Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '07

 
Kategori
Mizah
 

Saltanat kayığı

Saltanat kayığı
 

Siyasilerimizin ‘’Saltanat Odası’’ndan sonra, şimdi de turistler için ‘’Saltanat kayığı’’ mız oldu. Lacivert yastıklarla döşeli koltuklarda, altın yaldızlı saray möbleleriyle, avizelerle süslü Osmanlı havasını teneffüs ettiren ‘’Saltanat Odası’’ olur da, ‘’Kayığı’’ niçin olmasın? Daha durun hele siz. Bu eskilere özlemlerimiz bir yarış halinde şimdi .‘’Eski’’ nin köküne kibrit suyu daha henüz dökülmedi. Bu gidişle bizler, ‘’Eski urbacı’’ ya döndük valla.

Ama bu balık başka balık. Her şey turizm için. Diğeri ise, sırf eskiye duyulan özlemin, şuur altında tatmini denen, trilyonu bulan sarfiyatla ortaya çıkarılmış bir ‘’Hobi’’ bir parça da . ‘’Aslına dönme’’ nin trilyonluk zevki. Biraz da ‘’İnat’’ kokan bir uğraş. Ama bu hal, geçici. Kendi zatları da geçici. Tıpkı Sultan Süleyman’ın geçiciliği gibi. Adı gitti, namı kaldı yadigar. Bunların namı da kalır mı? Sanmıyorum. Ağızdan dolma tüfek gibi. Bir defa patlar, ikincisinde bir daha nasıl patlar? Patlamaz mı, Orası da meçhul işte! Biz dönelim konumuza.

‘’Abdulaziz’’ isimli, Osmanlı armalı, yaldızlı koltukları olan ve cepkenleri işlemeli, fesleri püsküllü leventleriyle bu sandal, Marmaris’te nostalji yaşatıyor turistlere. 3O metrelik kayığın çevresi ışıklarla pırıl pırıl donatılmış. Her gece dolu olarak Mehter Marşı ile, kös’lerin, zurnaların, zillerin haşmetiyle yol alıyor bu kayık. Bu kayık, başka kayık. Karşılıklı iskemlelerin başları Osmanlı armaları taşıyor . Sağlı sollu karşlıklı dizili bunlar. Her biri kırmızı kadife koltuklu. Milletce ‘’Kırmızı’’ ya niçin düşkün olduğumuz, ecdat zamanlarından belli oluyor. Kırmızı halıdan da vazgeçmişliğimiz yok şimdilerde de. Öyle değil mi? Turist sandalye’ye kuruluyor . Mehter marşı ile büyülenmiş gözleri, pırıl pırıl. Hiç kalkmıyor yerinden. Geleneklere göre, kalkan, yerinden oluverir alimallah!

Turistlere ‘’Türk lokumu’’ budur dedik mi? Dedik! Hamama buyur ettik de, göbek taşına oturtmadık mı? Oturttuk! Gül destesi, gül gonca zarif bedenleri, palabıyık keseci Haso’ya emanet edip keseletmedik mi? Evet’! Keselettik! Başka? Ha, ayı da oynattık. Deve de güreştirdik. Karşılıklı yaşmaklar bağladık, fesler giydik, çıkardık. Gerdan süzdük, bel kıvırdık. Eeee, geriye bir saltanatları eksikti. Al sana saltanat kayığı. Bulup buluşturup önlerine koyduk. Her gece sefere dolu dolu çıkıyor, diğer gemiler boşta bekliyor.

Turistler bu pahalı ama zarif oyuncakları ile memnunlar. Marşla oturup, marşla yola çıkıyorlar. Zurnalarla uğurlanıyorlar. Köslerle ayağa fırlayıp, tokmaklarla yerlerine oturuyorlar. Ha!..Yol boyunca da Strip-tease yapar gibi, soyunup soyunup, Osmanlı kaftanlarını, kavuklarını, yaşmaklarını, feslerini kuşanıyorlar. Saltanat kayığında saltanatlarını sürdürüyorlar, resim çekiyorlar. Bir anlığına sultan, cariye, harem kızları oluveriyorlar. Bu öyle bir sihir ki, cariye kılığına bürünen turist , o saat kocasına ‘’inceden’’ bir cilve ve şuh bir eda takınıp, nazlı nazlı salınmaları, sarılmaları da ayrı bir nostalji. Bu turistlerin memleketlerinde halleri malum. Onbir ay durmadan çalış. Ruhen de nasırlaşıyorlar. Nasırları, tatilde yumuşamağa yüz tutuyor. Yoksa halleri duman ki, ne duman! Karıkoca ilişkileri tükenmek üzere iken, burada dirilip dirilip sarılıyorlar, aşk yapıyorlar, tadını çıkarıyorlar işin.

Gecenin oryantali; turistlere göbek atma sanatını, kısaltılmış hızlı eğitimle, oracıkta öğretiveriyor. Herkes sıraya girip: ‘’Beni de , beni de oryantal yap’’ diyor. Ve boya küpü hazır.Bir gerdan kırma, bir göz süzme, bir aşure pişirme, bir un eleme, bir çömlekte kavurma . Boya küpü hazır. Daldır, çıkar. Hadi güle güle.. Sıradaki…

Bir okul gibi bu sandal. Çömlek nasıl sallanır. Gerdanda un nasıl elenir. ’’Göbecik’’ ler kaç köşeli olursa makbuldür. Tarlanın ufak taşlısı, ineğin öküz başlısı, berberin solumazı , tellağın terlemezi nasıl ki makbulse, göbeklerin de ‘’Çok köşeli’’ olanı makbuldür. Sandalın görevli dansözü, böyle böyle eğitimden geçiriyor turistleri yol boyunca. Alan da, satan da memnun. Ondan sonra gelsin Türk lokumları. Gelsin gülsuyu kokulu şerbetler. Gelsin tütsüler. ‘Yanıyorsun abeeeeem!!!’’(Aşka geldik bağırıverdik.Bu da bizden)

Oh anam oh! Ört ki, ölem! Allı, morlu, fıstıki

Kurşunirenklere bürünmüş gem. Daha ne hünerlerimiz var turistlere gösterilecek?! Hiç susmayan mehter marşını da kulaklarının dibinde çaldık mı, mesele kalmıyor. Onlara ‘’Mozart’’ etkisi de yapıyor. İşletmeci Esat Tugay’a sorduk: ‘’Mistik bir kayık bu. Turizmde bir boşluk doldurduk. Yabancılara kültürümüzü öğretiyoruz’’ dedi. Kayığın iç mimarisi Ceren Cıvaoğlu’ndan. Mehmet Gökdağ ve Ünal Keskin, beş ayda tamamlamışlar kayığı.

Yabancıları kültürümüzle etkilemek önemli. Ciltlerle kitap olsa, bu etki daha iyi olmaz. Bundan sonra birileri de çıkıp ‘’Lale devri’’ ni mi yaşatır dersiniz turistlere? Diyeceksiniz ki biz yaşadık da n’oldu? Şair Nedimin yakasına yapıştık sonunda: ‘’Ülen, dedik. Bu iş hep senin başının altından çıktı. Bak, senin lalelerinin üzerine Hollandalılar oturdu. Senin şiirlerini dinlediler . Coşar gibi yaptılar. Aaaa! Bir de baktık ki, ’’Malı’’ götürmüşler. Ordan san lale ihraç ediyorlar şimdi. İyi mi? Demek ki biz o devirde, lale soğanı ile yemeklik soğanı, birbirinden ayır edememişiz. ’’Boş ver , kökü bizde değil mi?’’ demişişiz meşhur umursamazlığımızla..Güneyde tarihi eserlerin vapurlarla dışarı çıkarılmasına: ‘’Boş ver, alt tarafı taş’’ dememiş miydik?..Oh be! Taşocağı sanki…

Birileri bu geceyi tertiplese, lalelerimizi geri alır mıyız acaba? Boşverin. Boş vere vere bu hallere geldik zaten. Gayemiz eğlenmek şimdi. Olsun varsın. Biz nelerimizi kaybetmedik ki. Hala daha gözleri, bizim has ’’Değerlerimiz’’ üzerinde değil mi? ‘’Aaa, cambaza bak!’’ diye diye kandırmak istiyorlar bizi. Yağma yok! Şimdi neşelenme zamanı. Turizme hizmet edeceğiz. Taş devri, demir devri derken, elektronik devrini de geçtik, şimdi hal ve gidiş:’’Döviz’’ devri. Evet. Nerde kalmıştık? Evet, Lale devrinde, lale motifli bardaklar hediye ederdik turistlere herhalde. Böylelikle .Laleleri hepten elden çıkardık nasıl olsa.‘’Biz hem insanı idam eder, hem de dar ağacının dibine oturur ağlarız’’ imajını da verirdik turistlere. Bol bol işlemeli, zarflı lale motifli bardaklar hediye etmenin gerekçeleri de doğardı böylelikle. Sinemizin büyük olduğunu, her şey gibi, bunu da sineye çektiğimizi ihsas ettirmiş olurduk. Feraceli, şemsiyeli, kaytan bıyıklı, fesli insanları doldururduk herhalde. İnce ince nağmelerle sultani yegah faslından girerdik şarkılara, uzun kavaklara, çeşm-i bülbüllerde gezinirdik. Velhasıl kelam seçim otobüsleri gibi her yere tos vururduk, ses çıksın, turist eğlensin bu lale devrinde diye. Birileri ileride yapar mı yapar. Saltanat odalarından sonra, kayık sefaları peşpeşe devam ederdi yeni atraksiyonlarla. Haa! Kaplumbağalar bulurduk. Üzerine mum dikmek için. Çayırlara, çimenlere salardık. Ne olur, ne olmaz olmaz diye de, itfaiyeye haber verirdik. Ortalığı tutuşturmakta hünerliyizdir de. Herhalde onlar da, tulumbacılar olurdu...

Tek endişem, bizden hatır ve sual eylerlerken, kafalara takılan örtümüzün ne işe yaradığını da sorarlardı elbet. Hani şu her düğümü inatla atılmış başörtüleri gündeme gelir miydi? Üstümüze daha fazla gelmesinler diye de laf değiştirirdik ama, kaçamazsın ki. Turist bu. Sorar mı sorar! O zaman biz n’aparız? En saf halimizi takınırız önce.’’Mısır koçanı gibi duran örtülü bir başın hikmetini öğrenmek isteyenler çıkardı elbet. Elimizi sinek avlar gibi havada yarım daire çevirerek: ‘’Bu bizim adını yeni koyduğumuz yeni demokrasi şeklimiz. Bize özel. Bize inat. Elem tere şiş, kem gözlere şiş!.. Bu uğurda geçici bir hevestir. Her şeyin sonu olduğu gibi bu da geçecektir. ‘’Kendileri de zaten geçicidir’’ derdik. Hem turisti bilgilendirirdik, hem de kendimiz teselli bulurduk. Fena mı? Ve turist fazla soru sormasın diye, toz olurduk ortalıklardan..

Ama nasıl hizmet yapardık bu turistlere ayrıca? Bilmediklerini öğretirdik. Eski Osmanlıların mini etek giydiklerini, herkesin evinde piyano çaldığını, Avrupalarda okuduklarını, bahçelerinde, içine tükürülen heykellerinin olmadığını, başlarının da açık olduğunu bir bir sayardık. Nasılsa; belgesellerde seyrettiğimiz , oradan talimli olduğumuz için, anlatır, inandırıcı olurduk.

Bütün varımızı yoğumuzu turistlerle paylaşırdık . Ondan sonra gelsin cukkalar. Bunca hizmet ederiz yıllarca. Bu gibi tarihi hakikatlerin karşısında ‘’Mal meydanda, etmeyin, eylemeyin gari’’ diye diye dilimizde tüy bittiğinde yine de AB ’ye almazlarsa bizi, çok yazık olur. Yedirdiğimiz lokumları, içirdiğimiz okunmuş suları, eline tutuşturduğumuz gül kokulu şerbetleri, tattırdığımız kabak çekirdeklerini, palabıyık hamam tellağının ettiği iyilikleri, dinlettiğimiz Mehter Marşını haram ederiz, ’’Zehir zıkkım olsun’’ deriz.Başka ne deriz ki? Bir bilen var mı? Ne dersiniz?

Ört ki, ölem!...

RESİMALTLARI: Cepkenli, fesli, kavuklu, cüppeli bir saltanat kayığında turistler kılık kıyafetleri ile bir an için Osmanlı oldular.Kültürümüzle iç içe olup, havaya girdiler.Birbirlerini resimlediler. Dansözle coştular, Mehter Marşına bayıldılar.Yarım kalan aşklarına devam ettiler. Şerbetlerle, lokumlarla neşe buldular. Körfez turunda saltanatlarını sürdürdükler bu saltanat kayığında. unutulmaz gece yaşadılar. Kendi hallerince eğlendiler..(Resimler Objektifimden)

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..