Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Kasım '13

 
Kategori
Teknoloji
 

Sanal bir arkadaşlık üstüne

Sanal bir arkadaşlık üstüne
 

Baka'nın gözünden 'şeytanın ortağı olmakla suçlanmış iki can' bunlar


Sanal ortam artık çevremizdeki ilgi alanlarımızdan biri. İyice yerleşmiş olsa da ben 'bilgisayar' yerine 'ilgisayar' adını veriyorum çağımızın bu küresel iletişim aracına. İşte bu çok yaygın sanal ortamda ilk kez bir arkadaşım var diye gururluyum desem yeridir. Sanal ortamdaki adını vermek istemiyorum. Ancak bir arkadaşı ona ‘Dağları Bekleyen Kız’ adını takmış. Bence bu ad ona çok yakışıyor. Çünkü o çok uzaklarda dağların ötesinde küçük tepeciklerin arasındaki bir ova köyünde yaşıyor. Atalarımızın Avrupa yakasındaki yeşillikler içerisindeki topraklar onun ayakları altında. Bir yanı dağ tepe, bir yanı yol, bir yanı kiremit döşeli evler bir yanı da ha deyince varabileceği bir iç deniz. Ancak şunu da belirteyim ki yazışırken onun o upuzun adını yazmak yerine, kendisinden izin alarak ben kısaca Baka diye yazıyorum adını.

Anlayabildiğim kadarı ile yaşı benden çok küçüktür. Kızımın yaşında olabilir diyeyim kısaca. İlgi alanı daha çok  sinema ile az da olsa şu baş belası siyaset. O da bu iki alan arasında salınır durur. İlk tanışıklığımız da onun ünlü Alfred Hitchcock (Hiçkok) filmleri ve onun hakkındaki dev bir kitabı okumaya başlaması yüzünden olmuştu üç yıl önce. Bunu öğrenir öğrenmez oldukça nitelikli bir sinema tutkunu ile karşılaşmış olduğumu anladım.

İnce eler sık dokur, her sözün, her eylemin eskilerden kalan birkaç kırıntı ya da iz sonucu ortaya çıktığını kestiriverir sinema severler. Çünkü kişiliklerin yeri geldiğinde nasıl bir canavar olduklarını bildikleri kadar kimilerinin tutkularının pek de sevimli yanları bulunmadığını göre göre ‘insan sarrafı’ olup çıkmışlardır. Onlara kül yutturamaz, onları kandıramaz, onları zor bağlarsınız kendinize. Kendince haklı nedenlerden dolayı arada bir sinirlenerek orta yere bir şeyler yazıverdiğinde o kimi baykuşlar pırrrr, diyerek kaçar giderler Cehennemin dibine kadar. Onun bu tür çıkışları onlara nasıl geliyor bilmem. Ancak bana öyle geliyor ki benim sinemacım onların bildiği kızlardan değil. Olmaz da. Elinde değil olamaz işte!

O bir köylü kızı. İlk tanıştığımızda ilkokulu bitirdim diyor olsa da buna inanmıyordum. Yaklaşık iki yıl sonra yaşadığı köy evini, köyünü ve çevredeki tarlaları görünce buna inandım. Bir ova köyünde ilkokuldan başka ne olabilirdi ki? Eğer babası da ancak kendi geçimlerini sağlayabiliyorsa yakındaki bir yerlerde ortaokul ile lise okuması ancak bir düş olabilirdi.

Bana yazdığı çok özel bir açıklamasına göre, (ne olur aramızda kalsın o duymasın) her ay çiftçi babasının heybesinden üç beş lira alarak yaşıyor. Evinde oya işler, nakış yapar. Entarisini kendisi ölçer biçer, bir çırpıda da dikiverir. Evde kalmış olmamak için arada bir evden dışarıya çıkar dosta düşmana karşı. Başında bir şapkası vardır sürekli olarak. Ne olur ne olmaz diye bir yaz boyu kuruttuğu neredeyse boyu kadar olan evdeki nar çubuklarından biri de elindedir. Çevresindeki gül, çiçek, kedi, köpek, koyun, kuzu, ekin, erik, ayçiçeği ile yüksek gerilim hattı direklerinin fotoğrafını çeker bazen. Anne babasından sonra yeğenlerine çok düşkündür. Onların da fotoğraflarını çekmeye bayılır. Çok seyrek de olsa bir düzineye yakın kedicikleri olduğunu sanıyorum yazışmalarımızdan.

Bir de şunu belirteyim ki Dağları Bekleyen Kız ben kendisine ‘Kolay gelsin. Ne var ne yok’ diye paldır küldür bir şeyler yazmadan o bana yönünü dönüp de bakmaz bile. Binde bir ilgisini çeken bazı konulardaki paylaşımını beğenir. Hepsi bu.

O bir sinema tutkunudur anlatmaya çalıştığım gibi. Sanırım bir günde en az iki film seyreder. Ne olur ne olmaz diye düşündüğünden hiçbir filmi indirmez. Anladığım kadarı ile aşk filmleri yanında gerilim filmlerine de bayılır. Özellikle Türk Sineması’nın o unutulmaz filmleri ile Amerikan Sineması’nın nice filmlerinin afişleri, yıldızları paylaşmayı seviyor. Onları öyle bir özenle kurgular, öyle bir sunar ki sinema sanatı olmadan yaşamanın çok zor olduğunu anlar siz de sık sık film seyretmeye başlasınız eğer içinizde biraz görsel sanat tutkusu varsa.

Onun diğer arkadaşlarını bilmem de giderek koptuğum sinema ile çok şey bilen o güzel yüzünden yeniden sinemaya başladım desem inanır mısınız? Onun sinema sanatına olan yoğun ilgisinden dolayı olsa gerek onun profilinde kendi fotoğrafını değil ya bir çizgi film yıldızının ya da bir Türk yıldızının suluboya resmini görebilirsiniz. Yaklaşık bir yıldan bu yana birkaç fotoğrafını paylaştığı için kendisinin de o yıldızlara taş çıkartacak kadar alımlı olduğu söylemden geçemeyeceğim.

İstanbul’a gittiğinde sahaflardan satın aldığı o eski sinema dergilerindeki afişleri arada bir bana da yollar. Ben de eski bir afiş tutkunu olduğumdan onun bu ilgisinden dolayı nasıl mutlu olurum bilemezsiniz. Çünkü ben 1950’lerin sonuna doğru olduğu gibi 1960’lardaki o ünlü ‘kartela’ dolaştırma geleneğini de gördüğümden, inanın gözlerimin önünden neler geçip gider anlatamam bir çırpıda. Gözlerim dolukur gibi olur desem yeridir.

Bazı haberler için yazdığı kısa yorumlarından anladığıma göre sanal arkadaşım öyle bir kişiliktedir ki çoğumuz gibi o da haksızlıklara dayanamaz. Seyrettiği filmlerde de gördüğü zenginle fakir aşklarının da içinde var olan çelikçiler ve nice aldatmalardan dolayı zenginle fakir arasında var olan uçurumun giderek ne kadar derinleşmekte olduğuna da vurgu yapar yeri geldiğinde. Son gelişmeler ışığındaki bir değerlendirmesine göre, ‘Sınavlarda kimin hakkı yendi, kime torpil yapıldı hiç belli olmayacak. Her türlü hile-hurda, kayırmacılık rahatça’ yapılabilecektir. Siyasette giderek daha çok görülmeye başlayan kimi yalakalıklar ile dalkavukluklardan da bıkmış olduğu için olsa gerek, ‘Bugün ‘onun için ölürüm’ diyen çok yiğit birisi, bir gün o tahttan (pardon)o koltuktan düştüğü günyine beyler gibi yaşamak için yeni bir başbakan bulur’ diyordu geçenler.

Onun sinema sanatına olan ilgisinden dolayı kendi yaşıtı olan gençler ile arada bir sinema üzerine bilgi alışverişi yaparlar. Paylaşmış olduğu bazı film yıldızları ile film afişlerinden dolayı geçenler ona biri, ‘Fotoroman mı yazacaksın’ diye soruyordu. O da, ‘diyalogları da sen yazarsın artık’ diye söz atıyordu.

Benim gibi arada bir yazıştığı sanal arkadaşlarından Ekrem hiç durur mu? O da söze girivermiş, ‘Kendi filmimin metnini yazana kadar canım çıktı. Kolay değil bu işler. Ama senin gibi bir dostumu kıracak değilim. Üç milyon dolara olur. O da sana ha…’ diye bir bütçe bile sunuyor.

Nostaljik A. takma adlı bir arkadaşı da, ‘vallahi ben bedava yazarım. Eski fotoromanları yalayıp yutan biri olarak. Ablamızdan da para mı alacağız. Sen rejiyi yaparsın Ekrem kardeşim. Dağları Bekleyen Kızı da yeni bir Sezer Sezin olarak Yeşilçam’a kazandırırız. O klasik filmleri yeniden çekeriz. Şoför Nebahat. Vurun kahpeye. Dağları bekleyen kız. Dişi kurt. Üç milyon dolar da çok istiyorsun. Bak rejisör Recep Görhan da var gerçi kısa filmcidir amma üç kısa bir uzun yapar. Sen bir daha düşün abla Nebahat Abla olarak. Ekrem de başlasın şu hayırlı işe. Ne dersin?’

Dağları Bekleyen Kız da, ‘Üç milyon dolar mı? Ekrem sen ya dayak yemedin ya da sayı saymasını bilmiyorsun. Shane Black bile o kadar kazanamadı en babayiğit zamanında. Benden sana bir koli İsviçre malı gofret. Son teklifim de budur’ diye kesip atıyor pazarlığı. Nasıl?

Kızışan bu pazarlık karşısında Ekrem yelkenleri suya indirir, ‘Off peki tamam fakat Türk malı bol şekerli iyi bir n… olsun…’ der demez Dağları Bekleyen Kız bıkmış bir durumda yüzünü ekşiterek olmalı ‘Hangisi daha ucuzsa ondan olucak artık…’ diyerek bu karşılıklı yazışmayı bitirmek ister.

Bu yazışmada olan bitenler karşısında kendisine de bıkkınlık gelen Baka:
Küçük bir gong bulmalıyım
film izlemeye başlamadan önce üç defa vururum
sinemadaymış gibi havaya girerim
iyi akıl ettim bunu
bu gece bir David Lynch izleyip beynimi linç edecektim ama son anda vazgeçtim’ diyerek başını yastığa uzatarak uykuya dalar usulca.

 

 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..