Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ağustos '15

 
Kategori
Deneme
 

Sanatçı dost Edip Başer'e buruk veda mektubu

Sanatçı dost Edip Başer'e buruk veda mektubu
 

Edip Başer


Nasıl üzgünüm, nasıl çaresizim bilmiyorum. Tiyatro sanatçısı, şair, şiir yorumcusu değerli bir insanı yani seni trafik kazasında kaybetmek o kadar acı ki… Yakınlarının adını bile bilmemek, onları tanımamak, kimseye ulaşamamak, doğru dürüst bir bilgi sahibi olamamak da çok zor… 62 yaşında olduğun halde kendine “Yaşlı Tiyatrocu” diyen, 50 yaşındakilere bile canı yürekten “kızım” diyebilen, emeklilik için çırpınan, rahat bir hayat kurup dinlenmek için düşler kuran sen yok musun artık bre Edip Başer!

Bazen sanal hayattan tanıdıklarınız gerçek hayattan tanıdığınız insanlardan çok daha gerçektir. Tanışmıyorduk gerçek hayatta seninle ama mesajlarla, telefonlarla bütün içtenliğimizle neler paylaşmıştık neler… Dertlerimizi, hüzünlerimizi, hayallerimizi, sevinçlerimizi… Hakkında çok şeyi biliyordum hatta en yakınlarınla bile paylaşamadıklarını benimle paylaşıyordun. Ben de sana bütün içimi döküyordum.

Günlük hayatta sıkça kullandığın bir oyundan sonra diline yerleşen “Bre” sözcüğü senin yazı dilinde de yer almaktaydı. Hatta arkadaşların sana “Bre can” veya “Bre Edip” diye seslenirlermiş. Dürüst, yapmacıksız, içten, korumacı,  kadir kıymeti bilen, sevgi dolu, saygılı, işini seven, sorumluluk sahibi biriydin. Sağlığını çok ihmal ediyordun. İşin dolayısıyla yemek ve uyku düzenin pek yoktu. Mesajlarında yazdıklarından yola çıkarak bu yargıda bulunuyorum.

Seni iyi tanıyordum ama ailen hakkında hemen hemen hiç bilgim yoktu. Berfin adında 1983’te doğan bir kızın olduğunu ve güzel kızını henüz 17 yaşında bir filizken kaybettiğini anlatmıştın. Ardından eşini kaybettiğini ve yıllardır yalnız yaşadığını, yalnızlığı en iyi bilenlerden biri olduğunu söylemiştin.  “Güçlü görünmek de bir bakıma yalnızlıktır.” demiştin.  Ne doğru söz…

9 Şubat’ta Selanik’e geldiğini, Ata’nın evini gezdiğini ancak fotoğraf çektirmek istediğini ancak izin vermediklerini üzülerek belirmiştin. 10 Şubat rahmetli evladının ölüm yıl dönümüydü. Nasıl hüzünlüydün o günün gecesinde…  Sosyal paylaşım sitesinde ilk kez kızının doğum gününde çektiğiniz fotoğrafını paylaşmıştın. Zaten özelini, işini, aşını fotoğraflamak ve paylaşmak hoşuna gitmiyordu. 10 Şubat 2015’te Selanik’te iki yerde şiir okuduğunu, ertesi gün Teselya’da, sonraki gün de Mora’da sahne alacağını yazmıştın. “Türkiye’de sahip çıkanımız olmadı. Sağ olsunlar sevenim sayanım çok. Yunanistan beni çok sevdi.” İbaresini de eklemiştin. Çoğu zaman koşuşturmaktan yorgun ve uykusuz olduğunu dile getirmiştin.

Bütün hayatın tiyatroydu, şiirdi, sanattı özetle... Ülkemizde sanatçılara gereken değer verilmediği için ekmeğini komşu ülkede kazanmaya gitmiştin. İngilizcen ve Grekçen de iyiydi. Orada beklediğin ilgiden fazlasını görmüştün, emeğinin karşılığını da almıştın. Yunanistan’da çok güzel dostlar edinmiştin.  Otel müdürü Yorgi’nin can arkadaşın olduğunu ve onun 13 yaşındaki oğlunun da sana Türkçe olarak “Bre Dede” diye hitap ettiğini anlatıyordun. Dimitri ile de iyi arkadaş olmuştun, birlikte geziyordun. Sana bir şiir albümü çıkarman için teklif gelmişti ama gözün ülkendeydi. Emeklilik işlemleriyle de çok uğraşmıştın. Yormuştu bunlar seni…

Avukatın aracılığıyla kız kardeşine vekâletname vermiştin ve kız kardeşinin senin adına aldığı Çeşme’de deniz kıyısında bulunan üç katlı ve beş odalı evde yaşamanın hayallerini kuruyordun. 15 Mayıs 2015’te henüz görmediğin evinin tapusunun Yorgi’nin adresine geldiğini ve eline geçtiğini yazıyordun. Yurda dönmeyi, sevdiğin kadınla evlenmeyi, huzur içinde yaşamayı düşünüyordun. Sevinç içindeydin. Bir araba alıp Akdeniz sahillerini gezmeyi, Antalya’da tatil yapmayı planlıyordun. Sonra gemiyle İtalya yolculuğu… Zahmetle kazandığını gönlünce harcamak artık hayatın tadını çıkarmak istiyordun sevdiğin kadınla… Tam yurda dönme planları içindeydin ki paranın olduğu banka batmıştı. “Acaba paramı alabilir miyim?” düşüncesiyle bekliyordun.

Son mesajında Atina’da bir arbede esnasında düşüp ayak bileğini incittiğini, çok acı çektiğini, saat 10.30’da ve 22.30’da 12 saatte bir iğne yaptırdığını anlatmıştın ve “Bastonla yürüyorum. Ayağım neredeyse kırılacakmış.” yazmıştın.  Üzülmesinler diye ortak arkadaşlarımıza söylememi sıkıca tembihlemiştin. Zaten öncesinde de feribot kazasından kıl payı kurtulmuştun.

29 Temmuz gecesi hayata veda ettiğini 30 Temmuz sabahı sosyal paylaşım sitesindeki yorumlardan öğrendim. Trafik kazası geçirmişsin. Yanındaki arkadaşın ölmüş. Sen ise beyin travması tanısıyla hastaneye kaldırılmışsın. Bayramdan beri yoğun bakımda yatmışsın. Kalbin durmuş, çalıştırmışlar. Sonra ikinci kez 29 Temmuz gecesi kalp krizi geçirmişsin. Mesajlarından birinde “Evimi, yatağımı, aşımı özledim.” diyordun.  Yurduna, sevdiklerine, sevenlerine hasret tek başına son sözünü bile duyuramadan Yunanistan’da hayata veda etmişsin. Parça parça okudum, parça parça öğrendim hastane maceranı… Okudukça da parçalandım.

“Bazı mevsimler, bir günde gelir.” diyor Murathan Mungan. Bir günde üstelik çok ama çok sıcak bir temmuz gününde zemheriyi yaşadım. Önce yüreğimdeki yemyeşil orman sapsarı oldu. Bütün ağaçlar yapraklarını döktü bir anda… Fırtına koptu. Deprem oldu. Toz duman oldu dünyam… Ardından çırılçıplak kaldı ağaçlar ve bir tipi başladı. Sığınacağım bir ağaç kovuğu bile yoktu.

31 Temmuz 2015’te senden bir gün sonra kaybettiğimiz çok değerli Şair- Yazar Bekir Koçak’ın şiirinde olduğu gibi gerçekten gizemi temmuzda saklıymış meğer bütün acıların... Ben de 12 Temmuz’da 1996'da kaybetmiştim anneciğimi… Temmuzlar, sevdiklerimi kopardı benden... Ama bu 2015 Temmuzu çok hainmiş meğer... Çok arkadaşımı, sanatçı dostumu kaybettim bu aralar... Onların acısı temmuz sıcağından kat be kat çok... Ayları suçlamak da yanlış, biliyorum ama bir günah keçisi aramak adet olmuş. Öyleyse özür dileyerek az önce yazdığım bir dörtlükle selamlayayım suçladığımız ayları…

“Hayaller kalsa da altında karın,

Kim bilir nelere gebedir yarın,

Günahsız mevsimin, masum ayların,

Üstüne yıkmasak bütün suçları…”

“Hayatın güzel günleri ‘Daha erken…’ demekle geçer. Sonra ‘Çok geç’ olur.” demiş Flaubert… Hep bazı koşulların oluşmasını beklerken zaman geçer, ömür biter bazen… Hayalleri ertelememeli, her günü son gün gibi düşünerek dolu dolu yaşamalı… Geçmiş adı üstünde geçip gitmiştir. Ah ile vah ile harcanmamalı bugünlerimiz… Yarın belki vardır, belki de yoktur. Oysa hep yarın diye atlayarak geçiştiririz günlerimizi…

Sevgili dostum, sözün bittiği yerleri çoğalttım bu aralar... Gerçek sanatçılara hak ettikleri değerin verilmemesi yüreğimi kanatıyor. Ucuz otel odalarında uyuyarak, doğru düzgün yemek yemeyip çorba içerek yarı aç yarı tok bir yaşam sürdürerek ekmek ve sanat için onurlu mücadelenizi ayakta alkışlıyorum. Tezatlar arasında boğuluyorum. Çağlayanlar ters akıyor içimden...  “Keşke” sözcüğünü silmek için dünyaya gelmek istiyorum yeniden...   

“Her ölüm erken ölümdür. “ demişler ama senin ölümün hem zamansız, hem çok ani ve de çok hazin oldu. İyilerin ömrü az olurmuş. Klasik bir laf ama durumumu en iyi anlatan cümle şu: Sözün bittiği yerdeyim. Bre Edip Başer sevenin, sayanın çok… Sevenlerinin, yakınlarının başı sağ olsun. Allah rahmet eylesin. Işıklar içinde uyu. Güle güle bre can dost…

HARİKA UFUK
Adana
31 Temmuz 2015
Saat: 15.00

 
Toplam blog
: 389
: 261
Kayıt tarihi
: 01.12.13
 
 

Adana'da doğdu. Öğrenim hayatına İstanbul'da Çengelköy İlkokulu'nda başladı. İstanbul Marmara Ünive..