Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '09

 
Kategori
İstanbul
 

Sana dün tepeden baktım İstanbul

Sana dün tepeden baktım İstanbul
 

Resim, bir Vedat Tolan çalışmasıdır.


Bir düş gördüm dün gece; ne ben bana benziyordum, ne de ortam ortama. Ne söylenir ki, hayra diyelim, hayra çıksın; haydi bakalım!..

Zengin bir iş adamıymışım, dolar milyarderleri listesinde kayıtlıymış adım. Holdingime bağlı şirketler, otuz katlı plazama sığmıyorlarmış. Arsalar, araziler, fabrikalar, uluslararası ortaklıklar, özel uçaklar, yatlar, oteller…

On binlerce çalışan, vergi rekortmenlikleri, fahri doktorlular, devlet nişanları; yani, karizma tam yerinde sizin anlayacağınız.

Rüyamda o gün, sabah 8.30 civarı uyanıyorum, yarım saatlik yüzmenin ardından, duşumu alıyorum; boğaza nazır kahvaltımın ardından giyinme merasimine başlıyorum. Uşağım, asistanımla irtibata geçerek, günlük programımı öğrenmiş ve ona göre kıyafetlerimi hazırlamış; uşağın yardımıyla kıyafetleri giyiniyorum.

Ev ile işyerim arasında helikopterle gitmeyi yeğlediğim, hava şartlarının uygun olmadığı günler mecburen makam aracımla gittiğim fakat o günlerin çok çekilmez oldukları, trafikteki dur-kalklardan bunalan şoförün halinden, çok etkilendiğim gibi düşünceler geçiyor aklımdan. Neyse, diyorum; bu gün hava iyi, o kâbusu yaşamayacağım.

Helikoptere biniyor ve kulağıma kulaklığı takarak radyodan haberleri dinlemeye başlıyorum. Helikopter, çok pratik oluyor ama şu gürültüsü öldürüyor beni. Neyse ki kulaklık yetişiyor imdadıma. İşte şehir yine ayaklarımın altında! Boğaz, aşağıda kıvrılarak kavuşturuyor Marmara ve Karadeniz’i. Üzerinde ki iki köprü, sanki ayrılmasınlar diye iki kıta birbirinden, sıkı sıkı tutuyorlar onları. Köprülerin arsında bir yerde, devasa petrol tankeri, suları köpürterek ilerliyor. Çamlıca, parmaklarımın ucunda; uzakta bir vapur, peşinden uçuşan martılarıyla Eminönü’ne doğru yol alıyor. Karşımda Sarayburnu, Topkapı Sarayı, camiler… Galata Köprüsüyle sevişen deniz, Haliç’e uzanarak dinlenmeye çekiliyor. Sağa doğru Galata Kulesi, Karaköy Limanı, Dolmabahçe Sarayı tüm farklılığıyla sıralanıyor. Pilotum düşüncelidir; biliyor benim İstanbul’a düşkünlüğümü; yolu biraz uzatıyor, bir yay çiziyor şehrimin üzerinde…

Radyoda Murat Kazanasmaz, trafik ve yol durumunu bildiriyor. Aklımdan, bu çocuk hangi radyoyu açsam, oraya bağlanıyor sırasıyla ve her bir sunucuyu sesinden tanıyor, karakterlerini ve programın formatını biliyor ve ona göre davranıyor, nasıl becerebiliyor bunu, diye düşünüyorum. Bir de gülüm İstanbul’un dikeni durumundaki trafiğinin hali ne olacak diye düşünmeden de edemiyorum…

Ofisimin kapısında asistanım karşılıyor:
- Günaydın efendim! Gayet iyi görünüyorsunuz ama yanılmıyorumdur inşallah, nasılsınız bugün?
- Sağ ol kızım oldukça iyiyim, sen de öylesindir umarım. İlk toplantım saat kaçta?
- Bugün şirkette toplantınız yok efendim. Hatırlayamadınız sanırım, bugün ünlü bir dergi için fotoğraf çekimleriniz var.
- Ah tabii ki! Ben de uşak, bu kocaman kol düğmeli gömleği ve lacivert takım elbiseyi neden hazırladı diye düşünüyordum.
- Saat 11’de gelecekler çekimler için, eğer bir aksilik çıkmazsa bir saat içinde bitecek. Öğle yemeğinden sonra, daha önce gönderdiğiniz röportaj sorularına verdiğiniz yanıtları, gözden geçirmek üzere gelecekler. Sanıyorum iki saat kadar sürecek, sonra müsaitsiniz. Sonrası için bir emriniz var mı?
- Hayır, teşekkür ederim, bir şey kararlaştırırsam size bilgi veririm.

Asistanım odadan ayrılıyor, masamda karışık meyveli yeşil çayım, yanında sevdiğim kurabiyelerle dolu bir tabak ve karşımda İstanbul. Plazamın en üst katında, tam karşımda duran rüya şehre bakıyorum…

Aniden bir sesle irkiliyorum, gözümü açıyorum. Eşim seslenen:
- Uyuyakalmışsın kalk haydi, işe geç kalacaksın!
- Hangi işe?

Aniden yanan ışık, gözlerimi ve tüm vücudumu iğnelemeye başlıyor. Sonra toparlanıyorum, bakıyorum; ben yine her zamanki ben, her şey yine aynı. Rüya şehir İstanbul, bir rüyayla avutmuş beni ve rüyanın üstüne bir bardak su içerek hararetimi bastırıyor ve günlük koşuşturmaya koyuluyorum; duş, tıraş, kahvaltı, trafik… Haydi, sokak kedisi; düş yine yollara!

Rüya bu, çıkar mı çıkmaz mı, dünya gözüyle İstanbul’a tepeden bakabilir miyim(?) bilmiyorum ama iyi biliyorum ki gerçeği, düşümdeki kadar heyecanlandırmayacak beni. Bir şey daha biliyorum ki yukarıdan da, aşağıdan da baksam bu şehre, ne ben, ne de İstanbul sevgim değişmeyecek. Bir de adam olanı, İstanbul bile değiştiremeyecek.

Sevgiyle kalın.


 
Toplam blog
: 36
: 1120
Kayıt tarihi
: 21.09.07
 
 

İstanbul'da 1967 yılında doğdum. Askerlik harici bütün yıllarım bu şehirde geçti. İşletme mezunuyum,..