Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

04 Mayıs '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Sanat?.. Sanatçı?.. ^3

Sanat?.. Sanatçı?.. ^3
 

martıyı nasıl ortalayarak yakalamışım ama...


Ülkemizde sanat hemen hemen yok denebilir. Var mı sizce? Bana sanatçı ismi saysanız yaşayan, yani bizden? Yok… gibi.

Aklınıza gelen, hani ortalıkta sanatçıyım ayaklarında gezinen tipleri bir kalemde silin; sanat disiplin ister, istediklerinin verilmesini bekler. Şarkıcılara sanatçı demeyin çünkü nota bilmezler. Bilenlerin de sanatçı kişilikleri gelişmemiş; çoğunun. Zaten sayıları da son derece az onların.

Sanki edebiyat konusunda daha iyiyiz. En azından bu ülke topraklarında yaşayan insanlara özgü dağınıklık, disipline olamama ve eğitime karşı çabalardaki başarılar göz önüne alınınca, edebiyatın kendi içindeki geniş sınırlı yaklaşımı işi kotarıyor olmalı.

Dedimse o da çok değil; Galatasaray lisesini bitirenin ayrıcalığı falan varsa ne ala, kafadan on puanla başla. Yani, feodal el birliktelikleri ve iteklemeleriyle oluyorsa oluyor. Sonra bu yazar veya kalemci arkadaşlar son zamanlarda özellikle, “yok abi, yok, bu ülkede şair yok, yazar yok. Bari eskilere dönelim,” gibi beylerin beyi laflarla kendilerini yüceltiyorlar: akılları sıra yani. Pöh!

Doğru söylüyor belki ama ifade biçimi hoşgörüsüz ve benmerkezci olunca hangi sanatı sanattan anladığını şıp diye anlıyorsunuz.

Adamın anladığı yazarlık şu: tasvirlerinde özellikle iğrençlikleri tüm ayrıntılarıyla anlatacak. Örnek: Paul Auster, gibi.

Kafasında taşıdığı Paul Auster, son derece geveze bir adam. İğrençlikleri, evet, çok iyi anlattığı doğru. Bol bol salata laflar, gerçekten uzak yaşamlar, falan filanlar. Üstelik insanı aşağılayan ne kadar yön varsa bulup onları ince sokum anlatmayı maharet sanan biri, bence tabii.

Onun da beslendiği yerler aynı da ondan: Tolstoy’un uzun metraj tasvirleri, Dostyevsky’inin kendi hayatını abartarak anlattığı anıları başta olmak üzere yüz yıl önceki edebiyat.

Özellikle bunu bayan yazarlar daha çok yapıyor, yani taklitçiliği; gördüğüm kadarıyla. Halbuki hayal dünyalarını daha çok kullanmalarını bekliyor insan. Neden mi? Çünkü yaşamın dış dünya yüzü çoğu zaman toplumsal baskılar nedeniyle onlara kapalı. Evlere hapis yaşıyor bir çoğu; en azından bir pavyona gidip gözlem yapamıyorlar, gibi. Bu durumda pencere önü çiçeğinin daha çok rüzgardan bahsetmesini beklemek istiyorsunuz.

Kıssadan hisse…

Yahu, google tepenizde sizi adım adım izleyebilirken, siz neden hala yüz yıl önceki saçma salak aşkların peşinden gidersiniz, diye sormazlar mı? Sorarlar elbet. Öyle hızlı bir çağda yaşıyoruz ki, kaç kişi biriyle konuşurken noktalı virgül, iki nokta üst üste, virgül kullanıyor? Veya kullanır diyelim, kaç dakikadır o insana–eğer ciddi çıkarlarınız yoksa o insandan- tahammül sınırınız? Sıkılırsınız, değil mi?

Ee’si, adamlar ballandırırken bir yandan da acı vererek anlatıyorlar: editörler öneriyorlar ya; kitaplar için söylüyorum, yanlış anlaşılmasın.

Google deyince aklıma geldi, pazar yazısı olduğundan araya sıkıştırayım. Efendim bu google denen şirketin değeri yahoo’ya 60 milyar dolar değer biçilince uçtu. Aslında Microsoft büyük bir aptallık yaparak yahoo’yu almadı. Hayatının hatası. Bakın değerini çıkarayım size. Bundan yıllar önce 77 tane uydu fırlatılmıştı semaya. Amaç kesintisiz iletişimdi, önce tutmadı. Aynı zamanda bu uydular dünyanın çevresine çepeçevre sarıldığından, foto çekebilme, canlı görüntüler alıp verebilme gibi sıradan işlevleri de vardı. Adam evinde otururken arazideki işçilerinin çalışıp çalışmadıklarını kahvaltı masasından izleyebiliyor bu sistemle, mesela. Google earth mesela. Dahası var. Adam google arama motoruna daha ilk yazdıklarından kimliğini ele veriyor aslında. Bir düşünün, neler ararsınız internette. Hah, işte. Toplanıyor ana bilgisayarda. Biri hakkında detaylı bilgi mi lazım, fark etmiyor Çin’de Afrika’da. Tüm bilgisayarlar google’lı çünkü: değerini çıkaralım şimdi. Diyelim Çin google’ı almak istese ne kadar öderdi? Kaç dediniz? Bir trilyon dolar nasıl sizce? Hımm.

Güç, bilgiyi elinde tutanındır.

Fiyat kazanç oranı ekonominin en yanlış teoremidir. Google hiç kar etmese de; değeri bu açıdan bakınca...

Dönelim şimdi şu yazarlara. Adam hangi çağda yaşadığını bilmiyor. Eline kalem alınca en yakın on yıl öncesine gelebiliyor; çünkü araklayacağı söylemlerin en iyileri on yıl öncesine kadar var.

Ha, bir de burası var. Tabii ya, mum dibi. Kitap analizleri yazan arkadaşlarımız var. Öyle ballandıra ballandıra, “aman ha, mutlaka okuyun bakın bu harika bir kitap” diyenler var. Yahu, sen önce burada kitap yazmış insanların kitaplarını oku, sonra kesersin kulağımızı, diyesim gelir, demeyeceğim tabii. Demem, yanlış anlama gibi işleri olanlar çok. Yani doğru anlamıştır da yanlış yönden laf edecek, sanki cebine bir şey girecek, garibimin. Neyse.

Sanattandı değil mi lafımız. Öyle bitirelim o zaman.

Yazar kardeş, olmuyor ama. Sen anlamadığın şeyler üzerinde konuşmasını sevmiyorsun. Keyfinden de ödün vermiyorsun; eee, nasıl olacak bu iş? Özgünlük diyorum. Nasıl olacak da sanatı yeniden yaratacağız? Yaşlandı, titrek elli, gözü kireçli, üretemiyor ve kendini yiyor.

Sanatı sanat yapıp sonra toplumsallaştıralım mı? Yoksa,

Zavallıların elinde kalmaya devam etsin mi? Bir yoksa daha,

İyi, özgün ve emekli –emek verilen- sanatı toplumsallaştıralım mı? Son bir yoksa daha,

Gerçek sanat sana, süpürge artıkları cahil topluma mı- şimdiki gibi-?

***

not: çok değerli okur arkadaşlarım burada yazmayı bırakacağımı düşünmüşler, beni anımsamaları en büyük onurdur. bırakmak değil, daha az yazı vermek buraya niyetim. gideceksem söylemeden giderim.

not: eleştirdiklerim genelde buranın dışındakilerdir veya kendisini yazar ilan edip pohpohlanan kitaplarının yapay reytingleri parlak olanlaradır. yani edebiyata en çok zarar verenleredir.

sağlıcakla kalın.

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..