Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sana da yük oluyoruz ama

Sana da yük oluyoruz ama
 

Kendi kalbine "Sana da yük oluyoruz ama..." diyen adamın dağınık odasından saçılan kelimeler...


Hayatta en ayar olduğum birşey varsa, ne bileyim çok pis hazetmediğim birşey varsa, o da markette, yolda yolakta sokakta çocuğuyla çok kibar ve düzgün konuşan ve bunu bize duyurmaya çalışan annedir. “- Bunu hatırladın mı Berkecan? Hani dün akşam kitap okurken bahsetmiştik.” Tamam sen çok kültürlü bir annesin, dünyanın en süpersonik veledini yetiştiriyorsun, her akşam ailecek kitap okuyup belgesel izliyorsunuz, tiyatro-opera-bale için kuduruyorsunuz, evinizde piyano da var ama bunları niye bizim de bilmemizi istiyorsun. Bence azcık hava atmak niyetindesin; “ben ve çocuğum farklıyız, bilinçli ve eğitimliyiz, onun için bize olabildiğince hayran hayran bakmalısınız, aşırı saygı duymalısınız” mesajı vermek istiyorsun ama yapmacıksın ve gıcıksın.

Yapmacık annenin çocuğu:- Bu ne anne?

Yapmacık annenin cevabı: - Berkecan bu jambon, bir çeşit et ürünü. Hindi, dana, domuz gibi hayvanların etinin but kısmından yapılıyor, istersen bir miktar satın alıp evde jambonlu sandiviç yapabiliriz. Ne dersin?

Normal annenin cevabı:- Salam gibi, sosis gibi bişi işte.

Doğal annenin cevabı:- Kör müsün oğlum et işte. Mal gibi her gördüğünü sorma çarparım ağzına.

Ben her zaman doğal anneden yanayım, yapmacık anne plastiktir, doğal anne organik; yapmacık anne fabrikasyon çilek reçelidir, doğal anne ev yapımı biber salçası; yapmacık anne hindi jambondur, doğal anne kuzu kavurma.

En çok merak ettiğim bir insan da Coşkun Demir’dir. Şimdi şu anda ne yapıyor, nerde yaşıyor, ne yiyip içiyor, bir o yana bir bu yana kimin saçına güller takıyor, aşırı meraklar içindeyim. Peki sen, otuz beşini az biraz geçen insan, Coşkun Demir’i özlemiyor musun, çocukluğunda duyduğun “gül yanaklım” ezgisini anımsayınca hüzünlenmiyor musun, hüzünleniyorsun bence, içine içine göz yaşı döküyorsun kanımca.

Bazen de amaçsız “pazen” demek istiyorum, sanki hafta da bir “pazen” demezsem bu kelimeyi unutacakmışım gibi endişeleniyorum, telefonumun hatırlatmalar kısmına yazdım, her Perşembe 14.30’da “pazen” deme zamanım benim. Sanırım “haftada en az bir kez pazen demezse ölecek” hastalığına tutuldum ben. (Pazen don giyen insan da değilim, giyene özel sempatim var o ayrı).

Vaktiyle biri de çıkıp deseydi: “Kanada’ya gideceksin, oraya yerleşip hayatının kadınıyla tanışacaksın, üstüne üstlük bu hatun Venezüela’lı olacak, her an onunla yatıp kalkacaksın, sevişmediğiniz zamanlarda sürekli gülüşeceksiniz” valla neremle güleceğimi bilemezdim. Kimse de çıkıp böyle birşey demedi, zaten böyle birşey de olmadı, o halde neremle güleceğimi bilebiliyorum, sorun yok yani.

Hatun cinsine bir çift lafım olacak: Hayat sizin için; ağda acısı, adet sancısı, selülit baskısı ve sütyen askısıyla zaten yeterince zor iken bir de eski sevdiğinizi kendinize dert etmeniz çok saçma. Yapmayın.

Ay itibariyle Mayıs sıkıntısı içindeyim, derdim hâlâ belli olmayan memur maaş zammı ya da azalarak düşen ek ödeme değil. Daha ziyade bahar yorgunluğu ve gönül durgunluğu.

Face’de arkadaşlar “hepimiz filozofuz” diye bir grup kurmuşlar, beni de eklemişler. Zaman zaman girip derin bir o kadar da engin görüşlerimi paylaşıyorum. Esrarengiz fikir alışverişleri oluyor, çoğunca anlam arayışları sürüyor, yakın durun derim ben.

Ağzı çilek kokulu eski sevgiliden “seni görmem lazım” minvalinde mesaj gelmesi, akabinde “beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir, benim fikirlerimi benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.” diyerekten Atatürk’e bağlayıp cevap yazmak, eski sevgilinin derin bir sessizliğe gömülmesi ve yaşanılan “kısmen kalaslık hazzı”.

Onu bunu bırak da “performans” yerine “ferformans” diyen adam gördüm, Allah ona uzun ömür versin, kısa zaman da ölürse de mekanı cennet olsun, başka da birşey demeyeceğim.

29 Yıldır olmuyordu, en nihayet tüp bebek yaptık, tüpçüden (Yıldırım Demirören) aldık kupayı, buruk bir sevinç ve kıvanç içersindeyiz.

Şimdi bilhassa yabancı romantik-komedi dadındaki filmlerde; romantik ve komik çiftimizin illa ki bir restaurantta baş başa bir yemek sahnesi oluyor, o sahnede çoğu zaman romantik-komik çiftin arasında fındık kabuğunu doldurmayacak bir sebepten kavga çıkıyor, kavga neticesinde romantik-öfkeli hatun hışımla ayağa kalkıp mekanı terk ediyor ve romantik-sarı bir taksiye binip oradan ayrılıyor, masada mal gibi kalan romantik-alık adam ardından hızla koşsa da yetişemiyor. İyi de arkadaşım lokantanın hesabını kim ödüyor. Sanki Avrupa restaurantlarında “romantik-komik çiftin arasında kavga çıkarsa hesap ödenmez” diye bir güzellik bir kıyakçılık var. Böyle bi şey memleketimiz de olsa işletme sahibi o çifti: “s.çarım romantiğinize!” diyerekten döner bıçağıyla kovalamazsa ben de birşey bilmiyorum.

Bir de bildiğin birşey var (kendimden biliyorum), Amerikan sinemasının da bize yaptığı en büyük kötülük: “sonuçta sürekli iyilerin kazanacağı” klişesidir. Bu şekilde yıllarca beynimizi yıkadılar, bak ne oldu şimdi.

Aslına bakarsan taze balığı nasıl anlıyorsak (solungaçları kırmızı, derisi gergin, gözleri parlak, pulları berrak, kokusu hoş olucak) çıtır hatunu da öyle anlıyoruz. Yanakları al al, teni parlak, gözleri ışıltılı, kokusu berrak, memeleri gergin olqcak. Kuşkusuz olgun hatun da bayat balık sayılmaz, usulünce yıllandıysa-yaşlandıysa kaliteli bir kırmızı şarap kıvamında olabilir ki içimine doyum olmaz, içtikçe içesin gelir, bir başkadır olgun hatun.

Az veren candan, çok veren maldan, hiç vermeyen frijit bence. Tamam gidiyorum!

Editörlere Not: Blogdan argoları alın geriye neyi kalır ki!

Eroir

Baharla gelen budala kahkahaları duyuyorum

Göğüs kafesime oturup kaldı melankoli kukuları

Karaya hasret yük gemisi mürettebatındanım

Kaptanın salak rotasında oyalanmaktan başka

Bulunmaz bir çare ya da alternatif boğulmaktan başka

En çok da küçük balıkların didiklemesinden muzdaribim

Hazlarımdan, aşklarımdan lokma koparmalarından

Arsızca bir daha bir daha ısrarla ısırmalarından

Oysa ruhu bir büyük balinaya teslim olsalardı

Yavan didiklemelerinden kurtulur, belki teselli bulurdum.

Ben Buldum.

Özlü Laf: Kendine gel be! altı üstü bi insansın hepsi bu. Vazgeçilmez sanma kendi, toprağın altı; kendini vazgeçilmez sananlarla dolu. P. Coelho bulmuş.

Hayatta kalın.

 

 

 
Toplam blog
: 41
: 815
Kayıt tarihi
: 27.01.10
 
 

En güzel hikayesini henüz yazmamış olan, Smyrna'da yaşayan, henüz yolun yarısında bulunan, kamu g..