın Yayınları, İstanbul. 

Hikmet, Nazım (2007), Bütün Şiirleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. 

Odabaşı, Yılmaz (1998), Aşk Bize Küstü, Doruk Yayıncılık, Ankara. 

Tarancı, Cahit Sıtkı (1999), Otuz Beş Yaş, Can Yayınları, İstanbul. 

Tarancı, Cahit Sıtkı (2007), Ziya’ya mektuplar, Can Yayınları, Ankara. 

Telli, Ahmet (2007), Sulara mı Yazıldı, Everest Yayınları, İstanbul. 

 
Toplam blog
: 137
: 1141
Kayıt tarihi
: 14.12.07
 
 

Aklımda sevdiğim şairlerden mısralarla yürüyorum. Yürümeyi unutmuş ve yeniden öğrenen bir çocuk gibi..