Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Şubat '12

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Sakin Öner için görkemli tören

Sakin Öner için görkemli tören
 

“İnsan odur ki bırakır her yerde bir eser, Eseri olmayanının yerinde yeller eser.”     

                                     Mevlana

 

Sevmek;

Vermektir doyumsuzcasına,

Bir ana yüreği gibi karşılıksız,

Ve toprak gibi dostçasına

Almadan vermektir sevmek.

Bütün kuşkulardan arınıp,

Sevgiyi sevdiğine cömertçe vermek.

 

Sevmek;

 Mürşidin cezbesinde eriyişi gibi dervişin

Ve güneşe pervane oluşu gibi yerin,

Sevdiğini saymaktır sevmek.

Sevgilinin büyüklüğüne karşı,

Saygının görkemini sermek…

 

Sevmek;

 Paylaşmaktır paylaşılamayanları bile.

Sadece sevabın bereketini değil,

Günahın felâketini de.

Her şeyi sonuna kadar

Bölüşmektir sevmek

Ve bir bütünün parçası olduğunun

Zevkine ermek…

 

Sevmek;

Ölmektir sevgilinin benliğinde.

Mecnun’da Leyla’nın ölmesi gibi.

Kaybolup gitmek kül sessizliğinde

Ve öldükçe yeniden dirilmek…

 

Dr. Sakin ÖNER

 

          ***

 

            Eğitimci-Şair-Yazar-Başöğretmen-Dr. Sakin Öner’i tanımam epeyı geçmişe dayanır. Ödül aldığım Denizlililer Vakfı Altın Horoz Yazı Yarışması’ndan… Sonra Pera Palas Günleri’nde, Vefa Lisesi ve İstanbul Lisesi Müdürlüğü dönemlerinde sürdü.Kişisel işini görevine karıştırmayan, hümanist ve vatansever  karektere sahiptir.

            Özellikle 24 Kasımlarda Vefa Lisesi’nde düzenledikleri “Öğretmen şairler şiir dinletisi”ne çağrılı olarak katıldım. Yankı da yaptı! Ziyarete gittiğim İstanbul Lisesi’ndeki makamında cana yakın karşılamasını gördüm. Eğitimde 40. Sanatta 50. Yılı Kutlama Töreni için davetiye verdi.

            28 Şubat 2012 günü Eminönü Halk Eğitimi Merkezi’nde Saat 17.00’deki ikram sonrasında salonda yerler alındı. Sakin Öner dostları, koltukları doldurdu. Şair İbrahim Güleç ile yan yana oturarak yerimizi aldık. Gönderilen onlarca çelenk ve çiçek sepeti ayrı bir renk katar görünümdeydi.

           Tören başladı. Slâyt gösterisi eşliğinde Öner’in özgeçmişi sunuldu. Öğrencisi olduğunu öğrendiğimiz başarılı sunucu edebiyat öğretmeni Aysel Çetin, şirini jest ve mimiklerle ve oldukça rahat durumda güzel yorumladı. Gelen telgraf metinlerini duyurdu.

           Ardından Sakin Öner, kendisinden beklenen etkili konuşmasını gerçekleştirdi!

           Organize oldukça güzel seyretti. Fotoğraf sanatçısı Celal Yılmaz, görüntüleri deklanşörledi        Konuşmalar, şiirler ve izlenimler art arda sürdü. Kimi zaman duygusal, kimi zaman coşkulu denebilecek anılar dile getirildi. Plaket ve armağan verenler oldu. Kimler mi bunlar? Hemen saptamalarımı  aktarayım:

 —Mikrofonik sesiyle şiirini çok mu çok güzel yorumlayan ve yoğun alkış alan Nişantaşı Rüştü Uzel Kız Teknik Meslek Lisesi Müdürü Vasfiye Öztürk...

 —Konuşmacı şair-yazar ve fakülteden okul arkadaşı Ahmet Özdemir...

 —Eğitimci şair Bestami Yazgan,

Mustafa Miyasoğlu,

—Eğitimci şair Yusuf Dursun...

—TV yapımcısı Uğur Dündar, etkili konuşmasıyla Öner’in lider kişiliğini aktardı.

—İstanbul (erkek) Liseliler Vakfı Başkanı Levent Bıçakçı,

Necat Ekrem Basmacı,

—Vefa Lisesi Eğitim Vakfı Başkanı Yusuf Öztiryaki,

—Eski Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli (Gazeteci Öner’i anlattı.)

—Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürü Şeref Çalışır,

—Fatih Kaymakamı Hasan Karakaş,

—İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız,

—Eğitimci şair Köksal Cingöz,

—Vefalılar Derneği Başkanı Hakkı Baliç,

—Vefa Lisesi O.A.B. Başkanı Nazmiye Kutlu,

Mustafa Erkal,

—Türk Dünyası Derneği’nden F. Öcal,

— Fatih ilçesindeki muhtarlar,

— İstanbul Lisesi O.A.B.Başkanı Nilgün Alparslan,

—Pertevniyal Lisesi Spor Kulübü Başkanı,

—Hoca Ahmet Yesevi Derneği Başkanı Erdoğan Aslıyüce,

—Uğur Dershanesi Şubesi Müdürü Şahin Güngör

 

            Evet… Evini bile ihmal ederek yürüttüğü kutsal ve başarılı bir görevin sonlandırmasına yakın Sakin Öner için veda gecesi töreni gerçekleşti denebilir. Gece, Öner'in yorumladığı Sakarya Türküsüyle noktklandı. Böylesi organize ve tören, ender kimselere nasip olur. Buradan dostlarını selamlıyorum ve alkışlıyorum!

 

            Mevlana’nın anlamlı bir özdeyişi var: “İnsan odur ki bırakır her yerde bir eser, Eseri olmayanının yerinde yeller eser.”

 

           Uğraştım Sakin Öner’i kutluyor ve esenlikler diliyorum. 

                                                                                         ***

                                                              Dr. Sakin  Öner’in konuşma metni  :

 

EĞİTİMDE 40. , SANATTA 50. YIL KONUŞMASI

(28.02.2012)

 

        Sizlere nasıl edebiyatçı ve eğitimci olduğumun kısa hikâyesini anlatacağım.

         Eşyayı tanımaya başladığım beş-altı yaşlarında ilk karşılaştığım kitaplar babamın Kanun kitapları idi. Babam yüz elli liralık mütevazı memur maaşının elli lirasını kiraya verir, geri kalan para ile dört kişilik ailesini geçindirir, bir de günlük gazete alırdı. Babam gazeteyi okuduktan sonra ben makası elime alır, bir kasap edasıyla resimlerini, yazılarını keser, ağaç çubuklarla kerpiç bahçe duvarlarının aralarına asardım. Henüz okuma yazma bilmiyordum, ama ben onlarla konuşuyor, onları konuşturuyordum.  Sizin anlayacağınız, benim ilk oyuncaklarım bu gazete kağıtlarıydı. Okumayı öğrendiğim sekiz yaşlarında da Hayat Mecmuası yayımlandı. Babam ona da abone oldu. Ben derslerden önce gazete ile mecmuayı ilanlarına kadar okurdum.

         On yaşlarında Afyon’un Sandıklı ilçesinde Ali Çetinkaya İlkokulu dördüncü sınıfında okurken şiir virüsünü bünyeme Mete Öner isimli sınıf arkadaşım zerketti. Aslında soyadı benzerliğinden başka bir yakınlığımız yoktu. Ama samimi olmuştuk. İkimizde şiir denemeleri yapıyorduk. Bana sürekli kütüphanelerinden kitap getiriyordu. Ben de işi gücü bırakıp bunları okuyordum. O yaşta Aziz Nesin külliyatının tamamını okudum. Ama, sadece şiir yazmak beni kesmiyordu. O zamanlar her şey gibi kağıt da kıttı. Babam derslerimizde kullanılmak üzere birer top kağıt alıyordu, ihtiyaç oldukça veriyordu ve gerisini de saklıyordu. Kafama dergi çıkarmayı koymuştum. Araya araya babamın kağıt zulasını buldum ve fare gibi tırtıklamaya başladım O kağıtları ikiye katlayıp kitapçık haline getirip içini dergi gibi, şiir, resim, karikatür, bilmece ve faydalı bilgilerle dolduruyordum. İşin tuhaf tarafına bakın ki, bana şiir, edebiyat virüsünü bulaştıran Mete, fenci oldu, ODTÜ de profesör oldu, şimdilerde Amerika’da çalışıyor. Ben ise edebiyatçı oldum.

         O yıl 27 Mayıs 1960 İhtilâli olmuştu. Babam bir yıllığına Ankara’ya kursa gidince biz de Bandırma’daki dayımın yanına gittik. Bandırma Şehit Mehmet Gönenç Lisesi’nin Orta ikinci sınıfına başladım. Okula adı verilen kişinin, Kore’de Kunuri Savaşlarında birliğinin başında şehit düşen Bandırmalı bir üsteğmen olduğunu öğrendim ve  hâtırasına bir şiir yazdım. Şiiri de Türkçe Öğretmenim Münevver Yardımsever’e gösterdim, beğendi ve sınıfta okuttu. Ondan sonra gelenek haline getirdi, her derse bana bir şiir okutarak başlıyordu. Ben mecburen her hafta bir şiir yazıyordum. Münevver öğretmen, farklı bir öğretmendi. Her hafta bir kitap okutuyor, bilgilerini Bibliyografya Defteri’ne yazdırıyordu. Şiir Defteri tutturuyordu. Sınıflar arasında Türkçe-Edebiyat Bilgi Yarışmaları yaptırıyordu. Ben kendimi tamamen şiire,  kitaba kaptırmış, diğer dersleri ikinci üçüncü plana bırakmıştım. Birinci dönemin sonunda beş  zayıfım vardı, o yıl neredeyse sınıfta kalıyordum.

         Münevver Öğretmen, beni edebiyatın sihirli vadisine atmıştı. Bir gün okulun yanındaki Bandırma Ufuk Gazetesinin yazıhanesine giderek,  Şehit Mehmet Gönenç için yazdığım şiirin yayınlanmasını istedim, birkaç gün sonra da yayınlandı. Evladı doğan bir baba gibiydim. Bu cesaretle ilk yazdığım Gurbet isimli şiiri de verdim, o da yayınlandı. Yıl 1961. Artık matbaa mürekkebinin kokusunu almıştım, bu işin dönüşü yoktu.

         Aynı yıl, babamın kursu bitti, Van’a tayini çıktı. Van Atatürk Lisesi’nin Orta kısım üçüncü sınıfına kaydoldum. O zaman Van’daki dört matbaada dokuz gazete çıkartılıyordu. Ben yavaş yavaş şiirlerimi mahalli gazetelerde yayınlatmaya başladım. Ama ebeveyn korkusuyla müstear isimler ve rumuzlarla. O yıl yapılan ortaokullararası şiir okuma yarışmasında kendi yazdığım şiirle üçüncü oldum. O yarışmada Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü isimli şiirini duydum, bu şiirden çok etkilendim ve temin edip ezberledim. Bir sonraki yıl Lise birde bu şiirle liselerarası şiir okuma yarışmasında birinci oldum, Necip Fazıl’ın Çile isimli kitabını ödül olarak verdiler. Bu kitap, Atatürkçü, milliyetçi ve vatansever duygu ve düşüncelerime, manevi, mistik ve felsefi konuları da ekledi. Aynı yıl Yeşil Van gazetesinde fıkra yazarı oldum. Köşemin adı “Bahçemin Çicekleri” imzam da “Bülbül”dü. Artık lisede adım “şair”e çıkmıştı.

         Lise sona geldiğimde babamın tayini Yozgat’a çıktı, Yıl 1964. Tarihi Yozgat Lisesi’nin 6 Ed. D sınıfında okuyordum. Burada Cemil Çiçek’le ve bir yıl önce bu okuldan mezun olup İstanbul Hukuk’ta okuyan Taha Akyol’la tanıştım. 1965 yılında Taha Akyol’un başkanlığında Yozgat Kültür ve Kalkındırma Derneği’ni kurduk. Böylece cemiyetçilik hayatım başlamış oldu. O yıl, sınıfımızdan 11 kişi İstanbul Hukuk’u kazandı. Bunlardan onu hukukçu oldu, fakat ben olamadım. Çünkü, çocuklukta gazete kağıtlarıyla oynayarak başlayan ve Bandırma’da matbaa mürekkebini koklayarak devam eden, Van’da stajını yaptığım gazetecilik sevdası, basın hayatının merkezi İstanbul’da peşimi bırakmadı. Bu yönelişte biraz da geçim sıkıntısının etkisi vardı.

         Kimseyi tanımıyordum, ama sosyal ve kültürel faaliyetlerde yetişmekten gelen bir medeni cesaretim vardı. 1965 yılı Aralık ayında yeni yayınlanan Babıalide Sabah gazetesine gittim. Genel Yayın Müdürü, Yazı İşleri ve İstihbarat Servisi çalışanları tek odanın içindeydi.  Genel Yayın Müdürü rahmetli Ergün Göze beye işe ihtiyacım olduğunu, muhabir olarak çalışabileceğimi, Anadolu’da mahalli gazetelerde gazetecilik yaptığımı söyledim. Hayır demedi, ama iki gün üst üstte öğleden akşama kadar bekletti,  kerhen üçüncü gün Milli Türk Talebe Birliğinde peşpeşe verilecek iki konferansın haberini yazmamı istedi. İşte o salon, bu salondu. Birlik Başkanı geleceğin parlamenteri Rasim Cinisli’ydi ve bu salonda her hafta en az iki konferans verilirdi, bir kültür ocağı gibiydi.  İstanbul’a gözlerimi bu binada ve yandaki Şerefefendi Sokak’ta açtığım için sizleri bu salona davet ettim. Akşam üzeri konferanslar bitti,  haberini yazdım. İstihbarat Şefi, geleceğin parlamenteri Hasan Korkmazcan’a teslim ettim. Sabahleyin heyecanla gazeteyi aldım, haberim aynen çıkmıştı. Ve ben o gün haftada 75 lira ücretle gazeteciliğe başladım. 1966’da Bugün gazetesine transfer oldum.

          1967 yılında hayatımda ve yetişmemde büyük etkisi olan, Beyazsaray Kitapçılar Çarşı’sında 41 numaralı kitabevini okul haline getiren Ahmet Büyükkarabacak’la tanışmam ve onun çıkardığı dergide başlayan dergicilik, ardından Türk Kültür Yayınları ile devam eden yayın hayatı. Bu arada, Hukuk Fakültesinden ayrılış, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne giriş. O dönemde gençlik kaynıyor, sağ-sol hareketleri, arayışlar, ayrılışlar, çözülüşler. Ben bir taraftan çalışıyor, bir taraftan okuyor, bir taraftan da cemiyet faaliyetleri içinde aktif olarak yer alıyordum.

         Sonra okul bitti, stajyer Edebiyat Öğretmeni olarak ilk görev yerim memleketim Denizli Lisesi’ne atandım. Doya doya yapılan dört yıllık öğretmenlikten sonra kısa dönem askerlik. Dönüşte İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde başlayan idarecilik hayatı. 1978 ortasında Sinop Lisesi’ne sürgün, bir yıl tekrar gazetecilik, 1980’de Şehremini Lisesi’nde başlayan, Pertevniyal Lisesi, Sarıyer Behçet Kemal Çağlar Lisesi, ardından İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Vefa Lisesi ve bugün İstanbul Lisesi’nde devam eden eğitim yöneticiliği. 1980’li yıllarda başlayıp, resmi görevime öncelik tanıdığım için 55 yaşında bitirilen doktora çalışması ve birinci sırada Başöğretmen ünvanıyla ödüllendirme. Ve bir hafta sonra  çok sevdiğim eğitimcilik mesleğime veda etme. İşte kırk yılın özeti. Ama hayatın değişmez bir kuralı vardır; bidayeti olan her şeyin bir nihayeti vardır.

         İnsan ömrünün içinde bir çok hayatlar vardır, harplerin içinde bir çok muharebeler olduğu gibi. Gördüğünüz gibi, ben hiçbirinden kopamadığım için, asli işim olan eğitimcilik hayatımı sürdürürken, basın-yayın hayatını ve cemiyetçilik hayatını da birlikte yürütmeye çalıştım. Maalesef, ev hayatımı ihmal ettim, büyük kızımın ifadesiyle ancak altmış yaşında onlarla arkadaş olabildim. Benim bu sakin olmayan tempoma anlayış gösteren eşime, çocuklarıma teşekkür ediyorum.

         Ne yapayım, bu vatanı, bu milleti, yüce Yaradanı, başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerini, binlerce yılda üretilen kültürümüzü, tarihimizi, tüm millî ve manevî değerlerimizi çok sevdim. Onları yaşamaya ve yaşatmaya çalıştım. Belli bir olgunluğa eriştikten, insanların yaradılış gereği farklı düşünce yapısına sahip oldukları gerçeğini kavradıktan sonra, vatan haini olmayan yurdumun tüm insanlarını sevdim. Yaradılanı Yaradandan ötürü hoş görüp herkesi kucakladım, halka hizmeti Hakk’a hizmet bildim. Tarafsız ve âdil olmaya çaba gösterdim. Siyaseti, görev yaptığım eğitim mâbedi okullara sokmamaya özen gösterdim. Yunus’un dediği gibi her dem yeni olmaya, yeni kalmaya çalıştım. Güzel işleri, duyguları ve düşünceleri çevremle, meslektaşlarımla paylaştım, iyi örnekleri de çalıştığım kurumlara taşıdım. Yurdumun tüm çocuklarının, gelişmiş ülkelerin çocuklarıyla rekabet edebilecek kalitede çağdaş bir eğitimle yetiştirilmelerini amaç edindim. Bu duygu, düşünce ve ideallerle, devletin bana hizmet imkânı verdiği süreyi, sonuna kadar kullandım.

         Bugün bu salonda, İstanbul’daki 47 yıllık hayatım içinde, değişik platformlarda, değişik etkinliklerde birlikte olduğum büyüklerim, dostlarım, arkadaşlarım ve öğrencilerim var. Hepinizi çok sevdim ve bugünlere sizlerden aldığım güç ve destekle geldim. Öğrencilerimin ve meslektaşlarımın öncülüğünde düzenlenen bu özel günümde beni yalnız bırakmadığınız için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Üzülmeyin, yine sizlerle birlikte Türkiye’nin daha gelişmiş, daha aydınlık ve daha güçlü olması için çalışacağım, koşacağım.

  

Koşan elbet varır, düşen kalkar,

Kara taştan su damla damla akar.

Birikir sonra gümüş bir gül olur,

Arayan Hakk’ı en sonunda bulur.

                Tevfik Fikret

                                                     *

 

 muhsindurucan@hotmail.com

                                                                           

 

 

 
Toplam blog
: 782
: 1295
Kayıt tarihi
: 18.08.08
 
 

Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu'nu, İzmir Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü, İstanbul Çapa M..