Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '11

 
Kategori
Tarih
 

Saklı Şehzadeler...

Saklı Şehzadeler...
 

Tuğra...


Osmanlılarda hanedan üyesi sayılabilmek için, ilk şart, sarayda doğmuş olma şartıdır. Padişahların cariyelerinden biri, herhangi bir nedenle saraydan dışlanıp, uzaklaştırılıp, başka biri ile nikâhlanırsa, öncesinde padişahtan hamile kaldığı ortaya çıksa bile; dünyaya gelen çocuk padişah ile ilişkilendirilmez, onun sayılmaz; erkek, şehzadelik; kız ise sultanlık hakkını yitirir. 

'Porfirogenetos' (sarayda doğmamış olmak) kuralı yüzünden, padişah oğlu, şehzade oldukları halde üç kişi, şehzade sayılmamış ve bu nedenle Osmanlı tahtına çıkabilme şanslarını yitirmişlerdir. Şöyle ki: 

1. Üveys Paşa
Şehzade olduğu halde porfirogenetos olmadığından şehzade sayılmayan ilk kişi yemen beylerbeyi Üveys Paşa'dır. Daha doğrusu bu konuda bazı güçlü söylentiler mevcuttur. Bu söylentilere göre, Yavuz Sultan Selim, şehzadeliği esnasında güzel bir cariyesi ile çok yakın ilişkiler kurmuş ve cariyesi ondan hâmile kalmıştı. Ancak, cariye, bazı şımarıklıklar yapıp, saray geleneklerine aykırı hareketlerde bulununca, saraydan çıkarılıp haremden uzaklaştırıldı ve mevcut gelenek uyarınca bir bey ile evlendirildi. Yavuz, olaydan kısa bir süre sonra padişah olduğunda, bu cariyenin hareminden dışlanmadan önce, kendisinden hamile kalmış bulunduğu saptandı. Cariye, vakti gelince bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Gelgelelim, kadın bu sırada başkasının üzerine nikâhlı bulunduğundan, çocuk da saray dışında doğup 'porfirogenetos' olmadığından, şehzade sayılmadı. Üveys adı konulan çocuğun durumu son derece gizli tutuldu ve kendisi biraz büyüyünce saraya alınıp yetiştirildi. Zira Yavuz, Üveys'i görür görmez onun kendisine son derece benzediğini fark etmiş ve Üveys'in hemen saraya alınıp yetiştirilip eğitilmesini emretmişti. Yavuz ölüp, tahta Kanunî Sultan Süleyman geçince, durumdan haberdar olduğu halde Üveys'e dokunmadı. zira, herhangi bir davranış, Üveys'e meşruluk kazandırıp yeni padişahı müşkil mevkide bırakabilirdi. Çok geçmeden de Üveys, padişahın buyruğu ile beylerbeyi olarak yemene atandı. 1547'de Üveys paşa bir çarpışmada yemende şehit düştü... 

Ünlü Osmanlı tarihçisi Ali Efendi, künh-ül ahbar adlı yapıtında Üveys paşa'nın şehit olmuş haberi İstanbul'a ulaştığında Kanunî Sultan Süleyman'ın gözleri dolarak şöyle konuştuğunu yazar: 

- O, benim baba bir kardeşimdi! 

Kanunîye, 'fitne olasılığına karşı onu niçin öldürtmeyip sağ bıraktınız?' diye sorulduğunda ise, padişahın şu yanıtı verdiği belirtilir: 

- gönlümüzde hep var olan Allah korkusu bunu engelledi! 

Oysa, kendisi Mustafa ve Bayezid adlı iki yetişkin oğlu ile beş yaşındaki torununu öldürtmekte herhangi bir sakınca görmeyecektir... Kanunî, yaşça Üveys Paşa'dan küçüktü. Bu duruma göre, annesi olan cariye, densizlik etmeyerek Yavuz'un hareminde kalabilseydi ve hamileliği sonunda Üveys'i sarayda doğursaydı, ilerde belki de Kanunî Sultan Süleyman yerine Üveys Osmanlı tahtına geçip padişah olacaktı. 

2. Hekimoğlu Ali Paşa
Ünlü Osmanlı sadrazamı Hekimoğlu Ali Paşa'nın da, aslında bir şehzade olduğu, ama şu ünlü 'porfirogenetos' kuralı yüzünden şehzadeliğinin tanınmadığı osmanlı tarihinde söylenegelir. 

İddiaya göre, II.Mustafa'nın döneminde onun cariyelerinden biri gözden düşüp saraydan taşra edildi (dışarı çıkarıldı). Cariye, venedikli bir hekim iken İslâm olan ve Nuh adını alan hekimbaşı Nuh Efendi ile evlendirildi. Ancak, kısa bir süre sonra cariyenin hamile olduğu ortaya çıktı. Dünyaya gelince 'Ali' adı verilen çocuk da, sonradan saraya alındı, İyi bir eğitimle yetiştirildi. Bu şehzade sayılmayan şehzade yani, hekimoğlu Ali Paşa, devlet hizmetinde kısa sürede yükseldi ve tam üç kez sadrazamlık yaptı. Ali'nin sırası olduğu halde, onun yerine padişah olan ise I.Mahmud'tur (1730-1754). Bununla birlikte I.Mahmud, Hekimoğlu Ali Paşa'nın kendisinin ağabeyi olduğunu bilir ve ona çok saygılı davranırdı. Nitekim bir gün huzuruna kabul ettiğinde şu sözü ağzından kaçırmıştır: 

- buyrun birader! 

Hekimoğlu Ali Paşa iyi eğitimli, bilgili, dirayetli, cesur, dürüst ve namuslu bir devlet adamıydı. ancak, çok acımasızdı. En çok eleştirilen tarafı da çok kişiyi idam ettirmesiydi. Buna karşılık, çok da seveni vardı. Ali paşa, I.Mahmud tan sonra tahta çıkan ve en silik osmanlı padişahlarından III.Osman kendisine 'seni şimdi azleder, yerine hamalbaşı Ali Ağa'yı tâyin ederim!' deyince, padişaha şu yanıtı vermekten çekinmedi: 

- elbet, yapabilirsiniz... ama o, hamalbaşı Ali ağa olur. Hekimoğlu Ali Paşa olmaz! 

3. Zülüflü İsmail Paşa
Şehzade olduğu halde şehzade sayılmayan ünlülerden biri de Zülüflü İsmail Paşa'dır... 

1839'da Abdülmecid, babası ileri görüşlü, devrimci bir kişiliğe sahip olan padişah II Mahmud'un yerine tahta çıktı. O tarihte Abdülmecid henüz 16 yaşının içinde bir delikanlıydı. Abdülmecid, daha şehzadeliği sırasında kadınlara olan aşırı düşkünlüğü ile ün yapmıştı. Saraydaki hareminde bulunan cariyelere haddinden fazla yüz verirdi. Abdülmecid, rutin işlerini tamamlayıp haremine çekilir çekilmez cariyeler onun etrafını sarar, her biri bir yanından çekiştirir, hatta kimileri omuzlarına tırmanmaya kalkışır, ama şehzade cariyelere bir şey söylemeye gerek duymazdı. Günlerden bir gün bu cariyelerden biri olmadık şımarıklıklarıyla Abdülmecid'i çileden çıkarttı. şehzade, Padişah olmadan çok kısa bir süre önce, abdest aldığı bir sırada o şımarık cariye, ibrikteki suyu ensesinden aşağı boşaltıverdi. Abdülmecid bu gerçekten sulu şakaya fazlasıyla içerlemiş olacak ki hemen o cariyenin saraydan uzaklaştırılmasını emretti. Emri hemen yerine getirildi ve cariye bir başkasıyla nikahlanarak saraydan uzaklaştırıldı. Ancak, çok kısa bir süre sonra cariyenin tahta yeni çıkan Abdülmecid'ten hamile kaldığı anlaşıldı. Oysa, artık iş işten geçmişti, zira kadın, başkasıyla nikâhlıydı. Çocuk, dünyaya gelince ona 'İsmail' adı verildi. İsmail'in durumunu bilen saray, onu hep koruması altına aldı, eğitip yetiştirdi. ama, Abdülmecid'in öteki altı oğlunun hepsinden yaşça daha büyük olmasına rağmen 'porfirogenetos' olmadığından tahta çıkamadı. Kardeşlerinden önce V.Murad'ın, ardından II.Abdülhamid'in ve Mehmed Reşad'ın padişah olduklarını gördükten sonra hayata gözlerini yumdu. II.Abdülhamid, onun kendi ağabeyi olduğunu tabiatiyle tüm saray gibi biliyordu. Paşa rütbesi alarak 'Zülüflü İsmail Paşa' diye anılan bu talihsiz ağabey, resmen askeri okullar nâzırı gibi uydurma bir ünvanla onore edildi. Yaşamını Göztepe'deki bir saraydan farksız köşkünde geçirdi. 

Son olarak Sultan İbrahim'in şehzadesinden bahsetmemiz gerek onun diğerlerinden farkı sarayda doğmuş olmasıdır. : OSMAN, Padre Ottomano da denir, Sultan ibrahim'in Gürcü kökenli cariye Zarife'den olan oğlu. İbrahim'in bu çocuğu, kendinden olan şehzade Mehmet'ten (sonradan Mehmet IV) daha çok sevmesini çekemeyen Turhan Sultan, padişahı sürekli tedirgin etmeye başladı. Bu duruma sinirlenen padişah, bir gün bahçedeki tartışma sırasında şehzade Mehmet'i sarayın mermer havuzuna fırlattı. Güzel cariyeyi padişaha sunan darüsaade ağası Sümbül Ağa, bu olaydan sonra Turhan Sultan'ın hışmından korkarak evlat edindiği küçük Osman'ı ve Zarife'yi yanına alıp, hacca gitme bahanesiyle saraydan ayrıldı. Gemi, Girit adası açıklarında Venedikli korsanların saldırısına uğradı, Sümbül Ağa öldürüldü; Zarife ile oğlu küçük Osman tutsak edildi. Korsanlar tutsakları Girit'in Venedikli valisine, o da İtalya'ya göndererek papaya armağan etti. Vaftiz edildikten sonra ilahiyat öğrenimi görüp papaz olan Osman'a papa tarafından "Padre Ottomano" (Osmanlı papazı) adı verildi ve resmen Osmanlı tahtının mirasçısı ilan edildi. Bu yüzden çıkan 1645-1669 Türk-Venedik savaşı süresince Padre Ottomano Osmanlı devletine karşı hıristiyan dünyasını birleştirmek için bir siyasal silah olarak kullanıldı. Fransa'ya giden Padre Ottomano, orada da Louis XIV tarafından Mehmet IV'e karşı Osmanlı tahtının tek vârisi olarak benimsendi (1660). Yaklaşık tüm Avrupalı hükümdarların onu Osmanlı padişahı olarak kabul ettiklerine dair sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'ya gönderdikleri mektuplar, Türk-Venedik savaşı'nın gidişini etkilemedi. Kandiye kalesinin teslim olması üzerine Girit'in Ösmanlı devletine bırakıldığına ilişkin barış antlaşmasının imzalanmasından (1669) sonra unutulan ve kendi kaderiyle baş başa bırakılan Padre Ottomano, üzüntüsünden bir manastıra kapandı. Reşad Ekrem Koçunun bu konuda Kızlarağası'nın Piçi adlı kitabında bu şehzadeliği tartışmalı kişiyi şöyle anlatır. Kızlarağası Sümbül ağa, Sultan İbrahim padişah olunca ona bir cariye satın alır. Gürcü cariye kız zannıyla alınmıştır. Fakat bir süre sonra doğurur.
Kızlararağası cariyenin yeni doğmuş oğlunu evlat edinir. Zamanın İstanbul halkı bu olayı duyunca çocuğa hemen bir isim koyar "Kızlarağası'nın piçi". Gerçeğe yakın olan ihtimalin Koçunun ki olduğunu belirtmekte fayda var. Çünkü devletin ve milletin şehzade beklediği ve hanedanın kuruma noktasına geldiği bu devirde bir şehzadeyi elini kolunu sallayarak dışarı çıkarmak ihtimal dahilinde değildir....
Talihin ve kaderin gülmediği bu şehzadeler acaba tahta geçseler nasıl olurdu sorusu acaba yaşadıklarını anlamamıza yardımcı olur mu? 

 
Toplam blog
: 15
: 8084
Kayıt tarihi
: 11.11.10
 
 

Tarih ve siyasete dair...  Sakarya / Memur     ..