Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '11

 
Kategori
Blog
 

Sanal ortamda paralel yaşamlar

Sanal ortamda paralel yaşamlar
 

İlke Veral Coşkuner'in "San ki" adlı sergisinden...


Hem internet ortamında, hem üyesi olduğumuz “sosyal ağlarda”  ve özellikle de e-güncelerimizde bir tür “paralel yaşamlar” mı yaşıyoruz sorusu uzunca bir süredir zihnimde salınmakta…

Günce, benim anlam dünyamda anılarımızın, özellikle de yaşanan o gün içinde hissettiklerimizin, bizi etkileyen olay ve durumların kişisel, özel ve kısmen de mahrem olan bir kaydıdır. Bir kişinin anılarını yazması ise, bundan biraz daha kapsamlı olarak; hem geçmişten hem de gelecekten kopuk, uçup gitmeye tutsak, ömrün önemli bir bölümünü içeren fani bir zaman zerreciğini kalıcı kılma amacı güden bir eylemdir. Daha da geniş bir anlamda "anı yazmak ölümün elinden bir şey kurtarmaktır "(1). Bu konudaki gözlem ve düşüncelerimi “Geleceğe bırakılan iz; Anı yazmak” başlıklı bloğumda belirtmiştim (2)

Günce tutma ve anı yazmak konusunda akla gelen diğer bir husus, "yaşam arşivi"nin değerlendirilmesi isteği de olabilir.İnsanların da, toplumlar, kurumlar ve hatta devletler gibi yaşam boyunca ellerinde birikenlerinden (mektuplar, belgeler, resimler vb.) oluşan, irili, ufaklı birer kişisel arşivleri vardır. Bu aynı zamanda o kişinin"yazılı ve görsel belleği"dir. Hatta buna kişinin "kendi tarihi" de diyebiliriz. Bunlar paylaşıldığında özellikle genç kuşakların çok işine yarayabilir!

Bir de "hoş seda" yanı vardır basılarak kitaplaştırılan anıların… Sosyal ve mesleki çevrelerimiz, dost, tanıdık ve yakınlarımız nezdinde (şair Baki'nin deyimiyle "baki kalan bu kubbede bir hoş seda" olabilmek) ...Bunun yanı sıra, aynı çevre nezdinde verilen bir tür "sınav yönü" de içerir bu eylem. Yazılı bir sınav... Yaşanmış bir tez'in savunması... Keza, sözlü olan, zihinlere hapsolan uçar gider!

Oysa “e-günce” deyince;biraz teknik bilgi ve donanım gerektirmekle birlikte, kullanımı ve yönetimi oldukça kolay, zengin işlevli kişisel web alanları olan blogları anlıyoruz. Bunlar sahiplerinin hem yazılı, hem görsel gündelik üretimlerini internet ortamında tüm dünyaya ulaştırmalarına, böylelikle paylaşmalarına olanak sağlayan birer enformatik yapıdır. İşte bu tanım doğrultusunda da “mülteci bir sözcük” ve “iltica etmiş bir anlam” kazanıyor bence günce kavramı, özellikle de TDK’ nın (Türk Dil Kurumu’nun) “e-günce” tanımlaması özelinde… Zihnimde uyanan izlenimiyle gündelik anıların tutulduğu ortamın gizli, kişiye özel ve mahrem sayılabilecek bir konumdan çıkıp dünyada yaşayan herkesin rahatlıkla ulaşabileceği elektronik ortama göç etmiş hali…

İşte yine bu noktada başlıyor kanımca e-güncenin de (Facebook vb. sosyal ağ'lar gibi) bir tür “paralel yaşam” olma hali… Bazen içimizde, bambaşka bir dile, elektronik ve yaygın bir dile, kâh damıtarak kâh karıştırarak anlatabilecek binlerce hikâye barındırdığımızı düşünüyor, belki de bunları anlatıp paylaşarak kurtulma isteği taşıyoruz… Gerçek anı, düşünce ve yorumlarımızdan -kişiye göre değişen boyutlarda da olsa- uzaklaşma, belki de başkalaşma pahasına…  

Önemli bir çoğunluk için bazen gerçek yaşamdaki eylemsizlikleri, yalnızlık, eksiklik ve beklentilerimizi vb. aşarak son derece aktif ve dolu görünmeye,  bazen de içimizdeki öteki benleri parçalaya parçalaya ya da toplaya toplaya anlatarak paylaşmaya çalışarak… Belki de inkâr ede ede unutmaya çabalayarak… Ama hep bir şeylerin değişeceğine inanarak ve bu uğurda bekleşerek kendimizi sergilediğimiz bir alan… Bir başka deyişle; gerçek hayattaki umut ve direnme gücünün dönüşüme uğrayıp paralel yaşamlarla dijital, sanal ortamda durmaksızın akışı…

Ama bilinçli ama bilinçsiz, kurgulayıp kurduğumuz ve takip ettiğimiz bu “paralel yaşam” alanı, siber alan, belki de –olumlu anlamda- bir tür gerekli “boş alan”. Uzay gibi, uçsuz, bucaksız yani sonsuz… Son derece dolu, dopdolu bir alan gibi algılansa da Peter Brook’un, ünlü kitabı “Boş Alan”da bahsettiği gibi, özlenen amaçlar hâsıl olana kadar gerekli olan bir “boş alan”. Brook  “Nitelikli bir şeyin gerçekleşebilmesi için boş bir uzamın yaratılması gerekir.” der orada (3).

Peter Brook’a göre, boş, saf ve bakir bir alan taze ve yeni bir deneyime izin verir. “Boş Alan’ın” ilk cümlesi şudur: “Boş bir alan alabilirim ve ona çıplak sahne derim. Bu boş alandan biri yürüyerek geçerken bir başkası da onu izler.” Kitabının bir başka cümlesinde ise: “(…) Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yol denemesi, bir yol taslağıdır. Hiçbir insan yüzde yüz kendisi olamamıştır ama yine de herkes gücü yettiğince ilerler bu yolda, kimi biraz daha gözü açık, kimi biraz daha gözü kapalı…” der Brook… İşte sanal ortamlarda ve de e-güncelerimizde de öyle yürür, öyle izleniriz… Yeni bir yolda, paralel bir yolda! Hiç kuşkusuz ki, bu yolda olumlu sonuçlara da ulaşabiliriz.

Tanımlamaya çalıştığım bu tür bir ortamda devinen “paralel yaşamlar” da bazen tıpkı “gerçek yaşamdaki” gibi insanlık hâl ve tavırlarının (iyi ya da kötü, doğru veya yanlış, saf-temiz ya da karmaşık-kirli) tüm alanlarını bünyesinde taşır. Hem de fazlasıyla… Yüz-yüze ol(un)madığı için, türlü çeşitli yanlış anlamaları ve elektronik- gözlemcileri (e- tanıkları) ne kadar fazlaysa işte o kadar fazlasıyla, abartısıyla…

İşte böylesi bir ortamda, iyi ya da kötü niyetli, bilerek ya da bilmeyerek kurulan ve paylaşılan anlatılarla, cümle ya da sözcüklerle fırlatılan bazı oklar bazen gerçek yaşamlarımızda mevcut, henüz kabuk bağlamamış bazı yaralara isabet ettiği ölçüde yeniden yaralayıcı olmaktalar… Tıpkı gerçek yaşamlarımızda da olduğu gibi…

Bu nedenle, bu ortamda da, böylesi durumlarda hepimiz birer koruyucu atmosfere gereksinim duyarız. Söz konusu bu atmosferin bileşenleri ise; bence, özgüvenimiz (oksijen), duygusal ve düşünsel derinliğimiz (azot) ve empati/duygudaşlık derecemizdir (karbon monoksit ve diğer cüzi gazlar). Ayrıca, bu atmosfer altında gerçekte(n) neyi, niçin aradığımızı da bilmemiz gerekmekte! (4).

Ya sizce? (5)

 İ.Ersin KABOĞLU,
23 / Eylül / 2011, Ankara

 Kaynakça ve notlar:

(1) Bu söz, Nobel Edebiyat ödülü sahibi, ünlü Fransız yazar Andre Gide'e aittir.

(2) http://blog.milliyet.com.tr/gelecege-birakilan-iz---ani-yazmak-/Blog/?BlogNo=272843 

(3) Brook Peter, “Boş Mekân”, Hayalbaz Kitap / Sanat Kuramı Dizisi, Çev. Ülker İnce,188 s., İstanbul 2010, I.Basım.

(4) Bu konu için de bkz.: http://blog.milliyet.com.tr/aradiklarimiz-ve-bulduklarimiz-/Blog/?BlogNo=175326

(5) İlginç bir şekilde bu yazımdan iki hafta sonra, 9 Ekim 2011 tarihli Milliyet/Pazar Eki'nde bir röportajı yayımlanan, dünyanın önde gelen oyun ve teknoloji kuramcılarından Tom Chatfield'in sanal aleme ilişkin düşünce ve gözlemleri de burada dile getirdiklerimi doğrular mahiyette... Kendisi, "...Bu ortamlarda sen aslında sen değilsin. Senin sanal karakterin. Senin kurguladığın bir şey bu. Biraz sen, biraz başka bir şey..." diyerek insanların sosyal medyada -gerçek yaşamlarından- çok daha zeki olduklarına vurgu yapmakta! "İnsanlar bu ortamda birbirlerini test etmenin onlarca yolunu bulmuşlardır. İnsanlar seni başkaları üzerinden, başkalarını da senin üzerinden test ederler..." diyen Chatfield yine de sosyal medyadaki en büyük ödülün -ve en uzun süreli varoluş biçiminin- dürüstlük olduğunu belirtmekte.

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..