Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Temmuz '18

 
Kategori
Kitap
 

Sakallı Celal ve Köy Enstitüleri

Sakallı Celal ve Köy Enstitüleri
 

“Türkiye’de aydın geçinenler, Doğu’ya doğru giden bir geminin güvertesinde, Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanan insanlardır.”    SAKALLI CELAL

“Konuşan insanı sevmiyoruz biz.”diye söze başlasam… Hayır, hayır, yanlış olur bu.

Konuşan insanı severiz ama bizi överlerse. Övsün de bizi, nasıl överse övsün.

Özellikle de bizde hiç bulunmayan özellikler, güzellikler ve yeteneklerle övsün.

Sözgelişi tembelsek, çalışkan olduğumuzu, kör isek, badem gözlü olduğumuzu, ayrıca yakını ve ırağı çok iyi gördüğümüzü söylesin.

Kıskançsak, dedikodu yapıyor ve onun bunun kuyusunu kazıyorsak, kesinlikle böyle alçaklıklara tenezzül etmediğimizi özellikle belirtsin.

Dünyada iyi ve güzel olan ne varsa bizim için söylesin; yazsın. Böylece vatanı ve milleti herkesten çok seven bir insan olduğunu kanıtlamış olsun ki, biz de onu beğenelim, biz de onu övelim; biz de onu istediği bir koltuğa oturtalım; değil mi ya!

Ne yazık ki, bazıları bu basit gerçeği bir türlü anlayamıyor. Anlayamayınca da en büyük zarara uğrayan kendileri oluyor tabii.

Zeki ve anlayışlı akranları jet hızıyla yükselirken, bu gerçeği bir türlü öğrenemeyenler ya yerlerinde sayıyor ya da bulundukları mevkileri bile koruyamıyorlar.

“Sakallı Celal” adını duymuşsunuzdur mutlaka.

“Duymasına duyduk da kimdir, necidir; pek tanımıyoruz.”mu dediniz?

Al benden de o kadar!

Gerçekten de Hürrem Arman’ın, “Piramidin Tabanı” (Köy Enstitüleri ve Tonguç) adlı eserini okuyuncaya kadar, yalnızca adını bilirdim ben Sakallı Celalin. 

Hürrem Arman, 1928’de Edirne Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra, Aydın’a öğretmen olarak atanır. Yazarımız, Sakallı Celal’le burada tanışır. 

Nasıl mı? 

Kurtuluş Savaşı sonrası, Cumhuriyet ilan edildikten sonra, Ankara Lisesi Müdürü olan Sakallı Celal, bir olay sonucu Aydın Sanat Okulu Müdürlüğü’ne sürgün gönderilir. Burada da Bakanlıkla bir konuda anlaşamayıp istifa ederek bir marangozun yanında çalışmaya başlar. Bunu duyan Hürrem Arman bu ünlü “isyankâr eğitimciyi” görmeye gider.

Heybetli bir yapısı ve lakabına uygun uzun bir sakalı vardır; Celal Bey’in. Sırtında tulum, kollar sıvalı olarak bir kalası rendelemektedir.

“- Buyur, otur bakalım genç öğretmen, hem çalışalım, hem laflayalım.”der.

İşini hiç bırakmadan, ara sıra alnındaki terleri silerek şöyle konuşur:

“Talebeye (öğrenci) çok işe yaramaz bilgi veriyoruz okullarımızda. Müfredat programları ne derse desin, bilginin işe yaramayanlarını atmaktan korkmamalı. Çocuklara iş öğretmeli. Bir de okuma zevki ve alışkanlığı vereceksiniz. İnsanlar düşünecek ve doğruları, kim ne derse desin, söyleyecek ve yapacak. Doğruların üzerine giden ve bir de elinden iş gelen insan hiçbir şeyden korkmaz. Müdürlükten ayrılır, tahta rendeler, gene de geçinir ve faydalı olur. Kimseye kuyruk sallamaz. Doğru gördüğü yolda yalnız yürümesini de bilir. Dünyada iyi iş, bayağı iş diye bir şey yoktur. İnsanlara faydalı olduğun müddetçe iş iştir.” (*)

Koskoca bir lise ve sanat okulu müdürü iken, kendi isteği ile memuriyetten ayrılıp marangoz çırağı olarak çalışan bir insanın söylediği bu sözlerin altına ben de atarım imzamı.

Sakallı’nın marangozluk gibi bir mesleği olmasaydı, boyun eğmek yerine istifa edip ayrılmayı nasıl göze alabilirdi?

Dikkat edilirse, Sakallı’nın savunduğu eğitim, Köy Enstitülerinde uygulanan eğitimdir. Yani okullar, ezber değil, iş öğretmelidir. Boyun eğen değil, okuyan, düşünen, eleştiren, iş yapmaktan zevk duyan insanlar yetiştirmelidir.

Elinden iş gelmeyen korkak, pısırık insanlardan kime ne hayır gelir ki? Böyle biri doğru bildiği yolda tek başına yürümeye cesaret edebilir mi?

Bildiğiniz gibi, Köy Enstitülerinde okuyan öğrencilere duvar ustalığı, demircilik, marangozluk gibi meslekler yanında çiftçilik, arıcılık, büyük ve küçükbaş hayvan yetiştirme, kızlar için dikiş, nakış, yemek ve hemşirelik gibi meslekler yaparak ve yaşatılarak öğretilirdi.

Köy Enstitülerinde, gerektiğinde öğretmen ve müdürlerini bile eleştirerek yetişen öğrenciler, öğretmen olarak atandıklarında, inançlarına aykırı emirler veren yöneticilere boyun eğmemişlerdir. Ancak bizim yöneticilerimiz nedense düşünen insanı sevmez. Okuyan, yorum yapan, eleştiren insanı hiç mi hiç sevmez. Onlar için makbul insan; ne söylerse söylesin, “Evet efendim, haklısınız efendim, emredersiniz efendim, baş üstüne efendim.” diyen, ne düşündüğünü asla söylemeyen insandır.

Aykırı davrananlara gereken ders verilmelidir elbet! Önce bir soruşturma açarak gözünü korkutursun:

 “Ben ettim, siz etmeyin efendim” deyip korkup yalvarmazsa, sürgün edersin. Yine de korkmazsa “Bakanlık emrine alır” yani işine son verirsin.

Tabii canım, çok sık duyduğumuz gibi, “Herkes haddini bilmeli” değil mi?

Bir öğretmen müdürü, müfettişi, kaymakamı, valiyi nasıl eleştirebilirmiş!

Bu tür kötü örneklere asla izin vermemeli! Hele hele eleştirilerini yazmak densizliğinde bulunan Mahmut Makal, Aziz Nesin, Mehmet Başaran, Feyzullah Aktan gibi “vatan haini teröristleri” hemen kodese tıkmalı!

Sakallı Celal’in karakteri boyun eğmeye müsait değildir. O nedenle, 1928’de küçük bir Anadolu kasabası olan Aydın’a sürgün gönderilir. Böyle bir adamın Ankara Lisesi Müdürü olarak kalması sakıncalıdır elbette!

“Okulun ve öğretmenin görevi, çocuklara iş öğretmek, bir de okuma zevki ve alışkanlığı vermektir.” der ya Sakallı, yüzde yüz haklı. Onca yıldır beni arayıp soran öğrencilerimin hepsi de, “Bize okuma zevki ve alışkanlığını siz kazandırdınız.” dediler hep.

 “Fuzuli’nin ve Nedim’in edebi şahsiyetlerini siz öğrettiniz. Aruz veznini, hece veznini sizden öğrendim.” diyeni duymadım hiç.

Keşke bir iş yapmasını da öğretebilseydim onlara. Ama ben bilmiyordum ki iş yapmasını. Bilmediğim bir şeyi nasıl öğretebilirdim?

Oldu olacak, Sakallı Celal’in özdeyişlerinden birkaçını vererek bitirelim bu yazıyı:

“Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir.”

“Bir kızın, tıraşlı bir erkeği güzel zannetmesi hazindir.”

“Bu kadar cehalet, ancak tahsille mümkün olur!”

“Hiçbir yoğurtçunun yoğurt olduğu görülmediği gibi, hiçbir Türkçü’nün de Türk olduğu görülmemiştir.”

Lütfen bu söz üzerinde biraz düşünelim. Sözgelişi, “Türkçü” sözcüğünün yerine başka sözcükler de koyabilirsiniz.  Ve son bir özdeyiş:

“Meşrutiyeti getirdik olmadı; Cumhuriyeti getirdik olmadı; biraz ciddiyete ne dersiniz?” 

Hüseyin Erkan

 

(*) Piramidin Tabanı (Köy Enstitüleri ve Tonguç) Anılar, Hürrem Arman, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Yayınları, 2016 İzmir

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..