Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '11

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Sanat ve siyaset hemzemini

Sanat ve siyaset hemzemini
 

Angel Boligan - Meksika


Sanatın ve sanatçının siyaseti konu almaması, siyaset ile ilgilenmemesi, sanatsal üretiminde siyasal bir misyon, ya da amaç gütmemesi düşünülemez. 

Bu durumda sorudan geriye ne kalıyor? 

Soruyu problem haline getirmeye çalışalım: Evet doğru bir söz bu. Ama peki her sanatsal edim ya da her sanatçı siyaseti konu almak zorunda mıdır? 

Elbette hayır. Ama bir koşulla. O da şu: 

Sanat ve sanatçının siyasetle ilişkisi geniş bir derecelenme içerebilir. 

İki uç ayırt edelim: a) Sanatçı doğrudan bir ideoloji ya da politik bir görüşten hareketle ve onu ifade etmek üzere üretimde bulunabilir. Diğer uç olarak; b) bir sanatçı hiçbir ideolojik ya da politik bir düşünceden hareket etmeden sanatsal üretimde bulunabilir. 

Bu iki uç arasında pek çok tekil durum oluşabilir. 

b) durumunda sanatçının ve sanatın siyasetle bağlantısı yok gibi söylenmekle birlikte, esas tartışmalı olan nokta burasıdır. 

Çünkü bir görüşe göre bir tür determinizm ilkesi ile sanat ve sanatçı toplumsal düzen ve onun ideolojik yapısıyla belirlenmiş durumdadır. Diğer bir görüşe ise sanatçı bu tür bir belirlenimden azade olarak saf sanat ürünü ortaya koyabilir. 

Tabi bu iki uç arasında başka tonlar, biraz ondan, biraz bundan alan, vardır. 

Bu iki görüşün iki örnek durumu olarak Marksizm ile Kant verilebilir. 

Burada not düşelim Kant'a böyle bir görüşü yüklemek anakronik olur, çünkü Kant bu tartışmalardan daha önceki bir döneme aittir ve o sanatın salt biçimsel güzellikte ararken, kendi genel felsefi öğretisi bağlamında bunu yapar. O sanatı incelerken, epistemolojisinin bir gereği olarak yapar, çünkü onun için mutlak hakikat ancak koşulsuzluktan çıkar, yani içeriksel olmayan, deneysel olmayan şey mutlak hakikattir -bu izah tabi biraz karikatürize. Oysa Marks da Alman vatandaşı olduğu halde, Kant öldükten çok sonra doğmuştur. 

Marksizmin ortaya koyduğuna göre ise, bu öğreti modifiye edilmiş olsa da, altyapı üst yapıyıyı belirler. Ya da üretim araçlarıyla üretim ilişkileri arasında doğrudan ve dolaylı bağlantılar vardır. Yani sizin altyapınız, yani ekonomi politik sisteminiz, onun ürettiği ilişkiler, değerler, normlar vs. üst yapıda, yani gündelik hayamızda, ister siyasal toplum, -yani devletin kurum ve kuruluşları- ya da isterse sivil toplum, -sivil halkı ve onun kurduğu yapılar- olsun, buralarda, bu ekonomik politik düzenin ideolojisi sürekli yeniden üretilir ve sisteme geri besleme yapar. Ve bir determinist ilişki vardır. (Bu tabi sonsuz bir döngü değildir, yine Marksizmin felsefi boyutu olan diyalektik materyalizmin bir ilkesine göre, niceliksel değişimler niteliksel dönüşümlere yol açar, yani, süreç zamanla kendini değiştirir) 

Marksist açıdan bakıldığında, bir sanatçı doğrudan siyasetle ilişkisi olmasa bile, dolaylı ve dolayımlı olarak, kendini ön belirleyen bir siyasal praksis içinde hareket eder. Sanatçı benim siyasetle alakam yok dese dahi, o aslında bir siyasal aygıtın bir dişlisidir. Çünkü Marksist teoride ve aslında başka düşünce sistemlerinde de toplumsal yapıdaki egemen ideloji ve onun ideolojik aygıtları, yani, dili, dini, kültürü, hatta ahlakı, sanatı kuşatır, ona zemin, hedef, amaç, değerli olan, ideal olan formatı sunar ve sanatçı, bunun farkında bile olmadan, bu sistemin yeniden üretimin sağlar. Bunu tiyatro yazarken yapar, sinema filmi çekerken yapar vs. 

Esas tartışma noktası burasıdır. Tekrarlarsak bir sanat anlayışı ve sanatçı, siyasetten, ya da daha genel bir ifadeyle belirlenmişlikten tamamiyle bağımsız ürün verebilir mi meselesi. 

Hiç kuşkusuz veremez. Çünkü insan toplumsal bir canlıdır. Beslendiği toprağın ideolojisini içinde barındırır ve ona göre sanatsal üretimde bulunur. 

Ancak baştaki soru herhalde böyle bir şeyi kast ediyor değil. Onun muhtemelen sorduğu, sanatçının siyasetle a) düzleminde kurduğu ilişkideki sorunlara ilişkin. 

a) düzleminde sanatçının siyaset ile daha doğrudan ilişkisi olabileceğini, ama her sanatçının bu tür bir ilişkide olmasının gerekmediğini söylemiştik. Daha doğrudan olmasının da kendine göre alt problemleri vardır. 

Mesela, sanatsal, estetik kaygı ile siyasal, ideolojik kaygının birbirini nasıl etkileyeceği, hangi düzeyde etkileyeceği, ve bu etkilenme sonucunda, bir eserin, sanatsal ürün olarak kendini nasıl varedeceği tartışma konusudur. 

Yani bir sanatçı bir siyasi görüşten hareketle sanat ürünü ortaya koyabilir, ama bunun sınırı yok mudur? Yani bunu öyle yapmalı ki, ortaya koyduğu ürün sanatsal bir ürün olduğu halde, aynı zaman da bir dünya görüşünün savunusu ya da yansıması da olsun? 

Çünkü pekala, sanatçının siyaset yapmasını savunurken, tam da bu maksimden areket eden bir sanatçının eserini, sizinle aynı dünya görüşünü paylaşıyor olabilse bile, çirkin bulabilirsiniz. 

Buradaki koşul hiç kuşkusuz, bir sanatçı siyaset yaparken sanatsal çalışmasıyla, ortaya koyduğu eser, sanatsal bir eser olmak vasfından çıkmayacak. Bu çok mümkündür. 

Bir toplumda sanatçının siyasal bir misyon üstlenmesi, muhalif bir çizgi izlemesi kıymetlidir. Çünkü toplumsal düzene ilişkin eleştiriyi ancak sanat ve bilim (felsefe de içinde olmak üzere) yapabilir. Ona bu imkanı veren ise sanatsal üretimi mümkün kılan öz niteliğidir. 

Sanatsal üretim öz niteliği ile, sanatçı ister doğrudan siyaset yapsın, isterse farkında olmadan egemen ideolojiyi desteklesin, isterse bunu farkında olarak yapsın, sanat dallarına göre farklılık göstermekle birlikte, toplumdaki, nedenleri ne olursa olsun, çelişkileri, yanlışları, dramatik durumları, mizah bile yapıyor olsa, hicvi, ironiyi, eleştiriyi, taşlamayı içermek zorundadır. Bir sanatçı bunu yaparken, hareket noktası farklı olabilir. Ama bir sanatçı mutlaka bunu yapmak zorundadır. 

Yoksa ortaya koyduğu ürün sanatsal ürün olamaz. Sanatçının bu açıdan, diyelim bir düşünürden farkı, kullandığı araçlarıdır. 

Sanatçı politik bir misyon ile bilinçli bir şekilde ürün vermesi olması gereken bir şeydir, ama dediğimiz gibi, siyasal angajmanı, sanatsal öze zarar vermemek zorundadır. 

Bunu yapan babanızın oğlu bile olsa, öğretinizin şefi bile olsa, kabul etmemelisiniz. 

Diyelim toplum eleştirisi yapmak üzere bir roman yazıyorsunuz. Bunu yaparken, gerçek bir roman yazarı vasfına sahip olmalısınız. Bu vasfınızla yola çıktığınızda hareket noktanızı, olayları, olaylar arasındaki bağlantıları onların neden sonuç ilişkilerini özgürce kurabalir, yorumlayabilir, ve toplumun güya en kutsallarını bile eleştirebilirsiniz, bu sanatçının sınırsız özgürlüğüdür. 

Ama bunun tersine bir roman yazarı vasfına sahip olmadan kalkıp, bence dahi olsa, iyiyi güzeli doğruyu anlatmaya, dikte etmeye çalışırsanız, onun yeri çöp sepetidir. 

Problem bitmez. Peki bir kişiyi roman yazarı vasfına sahip kılan nedir? Yani bir sanatçıyı sanatçı yapan nitelik nedir diye sorarsak, baştaki konulara yeniden dönüp, oradan başka yollara sapmak gerekir. 

Bunun kısaca bir formülünü vermekle yetinecek olursak, bir sanatçı anlatan değil gösteren olmalıdır. 

Bunun da Türkçe'sini en karikatürize şekilde söyleyecek olursak şu: Bir yazar bir kahramının mutsuzluğnu anlatırken, diyelim çok çok mutsuzdu diyorsa, göstermiyor anlatıyordur. Oysa gerçek bir yazar, onun mutsuz olduğunu bize anlatmaz, onun içinde bulunduğu durumu öyle betimler ki, biz onun mutsuz olduğunu duyumsarız, yani onun mutsuz olduğu sonucu biz çıkartırız. 

Başarısız yapıtlara baktığınızda, hep bu vardır, sizin sonuç olarak çıkartacağınız şeyi, yazar ya da sanatçı kendisi size söyler. Kendisi size söylüyorsa, demek ki sanatsal yaratımı, o sonucu doğurmuyordur. 

Son söz olsun, sanatçı sanat eserini estetik değeri feda etmeden ortaya koyabilir bunu yaparken uğraştığı sanat dalının herkes için genel geçer olan biçimsel ve teknik ilkelerine uygun olarak hareket edebilir ve nihayetinde, politik ve ideolojik yönleri olan bir tema ortaya koyabilir ve koymalıdır da. 

Sanat toplumu eleştirebileceğimiz en temel iki araçtan biridir. Diğeri ise bilimdir. O da sınırsız özgürlük ile donatılmalıdır. Sanat ve sanatçı da. 

 

 

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..