- Kategori
- Tarih
Sanat ve sanat eseri hakkında
Sanat ve sanat eseri hakkında…
Sanat denilen kültürel insan faaliyeti bilimsel bir deyişle söylersek bir üstyapı kurumudur. Yani soyut, zaman ve mekândan azade, tarihsellik platformunun dışında, örneğin uzayda cereyan eden bir etkinlik değildir. Toplum içinde cereyan ettiğine göre bütün toplumsal süreçlerle alakalıdır. Kısacası sanat asla sanat için olamaz; bu slogan da son tahlilde siyasal ve toplumsal egemenlere hizmet eden bir işlevselliğe sahiptir.
O halde, “sanat toplum içindir” şiarı gerçekçi ve bilimseldir. Bir kere sanatla sağlı-sollu sınıf mücadelesinin candan ve diyalektik bir bağı vardır. Sınıflarüstü sanat olmadığı gibi, her sanat eseri toplumda behemehal bir sınıfın amacına uygun, o sınıfın çıkarlarını kollayan bir işlevselliğe sahiptir. Bunun tersini savunan aslanlar da esasen egemen sınıfa hizmet eden sanatın teorisini yapmaktadırlar.
Bu konuda Perinçek’in mükemmel bir örneklemeyle bulduğu örnek isim Franz Kafka…
1883 yılında orta sınıf bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen, ilk gençliğinden itibaren yaşamının en verimli yıllarını 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, o fırtınalı, çok karmaşık yıllarında Avusturya-Macaristan ve Almanya’da geçirmiş, üç kız kardeşini Alman Yahudi soykırımı Holocaust’da kaybeden ve kendisi genç yaşta 1924 yılında ölen Alman yazar, Kafka…
Kafka, 20. yüzyılın post-modern toplumunun, sanayi sonrası Batı toplumunun “açmazını ve içine düştüğü yalnızlık ve yabancılaşma sürecini” mükemmel bir şekilde gözlemlemiş ve bir sanat dehası olarak işlemiş; “devletle bürokrasinin yabancılaşmasının etkili” bir eleştirisini yapmıştır; ama işte o kadar! Kafka’da eleştiri vardır, müthiş bir belagatle anlatım, ifade vardır. Ancak çözüm yolu göstermez. 20. yüzyılın “ufalanan” ve ezilen insanlarının safındadır, yüreği biçare insanlar için çarpmaktadır. İnsanın yabancılaşmasını ve yalnızlığını işlemiştir. Ancak safında, yanında olduğu ve ufalanan ve ezilen insanların dünyayı değiştirebileceğini, insan iradesinin hangi işlevleri gerçekleştirebileceğini anlamamış ve işleyememiştir. “Kafka’da toplum ve insan çaresizdir.”
Niçin böyle olmuştur? Bu dev sanatçı niçin işlevselleşememiş ve yabancılaşanların dünyayı değiştirebileceğini gösterememiştir? Çünkü Kafka yaşadığı çağın temel süreçlerinin dışında kalmıştır. Postmodern yaşam tarzının insanı yalnızlaştırdığını ve yabancılaştırdığını pek mükemmel bir şekilde işliyor ama ezilenlerin, yabancılaşanların ve yalnızlaşanların birleşerek ve örgütlenerek mevcut durumu değiştirebileceklerini gösteremiyor.
Kafka, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyadaki ezen-ezilen çelişkisini ve süreçlerini iyi tahlil edemiyor. Ezenler safında yaşadığı için sadece o dünyadaki olumsuzlukları gözlemliyor ve kaleme alıyor. Ama bir de ezilenler dünyası var. Temel çelişkinin öte yanı… Zaten o yüzyılın ilk çeyreğinde tarihin oluşumu bu çelişkinin işlemesi sonucu değil midir?
Dünya bir avuç emperyalist ülke arasında bölüşülmüş, talan edilmekte. Dünyanın üçte ikisinden fazlasını oluşturan Ezilenler Dünyası toptan sömürgeleştirilmiş. Sadece üç ülke, İran, Osmanlı ve Çin ayakta kalabilmiş. Onların da mecalleri kalmamış… Bayrakları ve iyi kötü bir devletleri vardır ellerinde ama o toplumlar da yarı- sömürgeleştirilmiş.
Örneğin Osmanlı; 1850’lerden beri, Namık Kemal’lerden ve Talat Paşa’lardan geçerek bir vatan savunması süreci yaşamaktadır. Namık Kemal’in sanatı sınıflar üstü ya da salt sanat için değil, vatan için yapılmaktadır. Padişahın mülkü olarak kabullenilen Osmanlı’da ilk kez olarak vatan kavramı kitlelere yayılmaktadır onun sayesinde. Ve bütün bu dönem boyunca bütün dünyayı değiştirme pratikleri, bütün devrimler vatan savunması yataklarında cereyan etmiştir.
Ve Kafka işte bu süreçlerin dışında kaldığından, insanın toplumu ve dünyayı değiştirebileceğine inanmadığından eserlerindeki insanlar yaralı, çaresiz ve zavallı karakterler olarak gösterilmiştir.
Son söz olarak, sanat ve sanat eseri toplumsal eleştirisini yaparken sadece bununla yetinmemelidir. Yerine konacak süreçleri de göstermelidir. Bir vatan ve cumhuriyet savunması dönemine girmiş yurdumuzda üretilecek sanat eserleri, insanlarımıza yurtseverlik ve milliyetçilik, hadi biraz sevecenleştirelim, ulusalcılık aşılayacak şekilde kurgulanmalıdır. Örneğin, sanat eserini, büyük millet milliyetçiliğinin gelişmesi ve yükselmesi için örgülemeli, “Hepimiz Türk milletiyiz!” sloganının kitleselleşmesine çalışmalı; örneğin “Hepimiz Ermeni’yiz!” sloganının eninde sonunda “Hepimiz travestiyiz; Alışsınlar!” saçmalığına varacağını işlemelidir.
BURDUR, 3 NİSAN 2007