Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '08

 
Kategori
Edebiyat
 

ŞAİR-YRD.DOÇ.DR.A.NİLHAN ATSÜ

 


“Sanat güzelliğin ifadesidir.
 Bu ifade söz ile olursa şiir,
 Nağme ile olursa   musiki,
  Nakış ile olursa ressamlık,
        Oyma ile olursa heykeltıraşlık,
         Bina ile olursa mimarlık olur."  


K. ATATÜRK  

                          

Yrd. Doç Dr. A. Nilhan ATSÜ

   

Dermatoloji Uzmanı, Doktor…1968 yılında Zonguldak'ta doğdu. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni 1991 yılında ikincilikle bitirdi.

Zorunlu hizmet için 1991–1992 yıllarında Serik Devlet Hastanesi'nde görev aldı. 1992–1996 yılları arasında Ankara Numune Hastanesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Kliniği'nde ihtisas yaptı.

1997–2002 yılları arasında TEİAŞ Genel Müdürlüğü Sağlık Müdürlüğü'nde Dermatoloji Uzmanı olarak çalıştı. Aynı dönemde Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı'nda yüksek lisans eğitimi aldı.

2003 yılında Marmara Üniversitesi Göztepe Kampusu Medikososyal Birimi'nde Dermatoloji Uzmanı olarak göreve başladı..Botoks, dolgu, kimyasal peeling, ortaderi tedavisi, mezolifting, kavitasyon, dermatoskopi, saç kursu, dermatolojide lazer kullanımı gibi antiaging, dermatokozmetolojik ve dermatolojik pek çok uygulamalı eğitime katıldı.

Estenil Sağlık ve Güzellik Merkezi ekibinde görevini sürdürmenini yanı sıra ve  emeklilik sonrası 2017 yılından bu yana Kent Ünv. Yardımcı Doç. Dr. olarak görev yapmaktadır.

***

Bir bayram ziyaretinde değerli doktorum  M. Necmettin ATSÜ  ve eşleri  A. Nilhan   Atsülerde  sanattan söz edildi. Okuyan ve izleyen okurlarca  “Milliyet Blog”ta yayımlanan ürünlerin seçme ve kaliteli olduğu dile getirildi! 

Kimi meslek sahipleri sanata daha yatkındır. Bunlardan öğretmenler ve doktorlar ilk sırada denebilir. Geçmişte bu meslek gruplarının olumlu ve onlarca örnekleri de var. Hele şiirde ilk akla onlar gelir.

 Dr. Nilhan ATSÜ, bir kamu kurumunda cilt ve dermatoloji hastalıkları uzmanı. Kibar mı kibar, narin mi narin... Ayrıca çok mu çok duygusal... Kaleme aldığı şiirlerini bana uzattı. Doğrusu kendisini  şiirin de yakınında buldum. Uzun süreçte olumlu yol alacağını  umuyorum. Atatürkçü yaklaşımla kaleme aldığı  “ALEV’Lİ ATA ÇOCUĞUNDAN ” adlı şiirini okurlarıma sunma gereğini duydum:

 

Yıl 1881;
Sıcak bir mayıs günü
Doğan güneş,
Pırıl pırıl ve bambaşkaydı Selanik’te
Sarı saçları güneştendi,
Masmavi gözleri ise sonsuz denizden.
Belki de parlak gökyüzünden
O güneş öyle büyüdü ki,
Işığını saçtı vatan illerinden,
Ulusumu kurtardı düşman ellerinden
Daima vatanı içindi çabası,
Geçse de bir bir ömrünün günlerinden
Daha yapılacak çok şey vardı ama…

Yıl 1938;
Kasımın 10’u,
Ne acı! Işığımız sönüverdi gözlerinden
Yastaydık,
Tek söz çıkmaz oldu kimselerin dillerinden.

Şimdiyse yıl 2008;
Ulusça hepimiz öpüyoruz ellerinden
Sanma ki unuttuk,
Alev ’le doğduk yeniden küllerinden.
Rahat uyu Atam,
Sonsuza dek vazgeçmeyiz,
Ne ilkelerinden ne de emanetinden.

                                        A. Nilhan ATSÜ

                                     12.10.2008, İstanbul

 

Fıkra dinlemeyi ve anlatmayı da sever Dr. Nilhan... Belleğinde kalan Nasrettin Hoca fıkralarından esinlenerek dizeler oluşturmuş, duygu duygu çoğalan... İşte o dizelerdir  “NASRETTİN HOCA ” şiirinde buluşan:

Küçücük bir çocukken ben
Okula gitmezden önce
Annem tanıttı bir gece
Aksakallı hoca dede

Çocuk aklımla düşümde
Ters biner eşeğine
Maya çalardı göle
Bu ne biçim hikâye?

Geç de olsa anladım
Hoca yamanmış yaman
Herkes çekmiş el aman
Gördün mü doğuran kazan?

Bilmez kavga da gürültü de
O kurnazlık yok tilkide
İnsan tanır has kürküyle
Bir ders gizli her öyküde.

                                             A.Nilhan ATSÜ 

                                        20.10.2008, İstanbul

 

Azmin ve çabanın sonucu başarıdır. Yaşamın her alanlarında başarı değişik görünümde karşımıza çıkar. Başarı, öznesi içinse büyük mutluluk kaynağı olur! Kişinin yaşamında yerini alır. Hele sanatçı için apayrı bir anlam taşır. K. ATATÜRK’ün dediği gibi: “Sanatkâr, toplumda uzun savaşım ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır.” Dr. Nilhan bu ışığa koşmakta ve işte düşüncesindeki “ BAŞARI ÇIĞLIĞI ” adlı şiiri:

 

Bir öğrenci için peşi sıra parlak sınavları,
Sporcunun maç kupası ya da madalyası,
Hekime göre hastasına hayatının sunulması,
Çiftçinin bol mahsullü tarlası,
Anneler içinse sevgiyle büyüttüğü çocukları, sarılası,
Oysa bence bir insanın en büyük başarısı;
Bebeğin dünyaya ilk merhabası,
Çığlık çığlık ağlaması, kulakları yırtarcası,
Hayat güzel, her solukta yaşanası.

Hoş geldim hayata, aranıza, artık ben de varım,
Başardım ve daha çok şey başaracağım!

                                                              A. Nilhan ATSÜ

                                                           02.11.2008, İstanbul

                                                

Bir bayram ziyaretinde ortaya çıktı adı da güzel şiirin içeriği de..."ŞUNUN ŞURASINDA" ile  Dr. Nilhan ATSÜ, kitaba doğru koşuyor:

 

Şunun şurasında ne kaldı?

Derlenip toplanıp, tası tarağı alıp gitmeye,

Bir göz kırpımı zamanda, öte âleme göçmeye,

Bir soluk, kim bilir belki bin soluk,

Bilebilsek, lakin anlatılanlar hep silik,

Korku mu?  Zerre yok billahi,

Çoktan bezmişiz şu dünyadan, ilahi…

Bir gitsek, ters giydiririz şeytana külahı,

Gören var mı orada?

Gök mavisini, erguvan pembesini, akşam kızılını,

Ya duyan,

Martı sesini, baharın büyülü kokusunu, vapur düdüğünü,

Böyleyse hiç dert etmeyiz,

Yolun yarısını zaten geçmişiz,

Yeni yollar aramadan,

Yalan dünya zevkimizden geçeriz.

Öyle ama

Aceleye gelmemeli, iyi düşünmeli,

Her geçen anın kıymetini bilmeli,

Daha yaşanmamışlar da çok önemli.

Olmaz, olamaz! Zinhar gidemeyiz,

“Göçmek” dediysek, kastımız İstanbul’dan Anadolu’ya,

Bakıyorum pek bir ciddiye aldınız,

Yok, öyle yağma!

Hele bir çıksın şu bayram da, yeni yıl da,

Hem aklım hala o sarı mantoda,

Evlat mürüvvetine, torun saadetine,

“Dalya” denilen “yüz” e

Ne kaldı şunun şurasında…

                                                      A.Nilhan ATSÜ

                                                 Ekim -2009, İstanbul

 

24 Kasım "Öğretmenler Günü"nde ilkokul öğretmeni Hatice Güzel ile öğretmen annesi Emel Serin'in şahsında tüm öğretmenlere armağan ettiği "İŞTE BENİM ÖĞRETMENİM" şiirini paylaşmak istedi:

 

                                    İlk gün gözyaşlarımı, koyverdim ben öğretmenim,

Ürkütmeden sevgini, tam verdin sen öğretmenim,

Alev’ den ellerinle, can verdin sen öğretmenim.

 

Her sözünü pür dikkat, dinlerdim ben öğretmenim,

Ne yapsak halimizden, bilirdin can öğretmenim,

Bize güzel öğütler, derlerdin sen öğretmenim.

 

Kâh sel olur coşardın,

Kâh kabarıp taşardın,

Bilginle çağıl çağıl, akardın sen öğretmenim.

 

Dar zamanda yardıma, koşardın sen öğretmenim,

Neşemize hep neşe, katardın can öğretmenim,

Seninle en doğruyu, başardım ben öğretmenim.

 

Bilgi ile bizleri, yoğurdun sen öğretmenim,

İlmek ilmek dokudun, okuttun can öğretmenim,

Güç de olsa sabrettin, büyüttün sen öğretmenim.

 

“Yurtta, dünyada barış” öğrettin başöğretmenim,

Vatan bizim, her karış, öğrendim ben öğretmenim.

Hoşgörüyle, erdemle donandım can öğretmenim.

 

“Hür fikirli nesiller” buyurdun başöğretmenim,

Alevli sesimizi duyurdun can öğretmenim,

Sönmeyen ışığısın, bu yurdun başöğretmenim.

                                                                A.   Nilhan ATSÜ

                                                              Ekim-2009, İstanbul  

    

 Bir anne, bir şair ve bir doktor olan Nilhan,  biricik ve yakışıklı oğlu Emre’sine yoğunlaştırdığı duygularını dörtlükler görünümünde ve “BİR GARİP MUAMMA” başlığı altında şiirleştirerek bana ulaştırdı. Dilerseniz sindirerek okuyalım: 

 

                                    Oğul oğul, can oğul,

Bilemedim ben oğul,

Söyle bana ey oğul,

Bal mısın sen, biber mi?

 

Yere göğe koyamam,

Bakmaya hiç doyamam,

Söyle bana ey oğul,

Gül müsün sen, diken mi?

 

Dün bebeydin, büyüdün,

Selvi boylum, yiğidim,

Söyle bana ey oğul,

Naz mısın sen, sitem mi?

 

Tozu dumana katan,

İsteyince sütliman,

Söyle bana ey oğul,

Yel misin sen, meltem mi?

 

Irak olsun gam, tasa,

Kıyamam sana hâşâ,

Söyle bana ey oğul,

El misin sen, yâren mi?

 

“Emre”den canımsın sen,

Biricik kanımsın sen,

Yaman iş behey oğul,

Sen beysin, biz kölen mi?

 

Üç öğün aşım oldun,

Bazı sırdaşım oldun,

Söyle bana ey oğul,

Şans mısın sen, kader mi?

 

Gülen yüzün solmasın,

Tanrım seni kollasın,

Söyle bana ey oğul,

Nur musun sen, nurfer mi?

 

Başım üstü yerin var,

Ana gibi olmaz yâr,

Bilemedim ben oğul,

Can mısın sen, ciğer mi?

 

Ağulu şerbet iken,

Tâ yürekten sevilen,

Candan ötesin oğul,

Sensiz ömür geçer mi?

        A.Nilhan ATSÜ

 21.11.2011, İstanbul

 

Dizelerinde değişik temaları işleyen Nilhan’ın yazdığı ve bana gönderdiği serbest ölçüdeki bir başka şiirinin başlığı da oldukça ilginç…“PERİ MASALI”… Fıkra okuduk, çocukluk günlerimizi anımsayarak buyurunuz masalı da  birlikte okuyalım: 

 

Evvel zaman içinde,

Uzak mı uzak, sıcak mı sıcak bir yerde,

Yılın en güzel, günün en aydınlık vaktinde karşılaşmıştı kızla oğlan.

Masal bu ya,

Uzun ince bir yola koyuldular birlikte,

Az gittiler uz gittiler,

Yemyeşil çimeni, olgun meyveleri, sararmış ekinleri gördüler.

Kızgın güneş yaktı onları, sağanak ıslattı.

Üşümediler hiç,

Lâpa lâpa yağan kar, sardı, sarmaladı.

Deniz kimi gün çarşaftı,

Kimiyse, yelelerini savurarak dörtnala koşan bir sürü at.

Küçücüktü elleri,

Oysa kocamandı yürekleri.

Yol boyunca el ele, göz göze, yürek yüreğeydiler,

Sen – ben değil, “biz”diler.

Bazen pürtelâş koşar adım,

Bazen ahesteydiler.

Tepeleri aştılar, köprüleri geçtiler,

Az soluklandılar, devam ettiler.

Gel zaman, git zaman,

Gün döndü, gece oldu,

Güz bitti, yaz geldi.

Kim bilir kaçıncı mevsimdi?

Ama aylardan Haziran’dı.

O Haziran gecesi, yolun ötesinde göz kamaştıran bir ışık vardı,

Ilık rüzgâr kulaklarına bir şeyler fısıldadı.

Şaşırdılar,

Neyin nesiydi şimdi bu?

Dostları, sevenleri ışığın altında ikisini bekliyordu.

Artık onlar da hazırdı.

Oğlan geceyi giyindi,

Kardan aktı kızın elbisesi.

Ellerinde yol boyu topladıkları çiçekler,

Kol kola girdiler,

Işığa yürüdüler.

Sonra mı?

Müzik, dans, alkış ve konfetiler.

Gökten iki altın halka düştü avuçlarına,

Biri kıza, diğeri oğlana.

E onlar erdi muradına,

Darısı tüm sevenlerin başına.

Şiir bitti belki,

Ya masal?

O gün bu gün, dilden dile anlatılıyor hâlâ…

                       A.Nilhan ATSÜ

                                                                          22.11.2011, İstanbul

 

O, iyi bir gözlemcidir. Naif yapısına karşın dizeleri ustalıkla altın işçisi kalitesinde işler. Zaten dizelere yüklediği letafet sözcüğü; güzellik, hoşluk, incelik anlamlarını içermiyor mu? İşte öylesi bir çalışmanın ürünü“ SARRAF”  şiiri:

  

Kulun hası, alacası

Gözden değil, özden olur

            O incelik, o letafet

Boydan değil, soydan olur

Boş laf dilden, söz yürekten

Öylesine içten olur

Özü, sözü bir olana

Tutulması dünden olur

Yar dediğin tenden değil,

En derinden, candan olur

Bil ki onun kıymeti de,

Yirmi dört ayardan olur.

   A. Nilhan ATSÜ

            24. 05. 2012, İstanbul

 

YANAR  DÖNER

 

Ne dersek diyelim, dünya dönüyor dönmesine ama,

Keşke arada bir çok hızlı dönüp, başımızı da döndürse,

İçmeden sarhoş etse.

Ya da bir an dönmeyip dursa, dursa da öyle kalakalsak,

Zamanda asılı.

Sonra şıklatınca parmaklarımızı,

Başlasa yeniden o bilindik dansına;

Altmış, yetmiş, seksen...

Ohhh, bu benim dünyam işte...

Hey gidi koca dünya,

Kindar dünyalılar sana “batsın” diyorlar,

Dolamışlar dillerine  “Yalan” da oldun,

“Kavanoz dipli”, “Çivisi çıkmış” da,

Hal böyleyken, sevgi ölçütleri de sensin yine;

Kimi “Dünyalar kadar çok” seviyorlarsa,

Çook ama çoook seviyorlardır biline.

Neyse onlar söylenedursun,

Sen efendiliğini bozmadan dönmene devam ediyorsun,

Bazı tepen atın sallasan, taşsan, esip savursan da

Âdemoğulları böyledir işte; yanardöner,

Havva kızları da tabii,

Baksanıza, altı üstü bir “Dünya” için “Bi dünya” laf ettik.

             A.  Nilhan ATSÜ

                        25.5.2012, İstanbul

 

MÜJDEMİ  İSTERİM

 

Ben yerimde duramazken,

Çakılmış akrep, yelkovan.

İki dostun garezinden,

Geçmek bilmiyor hiç zaman.

Şu telefon da cabası,

Çıkmıyor sesi sedası

Ya kapıya ne demeli?

Cümlesi de bana düşman

Kime söylüyorum yahu?

Çalsanıza bir ağızdan.

Nafile derken tam o an,

Aldım müjdeli haberi.

Şükür uzattı elini,

Semadan yüce yaradan.

  1. Nilhan ATSÜ

25.5.2012, İstanbul

 

KOR DÜŞTÜ KALBE

 

Gönül vermişti bir kere,

Uçsuz bucaksız göklere,

Mukaddes’ti onun için bu mavilik,

Emel’iydi süzülmek enginlerde öylece.

Çelik güvercinini usulca okşadı,

Ne çok beklemişti bu anı.

Göğsünün orta yerinde bir kuş,

Güvercinle kanat çırpıyordu ölesiye.

Sonsuzluğa uçarken,

Gök şahitti İbrahim’e

“Evet gördüm” dedi Köylü;

“Kanatları alevden bir çelik güvercin uçuyordu maviye”

Kul şahitti gördüğüne.

Toprak görmedi, hiç bilmedi ama,

Kuşlarla balıklar, su şahitti şehidine.

Güvercin mi daldı suya, yoksa kor mu düştü kalbe?

Su, söndürdü çoktan koru,

Kalpse, hala yangın yeri.

Acısı yüreğimde, ağıdı kalemimde.

Bir uyansın diye, bin ölürüz ya nafile,

Uyuyor onyıllardır bir gözyaşı denizinde.

 A.  Nilhan ATSÜ

                                               20.11.2012, İstanbul

Hiç tanımadığım Dedem, Hava Şehidi Halil İbrahim ÇAKAN, onun aziz emanetleri sevgili Anneannem Esma Mukaddes ÇAKAN, sevgili  Annem Emine Emel SERİN, adını taşıyan canım Kardeşim İbrahim Serhan SERİN ve tüm hava şehitlerine ithafen...

*

Bir Kurban Bayramı  günü Dr. Nilhan ile iletişimimiz sürdü. Yine sanat ve şiir üstüne yazıştık... Yazdığı şiirini  ve kutlama yazısını gönderdi. Aynı gün Bayram ziyaretimizde bu konular ağırlıklı oldu. Kendi sesinden aşağıdaki şiirini dinlemek harikaydı!  Diğer birkaç şiirini yakında göreceğimizin  bilgisini edindim.

*

Sevgili Ailemiz ve Dostlarımız,

 

Çocukluğumuzun bayramları bir başkaydı. Bütün aile, erkenden kalkar, bayram kahvaltısıyla güne başlanırdı. Bayram, şimdilerde olduğu gibi, "Tatil", "Kaçıp gitmek", "Uzaklaşmak" anlamına gelmiyordu. Bilakis, ne kocaman bir kelimeydi, söylerken bile yüreğimiz kıpır kıpır olur, bayram ederdi. İple çekilen, özel bir zamandı. Daha gelmeden hazırlıklara başlanır, hem ev, hem de evin fertleri donanırdı. İkram edilecek tatlılar, evin hanımlarının elleriyle hazırlanır, misafirlerimizi güzel karşılayabilmek için de bizlere Kıyafetler alınırdı. Anadolu'da, zamanın uzun, mesafelerin kısa olduğu ve metropollerdeki modern çağın kâbusu trafik musibetinin olmadığı yıllarda, bayram boyunca, tüm gün ziyaretler yapılır, hatta henüz "Nezaket" kavramı anlamını yitirmediği için, her ziyaretin iadesine de özel önem verilirdi. Öyle ki, kimi zaman, ziyaret ve iade-i ziyaret aynı gün içerisinde olurdu. Tabii, biz çocuklar için, bayram demek, aile içinde el öpme faslı sonrası verilen harçlıklar ile ziyaretlerde aldığımız, mendil, toka gibi sembolik hediyeler demekti. Bu arada, çoğunlukla bayramdan bayrama yapılan Lunapark gezintileri de ayrı bir keyifti. 

Ama artık bayramlar, o eski bayramlar değil. Bilindik şarkıdaki gibi: "Biz büyüdük ve kirlendi dünya" Şimdi ailelerin neredeyse her bir üyesi yurdun, hatta dünyanın bir başka ilinde, kendi yaşam kavgasında. İnsanoğlu, döndükçe değişen dünyaya ister istemez yenildi. Zaman kısaldı, gönüller daraldı, zihin ve bedenler yoruldu, belki de büyüdüğümüz için tat almamız azaldı. Geçmiş bayramları düşünmemek, anmamak, özlememek kabil değil. Böyle uzun bir iç dökme sonrası, ATSÜ Ailesi adına kısaca, hepinizin bayramını kutluyor, her bayramımızın, bir kavuşma, dayanışma, kültür ve geleneklerimizi yaşatma bayramı olmasını diliyorum.

                             A. NİLHAN ATSÜ


                              3. 10,2014 Cuma                                                               Kurban Bayramı Arifesi   

 

                                                       

DÜNKÜ ÇOCUKTAN YARINKİ BAYRAMA

Sabahleyin gün ışırken, dol evimize Bayram, 
Öyle usul usul değil, 
Cümbüşlerle, şenliklerle,
Avaz avaz, gürül gürül.
Ağzımda tarçınlı akide şekeri,
Anneannemin sofradaki taze çöreği.
Avucumda, öptüğüm cömert ellerle çoğalan harçlığım,
Üzerimde cici bayramlığım.
Bir Barış Manço şarkısı kulağımda:

 "Bugün Bayram, erken kalkın çocuklar" ve
Hiç durmadan çalan, kapının sesi
Elimde balonların en renklisi,

Komşudan hediye, saçımdaki çiçekli toka,

Tepside, vişne likörüyle çikolata,
Kardeşimin afacanlıkları,
Büyükannemin sevinç gözyaşları,
Özlenen kavuşmalar,
Sıcak kucaklaşmalar ol.
Bayram gibi gel ki,
Benim, bizim, hepimizin bayramı ol,
Ol da, bi güzel bayram edelim.

 

                             A. NİLHAN ATSÜ


                             3. 10. 2014 Cuma,                       

                          Kurban Bayramı Arifesi

 

 

ÖYLESİNE BİR ŞİİR

 

Öyle farklısın ki şaşıyorum

Ve öylesine serin, üşüyorum.

Uzattım ellerimi,

Tutunacak dal yok, düşüyorum.

Lal olmuş dilimiz,

Gözlerimde çığlıklar, susuyorum.

Bir meçhule umarsızca koşuyorum.

Yüküm ağır, senelerdir taşıyorum.

Öyle böyle, bir başına yaşıyorum.

  A.  Nilhan ATSÜ

6.10.2014, İstanbul

 

KASIM’DA OCAK YANGINI

 

Dağlarda gezen, al kınalı parmaklı keklik,

Bir Kasım hikâyesi şağılar, bilir misiniz?

Hele dinleyin, bir yol anlatayım,

Lakin ben görmedim, onun ağzından,

Sürç-i lisan olursa affola;

Eski bir şehrin köyü, Beyaz Altın yurdundandı Kasım,

Civan delikanlıydı.

İstiklal Savaşında, “Önce vatan” dedi,

Koşa koşa cepheye gitti.

Savaş bitimi milletçe gururluyuz,

Ama köylünün gururu daha bir başka;

Kasım kasım kasılıyorlar,

Davullu zurnalı çığırıyorlar;

“Ağa gönderdik, Gazi aldık.”

“Gazi Kasım hoş geldi, sefa geldi.”

Soyadını Porsuk’un “SERİN” suyundan aldı.

Keşke yüreği de, adı gibi serin kalaydı.

Gencecikti Kasım’ın Çerkez güzeli Ayşe’si,

Boynunda değil, koynundaydı beşibiryerdesi;

Burhan, Makbule, Mürvet,

Bir de Hatice’yle Mehmet.

Acı haber tez yayıldı köye,

Göçtü gitti,

Melek oldu, uçtu gitti Ayşecik

Karnındayken son bebesi.

Kasım Ağa, Porsuk gibi karardıkça karardı,

Çıkmadı hiç sesi, kesildi nefesi.

Amma, başkaydı Kasım’ın sevdası,

Gayrı, Ayşe’yi doğuran Behiye’ydi bebelerin anası

Birlikte bölüştüler ekmeği aşı.

Ayşe’nin yanına almadan O’nu toprak,

Geçmedi gönül yarası.

Bu hazin öyküden geriye ne mi kaldı?

Sevgi, vefa ve emeğin en hakikisi,

Çilekeş Kasım’ın Mehmet’inden olma iki torunundan birisi,

Şimdi O’nda yaşıyor kıymetlisi,

Ayşe’si... 

A.  Nilhan ATSÜ

 .12.2015, İstanbul

 

İstiklal Savaşı Gazisi kıymetli Dedem Kasım SERİN ve Babaannem Ayşe SERİN’in aziz hatıraları ile sevgili Babam Mehmet SERİN’e ithafen…

 

                              ZAMANSIZ

 

                              Sarışın bir vakitte,

                              Çıkageldi erguvani,

                              Mızıkalar söyleşti,

                              Aşktan mı yoksa o esen al?

                              Lacivert kokan bu deli sel,

                              Tanıdık raksı ruhumda ellerinin,

                              Rakıda buz, dilde köz gibiydin.

 

A.   Nilhan ATSÜ

21.03.2016, İstanbul

 

28 Haziran 2016 gecesi gerçekleşen İstanbul Atatürk Havalimanı katliamına ithafen...

 

                               YAS

 

                               Ne dilde söz kaldı, ne aşta tuz

                               Vatan al kınalı bir mahzun kız

                               Ne çare sağ olsak, yaşasak biz

                               Zira mevsim şimdi, yaz değil güz.

                               Cüretin kimedir bre densiz?

                               Ne yüz, ne bin, yıkamaz cümleniz

                               Ezel Türk, ebed Atatürk'üz biz.

 

                                                         A. Nilhan ATSÜ

                                                30 Haziran 2016 Perşembe

 

 

CORONA günlerine ithâfen…

 

MASKELİ BALO                         

 

Bütün dünya, dört bir yandan,

Yazar-çizer, hem de ağlar,

Genç, yaşlı, çoluk, çocuk,

Aman dinleyin dostlar,

Benim de hepimize, iki çift lâkırdım var;

İşte tam da bugünlerde,

Bir “Taç”lı geldi âleme,

Kuruldu tahta, orduyla

Ve seslendi insanlara;

“Yaktınız, yıktınız,

Bıktınız, şımardınız,

Haydi, şimdi buyurun Balo’ya,

Macabre Dansı’na, *

Ama kurallarım var,

Evvelâ yıkansın eller,

Öyle kol kola değil,

Birer metre arayla,

Aklı karalı, morlu sarılı,

Maske takın sırayla,

Başlayın dansa bir arada,

Kimin soluğu güçlüyse,

O kalacak ayakta,

Cesareti olmayanlar,

Katılmasın Balo’ya,

Unutun baharı, yazı,

Camdan bakın hayata

Bilin ki; ders alana dek,

Uzayacak bu dava.”

Dillerdeki budur ama

Son söz düştü yine bana,

Ne yapmalı, ne etmeli?

Bitirmeli eziyeti.

Analarım, atalarım,

Ağalarım, bacılarım,

Kızlarım, kızanlarım,

Emmilerim, dayılarım,

Fatma teyze, Ayşe hala,

Kulak verin lâflarıma;

Şöyle büyücek, dört köşeli bir peşkir bulalım,

Sarışınım, kızılım,

Esmerim, kumralım,

Tutalım bir ucundan barış ve hoşgörüyle,

Doğa ve tüm canlılara saygıyla öte uçtan,

Kalan ikisinden birine inanç,

Berikine de umutla sarılalım,

Serpelim bol bolamat,

Sevgi tozu ile şükür dumanını birbirine katarak,

Serelim peşkiri elele,

Dünyamızın üstüne,

İşte o vakit, taht da düşer, taç da,

Balo da biter, dans da,

Ve ondan kelli,

Açılır bütün kapılar hayata.

 

       A. Nilhan ATSÜ

25 Nisan 2020, İstanbul

 

*  Macabre Dansı (Danse Macabre): Ölüm dansı olarak da adlandırılan, ölümün evrenselliği üzerine bir geç ortaçağ sanatıdır. Hayattaki konumu ne olursa olsun, bütün insanları birleştirir. Rönesans dönemi resimlerinde kullanılan ölüm temalarından biri olup, dans eden insanların arasında Azrail figürü de yer alır.

 

Şair Dr. Nilhan,  kitaba koşma hızını artırarak yol almaktadır. Meslek yaşamındaki başarısına koşut, sanat yaşamında başarılar ve esenlikler!  

*

                                         

BİR ÖMÜR

 

Uçan kuştan, esen yelden,

Gülen gözden, bir melekten,

Haber nasıl da yetti,

Pamuğa sarmalı şimdi sizleri,

Şiirlerle, şarkılarla,

Dualarla, niyazlarla,

Sevmeli, öyle sevmeli,

Yıllarca, asırlarca, aşk ötesi,

Sahi kaç yıl oldu?

ÖZ AYnı, kalpler bir,

Dil aynı, sözler bir olduktan sonra,

Yılların ne önemi var?

Kutlu olsun canlar.

 

A. Nilhan ATSÜ

22 Ocak 2020

Dostlarımıza evlilik yıldönümü armağanı

 

Vakitsiz yitirdiklerimize ithâfen

 

DENİZ’LER DİLE GELSE

 

Sıcak bir gülüştü o;

Kış ayazını ısıtan.

Tatlı bir düştü;

Turunç reçeline bulanmış saçlarını,

Rüzgârlarla savuran.

Masum bir bakıştı belki de;

Tüyden hafif adımlarla,

Hayat dansını yapan.

Ebem kuşağı gibi;

Renk renk umutlar saçan.

Başka diyarlardan gelmişti belli,

Minik elleriyle,

Tek tek kalplere dokunan.

Periler Kraliçesi’nin gözünün nûru mu?

Denizler Sultanı’nın canı mı desem?

Ömre ömürler katan.

O güzel gülüşü hep yüzündeyken,

Küçük yüreğinin yorulduğu gün,

Bir Melek gördüm o an,

Geniş, beyaz kanatlarıyla,

DENİZ’den göğe uçan…

 

A. NİLHAN ATSÜ

7 Şubat 2021 Pazar

 

 

 
Toplam blog
: 782
: 1295
Kayıt tarihi
: 18.08.08
 
 

Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu'nu, İzmir Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü, İstanbul Çapa M..