Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Aralık '11

 
Kategori
Söyleşi
 

Sanatçı Mehmet Erbil'in gözüyle Adıyaman

Sanatçı Mehmet Erbil'in gözüyle Adıyaman
 

Adıyaman'da özgün kent dokusu-Çarşı(Fotoğraf:Mehmet ERBİL)


Adıyaman'da AKSEB-Adıyaman Kültür Sanat Edebiyat Bilim Derneği yayını olan MİM dergisi 2. sayısında benimle yapılan söyleşiye yer verildi. Bu söyleşi doğup büyüdüğüm kentime bakış açımı irdeleyen, dopdolu bir söyleş idi. Naif Karabatak'ın hazırladığı bu söyleşiyi buraya aynen alıyorum:

"Naif KARABATAK-Sanatçı Mehmet Erbil'in Gözüyle Adıyaman...

Öncelikle Adıyamanlıların sizi tanıyacağı şekilde bir tanıtım alabilir miyim?

Bu biraz zor olacak sanırım. Çünkü Adıyaman Lisesi’ni bitirdiğim 1965 yılında Adıyaman’dan çıktım, çıkış o çıkış. Halen Adıyaman’dan uzaktayım.  Yılda bir uğruyorum. O da kısa süreli oluyor.  Bu kısa sürede dostlarımdan çok Adıyaman’ı dolaşıyorum. Caddelerini, sokaklarını geziyor, anılarımı tazeliyorum. Her geçen yıl anılarımızın izlerinin bir bir yok olduğuna tanık oluyorum. O sokaklarımız, çıkmalı evlerimiz, kapısını çaldığımız akrabalarımız ve de yaşlılarımız kalmamış, ayrılıp gitmişler bu dünyadan.

Önceleri evden çıkıp çarşıya gidene dek, yüzlerce tanıdık görür selamlaşır, ayaküstü de olsa söyleşirdik. Ya da iş yerlerine uğrar, çay-kahvelerini içerdik. Şimdi onlar yok. Onların yerini başkaları almış. Göçlerle nüfus artmış, Adıyaman bambaşka bir kent olmuş.

Kızmayın ama, cadde ve sokaklarda yürürken bu yetiştiğim kentte kendimi yabancı gibi hissediyorum. Öyle ki, yakın akraba gençleri bile yolda görseler, ne ben onları tanırım ne de onlar beni. Kısaca yabancı olduk.

Yabancı olduk derken…

Yabancı olduk derken, bu özde yabancılık değil, daha çok görünüşte.

Çünkü yazı ve fotoğraflarımla Adıyaman’ı dolu dolu yaşıyorum ve de yaşatmaya çalışıyorum.

Sizin kuşak sizi nasıl tanır?

Benim kuşağım, 1965 yılı lise mezunu arkadaşlarım; beni resim yapmamla tanırlar.  Bir kısmı da o yıllarda yazdığım şiirlerimden bilirler. O yıllar resmin yanında çokça şiir de yazardım. Bunlar gazete ve dergilerde yayımlanırdı.

Resme merakınız nasıl başladı, nasıl sürdü, şu an resmin neresindesiniz?

Benim aklım erdiğinde babam bakkallık yapardı. Daha önceleri çok iyi bir terziymiş. O yılların bakkalları; sabun, tuz, mevsimlik sebze ve meyveler,  köylü yurttaşların köyden gelirken getirdiği yağ, yumurta ve taze peyniri satarlardı. Bugünkü gibi dolu dolu her şey yoktu.

İşte bu günlerde, okula gitmeden dükkânda elime geçen kağıt ve defterlerin boş sayfalarına resimler yaptığım geliyor gözlerimin önüne.

Sonrasında ilkokul ve ortaokul yıllarım başlar. Ortaokulda Öner Ayan isimli bir resim öğretmenimiz vardı. Onun yaptırdığı ve bahçelere giderek sessiz köşelerde resimler yaptığımı anımsıyorum.

Ancak benim için en önemlisi lise yıllarım. Öğretmenimiz Emrullah Bulurman, resim çalışmalarımda bana yön verdi, önderlik etti. Bu nedenle 1963, 1964 yılları verimli geçti. Artık yolumu bulmuştum.

Resmi aileniz nasıl karşıladı?

Ailem, rahmetli annem, babam, “Resim yapmak günah, onlara öbür dünyada can vereceksin” diye engellemeler yaparlardı.

Herhalde bu sonuç vermedi ki, resimle koşut bir yaşantım bugünlere dek sürdü geldi.  Rahmetli anne ve babam da bunu kabullendiler.

Sanatta nokta koymak diye bir şey yoktur. Bu nedenle sanatın neresindeyim dendiğinde başındayım diyorum. Çalıştıkça ışıldıyorsunuz, çalıştıkça bileniyorsunuz, çalıştıkça görüş alanınız, görüşleriniz değişiyor, gelişiyorsunuz. Bu nedenle sanatın başı sonu yoktur. Her çalışma, bir sonraki çalışmaya ortam hazırlar. “Yaptım bitti” derseniz, siz de bitersiniz. Bitiş yok, sürekli yeni başlangıçlar vardır. Dahası, dahası vardır sanatın.

Bu nedenle; 18 kişisel sergi açtım, sanat yazıları yazdım, ne var ki hala işin başındayım diyorum. Çünkü daha yapacağım çok şey ve de öğreneceğim çok şey var.

Sadece resim değil, fotoğraf merakınız da var. Sanatın görsel iki koluyla çok yakından ilgilisiniz, ya diğer kolları?

Lise yıllarımda resim ve yazın (edebiyat) ağır basıyordu. Kısa bir süre emanet bir fotoğraf makinası da kullandım. Çektiğim fotoğrafların çoğu 1969 yılı ve sonrasını kapsar. O yıllarda tabela yazarak kazandığım azıcık para ile bir fotoğraf makinası ve agrandizör almıştım. Bunları “Fırçamın ucuyla kazandım” diye hala saklarım.

 Şimdiki Adıyaman Lisesi, bizim yeni lisemizdi. Son sınıfı orda okuduk. Yani o lise yapısının bizler hem ilk öğrencileri hem de ilk mezunlarıyız.  1965 yılı bizim kuşak için bu nedenle çok önemli. O yapıyı temizleyip sınıflar oluşturduk. Yönetim birimleri ve sınıf yazılarını bizler yazdık. Bununla da yetinmedik arkadaşlarla, okulun Kültür Edebiyat Kolu’ndan bağımsız duvar gazetesi çıkardık. Onda yazılar, şiirler, fıkralar yazdık, resimler çizdik.

Kısaca resim ve fotoğraf yanında yazın alanı da benim ilgimi çok çeker. Dergilerde ve gazetelerde yayımlanmış şiir ve sanat yazılarım bulunmaktadır.  Doğrusunu söylemek gerekirse en ağır basanı resim yönümdür. Şiirlerimde ve yazılarımda da bu yön açıkça görülür sanırım.

Web siteniz de var ve özellikle eski Adıyaman resimleriyle süslüyorsunuz. Adıyaman hasretinizi resimlerle mi gideriyorsunuz, yoksa Adıyaman’a gelip gitmeleriniz de var mı?

Benim kendiliğinden oluşan bir belgecilik yanım vardır. Her şeyi toplarım. Duyduğumu yazar, gördüklerimi ya çizer ya da fotoğrafla saptamaya çalışırım. Bu genelde benim ilgimi çeken, çevremi oluşturan konulardır.

Ayrıca ilk yıllardan bu yana Adıyaman’la ilgili konu ve bilgiler toplama çalışmalarım var. Bunlarla bir kitap oluştu aslında.  Yeniden gözden geçirilip, güncellenmesi gerekiyor. Bu uzun zaman alır.

Bu nedenle Adıyaman hasreti diye bir şey yok bende. Ben her daim Adıyaman’la iç içe yaşıyorum. Özlediğim, hasretini duyduğum tek şey; Adıyaman’a özgü kimliklerin, kent dokusunun bir bir ortadan kaldırılmasıdır. Web sitemde (www.mehmet-erbil.tr.gg) bunu açıkça dile getirdiğimi ve eleştiriler yaptığımı sanıyorum.

Adıyaman’la bağım kopmadı, kopmaz da… Arada bir geliyorum. Geldikçe de kimliğini yitirmemiş yerleri gönlümce gezip dönüyorum.

Hem Adıyamanlısınız, hem ressam hem de fotoğrafçı. Bu üç özelliğinizle birlikte Adıyaman’ı değerlendirmenizi istesek, ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar?

Şöyle düşünelim: Nemrut Dağ’ını, Cendere Köprüsü’nü, Karakuş Tepesi’ni, Perre kalıntılarını, bir de Oturakçı Pazarı dediğimiz çarşıyı düşünmeyin ve görmeyin! Geriye Adıyaman kimliğinden bir şey kalmaz. Çünkü Adıyaman’ın kent dokusu kaldırıldı, yitirildi.

Bir kalemiz vardı. Hısn-ı Mansur. Bir dönem kente adını vermişti. Kalede sivil mimari örnekleri olan evler kaldırılınca, çırılçıplak bir toprak yığını kaldı geriye. “Surlar” var derseniz; onlar yamanmış, yapmacık surlar. Bu nedenle kale ile hiçbir uyumu yok. Özenti dolu, tarihle, geçmişle ilişkisi düşünülmeden yapılmış.

Caddeleri, sokakları düşünün… Hangisinde bu Adıyaman’dır diyebileceğimiz kimlik var. Aynı yapıları başka bir kentte, hatta kasabalarda da görürsünüz.

Kısaca derim ki; hem de üzülerek Adıyaman’a özgü bir kent fotoğrafı yok ortada. Her yerde görülebilecek görüntüler var. Betonlaşma var…  Özgün Adıyaman mimarisini yansıtan sivil yapılar yok. Onlar yaşatılabilir, restore edilip tarihin tanıkları olarak geleceğe miras bırakılabilirlerdi. Rant uğruna Adıyaman kent kimliği kalmadı. Benim sitemde yer alan, özlemini duyduğum Adıyaman fotoğrafı bunlardır. Bazı özgün örneklerin korunmaları gerekirdi diye düşünüyorum. Ya da mimarlarımız, çağdaş ve güncel düşünerek Adıyaman’a özgü bu yapı örneklerini, çok katlı yapılara yansıtarak kent kimliğini biraz da yaratıcı bir yaklaşımla koruyabilirlerdi diye düşünüyorum.

Dışarıdan bakan ama çok ilgili olan birisi olarak sizin döneminizle şimdiki dönemdeki sanatsal çalışmaları, kültürel yapıyı değerlendirmeniz mümkün mü?

            Şimdilerde her şey çok farklı. Teknoloji, bilişim sistemleri, sanal ortamlar yaşamı ve her şeyi çok kolaylaştırdı. Buna bağlı olarak da aydınlanma ve görüşler de bizim dönemlere göre çok gelişti.  Ay’a gidişi; “Yalan söylüyorlar, bizleri kandırıyorlar!” diyen bir yaşlı kuşak içinde yetiştik. “Günah” denen ortamlarda çırpına çırpına boy saldık.

             O yıllarda Adıyaman’da iki ya da üç gazete vardı. Baskıları sınırlı ve de her zaman baskı yapamazlardı. Zaman zaman onlarda yazmaya çalışırdık. Okulda duvar gazetesi vardı herkes yazamazdı. Zaten yazan da azdı.

              Şimdi sanal ortamda yazmak ve paylaşmak çok kolay. Bu nedenle aydınlanma, bağımsız çalışma fırsatları var.

              O günlerde sanatla, kültürle uğraşanlar azdı. Azdı ama nüfusa oranlarsak bugünkü ile aynı olurdu sanırım. Şimdi gençler rahat ve özgürce yazıp çiziyorlar, Tanıdığım gençler var. Adıyaman’daki etkinlikler bunun göstergesi. Şiir ve öykü yazanlar, kitap bastıranlar çoğunlukta.

              Sanat dergisi çıkarılabiliyor. Bu bizim için hayaldi.             

              Bu nedenle sizleri kutluyorum. Başarılarınız sürekli ve de uzun soluklu olsun."

 

 
 
Toplam blog
: 63
: 729
Kayıt tarihi
: 29.09.11
 
 

Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi-Yüksek Lisans Resim-19 kişisel Resim Sergisi Yazı..