Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '09

 
Kategori
İstanbul
 

Salacak sahilinden Kız Kulesi hatıraları

Salacak sahilinden Kız Kulesi hatıraları
 

Fotoğraf: Esat Sönmez (1960 tarihli bir ajandadan)


Bir karabatak aniden dalıverdi suya. Az önce yanıma konmuş olan bembeyaz martı havalandı ve suya daldı. Belli ki balık vardı denizde.

Şimdi Salacak sahilinde oturuyorum. Az önce Şemsipaşa Külliyesi önündeydim. Mimar Sinan'ın yapmış olduğu küçük ama şirin bir cami. Tam Üsküdar sahilinde. Bu nedenle Mimar Sinan camideki bazı sütunları döner sütun olarak yapmış. Yani sütunu kendi ekseni etrafında çevirirseniz, döner. Cami sahilde olduğundan zamanla denize doğru kayma olabilir düşüncesi, Mimar Sinan'a bu döner sütunları yaptırmış. Olur da yapıda kayma falan olursa bu sütunlar dönemeyecek ve böylece kayma anlaşılabilecek.

Salacak sahili bir başka güzeldir. İstanbul'da bir yaz akşamı güneşin batışını bu sahilden izlemek harika bir duygu. Ya kışın? Lapa lapa yağan karın ortaya çıkardığı manzara nasıl güzeldir anlatamam.

Şimdilerde Üsküdar'da Marmaray Projesi'ne katkı sağlıyor. Her tarafa kazı girmiş. Fakat, asfaltın yirmi santim altında antik yerleşimler çıktı ve proje durdu.

Biz Marmaray Projesi ekipleri ile arkeologları başbaşa bırakıp, Salacak sahilindeki gözlemimize geri dönelim.

Bir zamanlar Salacak sahili elbette böyle değildi. Sanıyorum 1965-1969 yılları arasında Türkan Şoray ile Tanju Gürsu'nun oynadığı Fosforlu Cevriye adlı flimi izlemişsinizdir. Bence, Türk flimlerinin birer belgesel olma özelliği eşsiz doğa manzaralar eşliğinde çekilmiş olmalarıdır. İşte bu flimde de Türkan Şoray, üvey annesinin şerrinden ve babasını öldürdüğü gerekçesiyle izlenmekte olduğu polisten kaçmak için Boğaziçi'ndeki yalılarının iskelesinden denize atlar. Yüzer yüzer yüzer ve sonunda Salacak sahiline gelir. Fakat o da ne? Bu bizim bildiğimiz Salacak değil. Sahilde balıkçı sandalları duruyor. Balıkçılar ağlarını tamir ediyorlar.

Az sonra Türkan Şoray'ı izleyen polisler de motorla Salacak'a geliyorlar. Motor polisleri nerede indiriyor biliyor musunuz? Salacak İskelesi'nde. Bir zamanlar orada ahşap bir iskele varmış. Yolcu vapurları yanaşıyormuş.

Sanıyorum, Salacak sahilini belgeleyen en güzel flimlerden biridir Fosforlu Cevriye'nin bu çekimi.

Bir de Salacak plajı vardı ama bu flimde o gözükmüyor.

Aynı flimde, yani Fosforlu Cevriye'de bir de Kız Kulesi gözüküyor. Biliyorum şimdi diyeceksiniz ki "Kız Kulesi hâlâ orada duruyor". Duruyor durmasına da o zamanki durumundan eser kalmamış.

Bizler Kız Kulesi'nin içini Kız Kulesi Aşıkları adlı, Nurseli İdiz, Beklan Algan'ın oynadığı ve İrfan Tüzüm'ün yönettiği berbat ötesi kötü bir flimde görmüştük. O zamanlar lokanta yapılsın diye özel sektöre verilmemişti Kız Kulesi. İçi dökülüyordu. Ama, dışı hep bildiğimiz gibi, martı kuşu gibi bembeyazdı. Bizler, Kız Kulesi'ni hep böyle bilirdik. Fakat, birgün özel sektöre verildi ve Kız Kulesi acayip bir forma büründü. Rengi değişti, şişmanladı, etrafına çemberler atıldı. Kafe-lokanta olarak da işletiliyor. Oysa, aslında Kzı Kulesi'ne hep gizemli gözlerle bakan bizler işletiliyoruz da farkında değiliz.

Şimdi Salacak sahilinde beton zemine oturup da karşıya baktığımda, Kız Kulesi bana hiç bir şey ifade etmiyor. Orasını lokanta olarak görüyorum.

Oysa ne efsaneler dinlemiştik bu kule hakkında? Ama, en ünlüsü ve tabi ki kuleye adını veren Bizans imparatorunun kızının öyküsüydü.

Derlerki, Bizans denen büyük imparatorluğun elbette bir imparatoru vardır. İşte bu imparatorun bir de güzeller güzeli kızı vardır. Efsane budur ya, Bizans'ın kızları pek bir güzel olurmuş. Hem Bizanslı olur, hem de imparator kızı olur da, efsanemizin kızı nasıl çirkin olur?

Bu güzeller güzeli kızı imparator olan babası çok çok severmiş.

Fakat, hepimizin bildiği gibi o zamanlar falcılara, müneccimlere, kâhinlere pek bir inanılırmış. Bizim Bizanslı imparator da sıkılan canına derman olsun diye yanına çağırtmış kâhini. Kâhinin söyleyeceklerini nereden bilsin. Hay çağırtmaz olaydı. Çünkü, şöyle demiş kâhin ona:

"Senin dünyalar güzeli kızın var ya, o yakın bir zamanda hayatını kaybedecek"

Şaşırmış imparator. Ne yapacağını bilememiş. "Aman" demiş "hekimlerim hekimlerin bir çare bulur elbette kızıma"

"Yok" demiş çatık kaşlı kâhin "senin kızın hastalıktan ölmeyecek"

"Ya neden? Çaresini bulalım" demiş imparator.

"Kızını zehirli bir yılan sokacak ve kızın ölecek" demiş kâhin.

İmparatorun aklı başından gitmiş bir kere. Şimdi nasıl kurtaracak kızını? Allah vere çevresinde akıllı adamlar var. O akıllı adamlardan biri demiş ki:

"Denizin ortasına bir kule yapalım ve kızınızı oraya yerleştirelim. Yılan suya gelmez."

Bu fikir imparatorun hoşuna gitmiş. Ve işte bugünkü kule yapılmış. Kızını da bu kuleye yerleştirmiş.

Bir kaç zaman geçmiş. Kuledeki kızın cancağazı meyve istemiş. İmparatorlukta yok yok. Derhal bir sepet meyve hazırlanmış ve kuleye gönderilmiş. Kızcağaz büyük bir hevesle sepetin içindeki meyvelere sarılmış. Sarılmış ama meyve sepetinden çıkan yılan da ona sarılmış ve zehirli dişlerini kıza batırıvermiş. Ve kâhinin dediği gibi kız oracıkta ölüvermiş.

İşte size Kız Kulesi'nin adının nereden geldiğini belirten efsane. Efsane mi? Kimbilir belki de gerçektir. Yok canım belli ki efsane!

Biz bunu tartışırken, gelin bir de şu kulenin tarihine bakalım.

Aslında Atinalı komutan Alkibiades'in, İsa'dan tam 410 sene önce buradaki kayalıkların üzerine bir kule yaptığı bilinmektedir. Zamanla bu kule yok olmuşsa da, Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos aynı yere yeniden bir kule yapar. Fakat, Komnenos'un amacı başkadır. O, bu kuleden, Sarayburnu'na zincir çeker. Böylece Boğaz'ın giriş çıkışını kendi kontrolü altına alır. Dünya, gelip geçen insanların tarihi ile dolu. Komnenos da gün gelip bu fani dünyadan ayrılınca, bir zaman sonra İstanbul Türklerin eline geçer. Fatih Sultan Mehmet, Bizans'tan kalan bu kaleye nöbetçi birliği yerleştirir. Kulenin kaderi devam eder. Hepimizin bildiği gibi 1509 yılında büyük bir deprem olur ve bizim kule yerle bir olur. E şimdi orası boş kalacak değil ya. Günümüzde olsa hemen oraya beş yıldızlı bir otel kondururlardı. Fakat, Osmanlı buraya yeniden kule yaptığında bu kez ahşaptan yaptı ve üzerine bir de fener dikti. Eh ahşap olur da yanmaz mı? 1721 yılında bu kule de yandı kül oldu. İnat değil mi? Oraya illa bir kule dikilecek. 1763 yılında bu kez kâgir olarak yapıldı. 1829 yılında bu kule karantina istasyonu olarak kullanıldı. 1832 yılında büyük bir onarımdan geçirildi. 1945 yılında bu güzel Kız Kulesi Liman Müdürlüğü tarafından onarımdan geçirildi. Sonra da askeri amaçla kullanıldı. Son olarak her şeyin özelleştirildiği Türkiye'de Allah'ın denizinin ortasındaki Kız Kulesi bile işletim amacıyla özelleşiverdi.

Oturmuşum Salacak sahiline eski günleri hatırlamışım. Şurada vapur iskelesi varmış, şurada kayıkhaneler, şurada balıkçılar ağ örermiş, şurada halk plajı varmış.

Laf aramızda bir zamanlar bir de Salacak canavarı vardı. Sapık. Önüne gelenin karnını deşerdi.

Bir de derler ki bir zamanlar Kız Kulesi'nde defne ağacı varmış. Ancak, o kadar taradım hiç bir gravürde rastlamadım. Eğer olduysa Kız Kulesi efsanelerine, Boğaziçi efsanelerine ne de yakışmıştır Dafne adlı kızcağazın efsanesi.

Hadi bakalım o efsaneyi de gün gelir başka bir nedenle anlatma fırsatımız olur.

Nasılsa şu şehr-i Stanbul efsaneler üzerine kurulmuştur.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..