Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '11

 
Kategori
Deneme
 

Saklambaç

Saklambaç
 

Hayat oyununa devam ederken, hiç bir şey olmamış gibi davranamazdım. Bende oyundaki repliklerimle katıldım sahneye… Oyuncu olmak kolaydı, zaten her insan bir figürandı hayatta. Geriye “iyi oynamak” kalıyordu sadece! Hevesliydi herkes katılmaya bu oyun dünyasına!!!! Eee… Bana da düşen yazmaktı “düşler piyesini”…. Oyunlar da herkes gibi ben de payıma düşeni alacaktım…. ( Çok sonraları öğrensem de bunu)!!!!.... 

Körebe”; Oyun bilindiği üzere birinin gözlerini uzun bir atkıyla, kumaş parçasıyla vs. bağlayarak; görmeden diğerlerine dokunup onu ebe yapmasıydı özünde. Kaçanlarsa aslında hep yakalanmak istediklerinden, gözlerini sıkıca bağlamazlar, hep bir aralık bırakırlardı/ bir açık kapı kalırdı gözler ardında. Yakalanmaktı istediğimiz, görmediğine inandığımız biri tarafından hissedilerek yakalanmak… Ve sanki sadece bağlandığında göremeyeceğimizi sandığımız gözlerimiz zaten kör olmuştu zamanla (!) 

… Sonra “Saklambaç” vardı: hani şu direğe/ duvara/kapıya vs. sırtını dönen ebe başlardı saymaya;” 10, 20, 30…..100..önüm, arkam , sağım , solum ‘SOBE’ “ deyip de yüzünü dönünce kimsecikler kalmamış olurdu etrafta. Arayıp bulmaktır en kolay yerdekini / saklandığı o kuytu karanlık köşelerden çıkartmaktır EBE’nin amacı…zaten hep bulunacağımızı bile bile en bakılası yerlere saklanır, sonra da kıs kıs gülerdik daha kolay bulunmak için… Hayata neden böyle gülüp, bizi yakalamasını istemiyoruz/ hep kaçıyoruz dur durak bilmeden… Saklandıkça içimize çıkamıyoruz kendi kabuğumuzdan… İlle birileri ”EBE “ olmalı ve bizi yakalamalı. Saklambaç(!); öyle dolambaçlı bir adı olduğuna bakmayın çocukluğumuzun en zevkli / bıktırmayan ve en basit oyunlarından biriydi “ her sobelendiğimizde içten içe kızar, ama aslında sevinirdik bulunduğumuzda… 

Birde ; toplusu vardı bu saklambacın/oyuna top da dahil olunca yuvarlanıp giderdik kendi dünyamızda…. top demişken “yakan top” da yakardı canımızı / “ortada sıçan” bir diğer adıyla…. Sonra benim en sevdiğim oyun “ renkli istop” vardı…. Renklerle yeni bir tarz oluştururduk. En esrarengiz , en olmadık rengi söyler , başlardık topu olup olmadık yerlere savurmaya…. Hep başkalarına atmaya/ onları en can alıcı noktalarından vururduk / tıpkı ; işlediğimiz suçları hep başkasının üstüne yıkmak istediğimiz gibi… Renklerse o vurulma anından sonra siyah oluverirdi sanki benim için! Can evimden vurulmaktan korkar, ve hep birisi topu havalara atıp tuttuktan sonra sadece renk söylesin isterdim/ … 

Sadece renklere dokunmak…. 

Ve “El kızartmaca” oynardık, el ele üstüne konur başlanırdı sırayla kızartana hatta kendi elimiz acıyana kadar karşımızdakinin canını yakmaya…. Oysa oyundu işte ne kadar istesek de yakamazdık bu sahte vuruşlarla canını, / bir “sözümüzle” yaktığımız kadar… Sadece vurduğumuz yerler kızarır ; ki bununla beraber eğlenirdik. Elimizi kaçırabildiğimiz anlarda ise; mutluluğumuz katbekat artardı….”El kızartmacaydı” oyunun adı, bir nevi yüz kızarması gibi… Ama yüzümüz eğlendiğimiz için değil, utanılacak şeyler yaptığımızda kızarırdı ya da karşımızdakinin o ağır/inciten ve bir tokat gibi yüzümüze indirilen sözlerine / ve kızardık böyle anlarda gülümsemek yerine…. 

Ama her güzel oyunun sonunda olduğu gibi illaki birisi yakalanırdı / saklandığı kuytu köşelerden çıkartılırdı aydınlığa/ sobelenirdi hep hayata; vurulurdu hiç beklemediği anda bir top’la ya da topa yüklenen kızgınlıkla/ hırsla yüzüne çarpılan bir tokatla… Başkalarına dokunulur/ başkalarına yüklenirdi suçlar, yakaladığımızda birisini, her oyunda kendimizi aklardık ; temize çıkarırdık pekala !!!! Kurtulurduk kendi cezamızdan, ötelenirdik yeni oyunlarda başkalarının canını yakmaya…… 

 

 
Toplam blog
: 15
: 369
Kayıt tarihi
: 10.05.11
 
 

Dokuz Eylül Üniversitesi Görsel Sanatlar Öğretmenliği okudu. MEB'te resim öğretmenliği yapmakta. ..