Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ocak '09

 
Kategori
Siyaset
 

Sanayi ötesi toplum kavramlaştırmaları

1960’lı yılların başından itibaren bir grup etkili yazar kapitalist sanayi toplumunun sonunun geldiğini öne sürerek yeni bir çağa girildiği yönünde görüşleri yaygınlaştırmaya başlamışlardır. Bu yaklaşımlarda özel bir teknolojik değişimin toplumsal yaşama yeni bir biçim vermesine öncelik verilmiştir. Sanayi ötesi topluma geçişle birlikte sanayi toplumunun başat üretim biçimi fordizm yerine yeni bir retim biçimine ( post-fordizm), sanayi ekseni toplumsal yapı yerine yeni bir toplum biçimine (enformasyon/bilgi toplumu) geçildiğini öne süren bu yaklaşımlar 1970’li yıllardan itibaren bu gelişmelerle birlikte modernliğin de sona erdiğini öne sürerek modernlik ötesinde bir toplumun ortaya çıktığını öne sürmeye başlamışlardır. 1980’li yıllardan sonra tüm dünyada yaygınlaşan bu bakış açısının en önemli kavramları post-fordizm, enformasyon toplumu ve post-modernizm kavramlarıdır. Sanayi ötesi toplumdan kastedilen ise 20. yüzyılın sonlarına doğru toplumların yeni teknolojik gelişmelerle birlikte imalat endüstrisine bağımlılıklarının azalmakta olduğu ve bilgi eksenli yeni endüstrilerin ortaya çıktığıdır. Kendisinden sonra gelen yaklaşımların öncüsü olan ve kimi zaman eş ya da benzer anlamlı olarak kullanılan sanayi-ötesi toplum kavramının ilk kez toplumbilimci Daniel Bell tarafından 1959 yılında ortaya atılmış olduğunu biliyoruz. (1) Sanayi-Ötesi toplum kuramları Peter F. Drucker’ın The age of ‘Discontinuity’ (1969) ye Alvin Toffier’in Future Shock (19070) gibi kitapları ile daha da yaygınlık kazanmıştır. Bu yazarların sözünü etmiş olduğu toplum sanayi ötesi bir toplum olmakla birlikte Peter F. Drucker tarafından bilgi teknolojisi eksenli gelişmelerle birlikte kapitalizmin klasik çağının da sona ermiş olduğunu öne sürmüştür. Bu yaklaşımların temel noktası gelecek konusundaki iyimserlikleri olup, sanayileşmenin yerine geçen yeni toplum ve üretim biçimlerinin yüksek düzeyde bir toplumsal gelişmeyi işaret ettiğini öne sürmektedir. Sözü edilen bu sanayi-ötesi toplum (bilgi/enformasyon toplumu) modern-sanayi toplumlarından her açıdan farklılaşan bir toplumdur ve bu kavramların işaret etmiş olduğu toplum hem dünyaya ve hayata çok farklı bir bakış açısı içermekte, hem de farklı bir üretim tarzını ve yaşam biçimini de beraberinde getirmektedir. Bu yaklaşımların ortak noktalarından biri de modern üretimde bilimin oynadığı rolün bilgi teknolojisinin ilerleyişi ile birlikte daha da gelişerek büyük ufuklar açabileceğini ve bilgisayar kullanımının yaygınlaşmasının mevcut toplumsal düzeni değiştirecek düzeyde büyük imkânlar barındırdığını öne sürmeleridir. Bu yaklaşımları seslendirmenin genel ortak argümanlarından biri de teknolojik gelişmenin bu aşamada kapitalist toplumsal ilişkilerin önceki dönemdeki kimi olumsuz özelliklerinin de bu yeni imkânlarla birlikte sonra erdiği veya ermekte olduğu ve bu toplumların kendi tarihlerinin yeni bir çağına girmiş oldukları düşüncesidir. Artık sanayi toplumunun hatta modern dönemin, ideolojilerin hatta tarihin bile sona ermiş olduğuna yönelik bu iddialar teknoloji tabanlı bir iyimserlikten beslenmekte olup, aynı zamanda büyük ölçüde hizmet ekonomisi ve ‘bilgi toplumu’ yönünde gelişen bir ilerici hamle yaşandığı ve bu hamleden büyük toplumsal değişiklikler beklendiği görülüyor. Bu bakımdan Post ön eki alan yaklaşımların ilki olan (post industrial society) sanayi ötesi toplum kavramlaştırmalarının yeni bir üretim tarzına geçildiğini işaret eden post-frodizm ile birlikte günümüzde post-modern düşünceler olarak adlandırılan yaklaşımların öncüsü olduğu açıktır. Ayrıca bu kavramlaştırmaların ulus devletlerin sonra erdiğini ve dünyanın tek bir Pazar haline geldiğini işaret eden küreselleşme İle ilgili söylemlerinde öncüsü olduğu görülmektedir. Bütün bu kavramlaştırmaları öne süren yaklaşımların iletişim sistemlerinin dönüşüne özel bir önem verdini ortak paydalarının teknoloji ve de özellikle bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeleri toplumsal değişimde başat bir etken olarak eşe almalar olduğu söylenebilir.

SANAYİ TOPLUMUNDAN BİLGİ TOPLUMUNA:

İletişim teknolojisindeki gelişmelerin sağlamış olduğu gelişmelere dayanarak bugün bütün dünyada toplumsal yaşamın bütün boyutlarında, eski düşünce ve eylem tarzlarını artık bütünüyle geçersiz kılacak kadar köklü bir kopuş olduğu yönünde betimleyen ve artık yeni bir çağa girmiş olduğumuzu müjdeleyen yaklaşımların anahtar kavramları bilgi, enformasyon ve İletişim kavramlarıdır. Bu kavramları kullanarak düşünenler içine girdiğimiz yeniçağı olumlamakta birleşmekte ve bu olumlu değişimde en temel etkinin bilginin niteliğindeki değişim olduğu savın öne sürmektedirler. Bu çerçevede emeğin bir bütün olarak toplumsal önemini/değerini yitirdiği ve emek kavramı çerçevesinde kurulmuş bütün ideolojik mekanizmaların çökmekte olduğu öne sürülmektedir. Bilgi ya da başka bir deyişle enformasyon/iletişim toplumuna geçiş ile birlikte çatışmalı, çelişkili ve sınıf zeminli toplumsal ilişkilerinde geçerliliğini yitirdiği ve artık bu dönemin sona erdiği noktasına ulaşan bu yaklaşımın temsilcilerine göre, sınıf yerine bilgiye dayalı bu yeni dönem insanlığın önüne yeni ufuklar açmakta olan bir dönemdir. Bu yeni dönemde otoriter/hiyerarşik yapıdaki bürokratik yönetim biçiminin ortadan kalkmakta olduğu ve bunun yerini daha demokratik bir yapının aldığı bu yaklaşımların temsilcileri tarafından öne sürülmektedir. Türkçeye bilgi toplumu diye çevrilen ve böylece mistifiye edilen kavramın orjinali enformasyon toplumudur. ( information society veya informal society). Bu kavram çoğu zaman sanayi-ötesi toplum kavramı ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Bu yaklaşımın en popüler temsilcilerimden biri olan Alvin Toffler, sanayi toplumun sona ermesi ile birlikte yeni bir uygarlığın doğuşundan söz etmekte ve bu dönüşümün en az sanayi devrimi ile birlikte yeni bir uygarlığın doğuşundan söz etmekte ve bu dönüşümün ez az sanayi devrimi kadar önemli bir devrim olduğunu öne sürmektedir.(2) Toffler’a göre bu gelişmeler tarım toplumundan sanayi toplumuna ve köylü (feodal) toplumdan kent toplumuna geçiş kadar önemli bir devrim olarak ele alınmalıdır. Bilginin egemen olacağı bu yeni toplumda ideoloji ve siyaset ortadan kalkacaktır ve toplum, olması gerektiği gibi, bilginin etrafında örgütlenecektir. Teknoloji böylece tamamen özerk hale gelecek ve teknisyenler kararlarını ideolojik-politik etkilerden arınmış bir biçimde tamamen rasyonel temellere dayanarak kararlar vereceklerdir. Bilgiyi öne aldığını öne süren bu yaklaşıma sınıf çatışmalarının yerine bilginin/bilimin ve teknolojinin gelişimi toplumun gelişiminin motor gücü olarak kabul edilmektedir. Toffler bu yeni toplumda kitlesel üretim biçimlerinin de sona ereceğini ve bunun yerini evlerde yapılan üretimin alacağını söylemektedir. Gelişen iletişim biçimleri hem üretim hem de demokrasiyi kökten ama olumlu bir biçimde değiştirecek ve ideolojilerden ve gereksiz sınıf çatışmalarından arındırılmış politikanın da giderek yerelleşmesi ile birlikte temsili toplumun gelişini ilk haber veren Daniel Bell, 1Nasıl sanayi toplumu mal üretimine dayanan daha başlangıçta bu iki kavramı birbiriyle özleştirmektedir. (3) Bell’in sanayi-ötesi toplum ve/veya bilgi toplumu düşüncesinin kaynağında da yeni iletişim teknolojilerinin gelişimi ile bu teknolojilerin üretimde yaygın bir biçimde uygulanabilme potansiyelinin getirmiş olduğu iyimser bir gelecek düşüncesi vardır. Sanayi toplumu nasıl makine ile imalatı önceliyor ise, bilgi toplumu ve/veya sanayi-ötesi toplum ise bilgisayar teknolojisinin gelişiyle birlikte yeni bir üretim ve toplum biçimini getirmektedir. Bell, sadece tekno-ekonomik yapının değil, toplumun politik birim ve kültürü de dahil olmak üzere tüm boyutlarında önemli değişimler yaşanacağını öne sürmektedir. 1960’lı yıllarda artık sanayi-ötesi yaşamaya başladığımızı öne süren Bell’e göre sanayileşme süreci geride kalmıştır ve günümüzde en önemli sermaye bilgi olmuştur. Doğru kararları verebilmek ancak gerekli bilgilere sahip olmakla mümkün olabilmektedir ve bilginin öneminin giderek artması ile birlikte yanıltıcı düşünceleri ve gerçekliğini çarptırılmış biçimde işaret eden ideoloj2iler dönemi de sona ermiştir.

FORDİZMDEN POST-FORDİZME: Büyük sanayi ya da ağır sanayi temellinde kurulan ve sanayi kapitalizmine özgü çalışma ilişkisi olarak kabul edilen Fordizm kavramı, ilk kez Ford tarafından 1913 yılında Ford otomobil fabrikasında yürürlüğe konmaya başlamış ise de, Fordizm esasları asıl 1930 sonrası ekonomik kriz sırasında biçimlenmiştir. Özellikle 2.dünya savaşından 1970’e değin olan dönemde üretim örgütlenmesi ve işletme yönetiminde Fordist örgütlenme biçimleri egemen olmuştur. Kendisinden önceki dönemde Taylorizm’in geliştirdiği ilkeleri kendiliğinden akan ve üzerinde üretimin gerçekleştirildiği bir bant sisteminde, “zaman kayıplarını minimize edecek” şeklinde yeniden düzenlenmiş olan Fordizm’de üretimin ayrıntılı ve dikey iş bölümü, rutin çalışmaya ve standart üretime dayalı bir verimlilik hedefi vardır. Bu modelde rekabet, standart üretimin ucuza üretilmesine dayandırılmıştır. Fordist üretim biçiminin tipik özellikleri sürekli, tam süreli çalışma, deneyim ve bilgiye dayalı ücret artışı, olumsu iş koşullarına ve iş güçlüğüne bağlanmış prim ve tazminatlar, düzenli çalışma saatleri, hafta sonu tatilleri için ücretli izin ve işçilerin sendikalar aracılığıyla kolektif temsilidir. (Belek, 2004: 23). Fordizm’in bütün teknik projeleri Henry Ford tarafından çeşitli sosyal ve güdüleyici programlarla birleştirilmeye çalışmıştır. Bürokratik yönetim olarak da nitelendirilen Fordist kurumsal örgütlenme yapısı iş bölümü, uzmanlaşma, hiyerarşi, sıkı denetim, zaman ve hareket standardizasyonlarına dayanmaktadır. Her biri uzmanlaşmış bir görev için eğitilmiş işgücüne dayanan bu anlayış meslek kültürünü ya da başka bir deyişle profesyonel kültürü öne çıkarmıştır. 1973 krizi ve sonrasında Dünya ekonomisinde baş gösteren dönüşümleri Fordizm üzerinde inceleyen yazarlar, bu dönüşümlerin ortak niteliğini esnekleşme paradigması ile açıklamakta ve bu dönüşümün temel bileşenin kitle üretiminden esnek üretime geçiş olduğu savını öne sürmektedir. Çünkü krizin karşısında yaşanan en köklü dönüşüm, toplumsal yaşantının her bölgesini koşullandırmış olan Fordist/Keynesçi üretim tüketim modelinin terk edilmesi ya da başka bir deyişle esnekleştirilmesi yönündedir. Fordist-Keynesçi dönem sırasında oluşturulan hükümet politikaları ve uygulamalarının katkılarıyla çatışma sonucunda ortaya çıkan krizin asıl nedeni savaş sonrası döneme damgasını vuran yüksek büyüme oranlarının getirdiği ekonomik canlılığın 1960’lı yıllardan itibaren düşüşe geçmesi ile birlikte, gelirin yeniden bölüşünün ekonomik büyüme tarafından finanse edileceği fikrinin de geçerliliğini yitirmeye başlamasıdır. 1970’lerde başlayan kriz ile birlikte yeni koşullara cevap vermekte yetersiz kalan işin e işletmelerin Fordist örgütlenmesi ve Keynesçi ekonomik modeller ve sosyal refah devleti anlayışı terk edilmeye başlamıştır. Bu geçiş fordizmden post-fordizme geçiş olarak adlandırılmakta olup bu dinamiğe damgasını vuran en temel parametrelerden biri pazarın dünya ölçeğinde büyümesi, başka bir deyişle sınırların kalkarak dünyanın bütünleşmiş tek bir pazar haline dönüşümünü ifade eden küreselleşme kavramıdır ki bu da bilgi toplumu yaklaşımı gibi bilgisayarların yaygınlaşması ve bununla birlikte haberleşme ve bilgi işlemin hazırlanması ve büyük bir hızla ucuzlamasına yol açan gelişmeleri işaret etmektedir. Küreselleşmenin uyum sağlamamız gereken bir olgu olarak ortaya konulması bir yandan sermayenin taleplerini ve çalışanlar aleyhinde uygulamalarını meşrulaştırmakta, öte yandan ise her türden ekonomik hak talebini ise haksız/meşru olmayan talepler olarak göstermenin aracı olmaktadır. Post-fordizmin en önemli bileşeni olan esneklik fikri ise istihdam hacim ve biçimlerinde, ürün niteliğinde, emek piyasalarında, iş pratiklerinde, teknolojide, organizasyonda yeni uygulamaları meşrulaştıran bir kavram olarak iş görürken bu kavram ile fordizmdeki katılığa ve yerleşikliğe karşı risk almaya ve serbest hareket etme kabiliyetine vurgu yapılmaktadır. Üretim organizasyonlarında verimliliği arttırmak çabası ile çalışanlardan en üst düzeyde yararlanma, onların zihinsel kapasitelerini de işe koşma ve onları bir yandan rekabete zorlamak, öte yandan da işletme ile bütünleşmelerini sağlamak çabaları post-fordizmin ya da başka bir deyişle esneklik paradigmasının öne çıkarmış olduğu arayışlardır. Çalışanlardan yüksek bir performans göstermesi için bu yeni yöntemler devreye sokulmaktadır. “Toplam Kalite, “insan hakları”, “Takım çalışması”, “liderlik” vb. çok sayıdaki alt uygulamalar ile gerçekleştirilen üretim organizasyon sistemlerindeki yeni yöntemler post-fordist dönemin ürünleridir. Çalışanların iş süresince daha fazla katılımı ve işi ve işyerleriyle bütünleşmesini sağlayan çalışan yeni üretim organizasyonları ve onun gereği olan yönetim biçimlerinin işçileri ve tüketicileri ortak çıkarlar etrafında uyumlu bir şekilde birleştirdiği ileri sürülmektedir. Başka bir deyişle, sermaye sahipleri veya yöneticilerin iş ilişkilerini iyileştirmeye, ilerletmeye yönelik rasyonel öz çıkarlarının çalışanların da lehine olduğu öne sürülmektedir. Bu yeni yönetim/örgütlenme biçimlerinde eskinin hiyerarşik dikey örgütlenmesi yerine daha demokratik bir yatay örgütlenmeye geçildiği savunulmakta, bu çerçevede dikey (otoriter) iletişim biçimleri yerine daha yatay iletişim biçimlerinin önem kazanmış olduğu da bu çerçevede vurgulanmaktadır. Fordist üretim biçimi ve Keynesçi sosyal devlet anlayışı katı ve özgürlüklerden yoksun bırakan bir yapılanma olarak gören post-fordist yaklaşımlar, sonuç olarak, bilgisayar teknolojisi ile birlikte bilginin niteliğinde bir değişim yaşandığını ve bu yeni üretim yapısı ile birlikte daha insani, insanı daha çok özgür bırakan ve niteliklerini geliştirmesine ve kullanmasına izin veren katılımcı ve demokratik bir yapının günümüzün egemen eğilimli olduğu savunulmaktadır. Bu çerçevede de Taylorizm ve Fordizmin aşılmış olduğu ve çalışma ilişkilerinde yeni bir döneme girilmiş olduğu savına baktığımızda bir değişimin yaşanmakta olduğu yadsınamaz. Ancak bu yeni teknolojilerin sağlamış olduğu eşgüdüm ve denetim olanaklarının bir sonucudur. Fordizm ve Taylorizmin işgücünü disipline etmeyi, etkin ve verimli çalışmayı sağlamayı ilke edinen amaçlarına baktığımızda ise bir değişim yaşanmasından daha çok ileri bir aşamaya geçildiğini söylemek daha doğru görünüyor. Piyasa egemenliğine, belirsizliğe ve toplumsal güvencelerden yoksullupa dayalı riskler işgücünün denetimini kolaylaştırmakta olan etkenlerdir. MODERNİZMDEN POST-MODERNİZME: Bugünlerde geriye doğru baktığımızda sanayi-ötesi toplum kavramlaştırmaları ile birlikte ideolojilerin sonu tezlerinin birçok bakımdan, postmodernite kuramcılarınca öne sürülen meta anlatılanların (Grand narratives) bittiği tezini öncelediğini söyleyebiliriz. İdeolojilerin sonu tezleri ile postmodernist açıklamaların toplumsal değişim açısından özellikle üzerinde durdukları ortak nokta bilgilenme biçimlerimizde meydana geldi öne sürülen değişimlerdir. Bu anlamda bütün üst-anlatıları reddederek yola çıkan ve sınıfsal analizleri/açıklamaları geçersiz sayan ve bu arada toplu halinde yaşama düşüncesini de sorgulayan çok-kültürcü, cemaatçi ve bireyci yaklaşımı ile postmodernizmin argümanları bu yaklaşımı tamamlamaktadır. Postmodernist argümanlar üst-anlatıların reddi ile insanlık adına tüm tahayyül, tasavvur ve ütopyaları totaliteryanizm ile eş tutmaktadır. Postmodernist argümanlar hakikatin, doğrunun, iyinin ve adilin tek ve evrensel bir tanımı olamayacağı yönünde görecelilik anlayışını öne çıkarmıştır olduğundan, düşünsel olarak bu yöndeki arayışları değersizleştirmeye ciddi katkılarda bulunmaktadır. Bu eğilimin güç kazanması sonuç olarak hak, adalet ve toplumsal iyiyi birlikte arayış anlamında iletişime (diyaloga) dayalı siyasetin dayanmış olduğu zeminin ortadan kalkmasına yol açmaktadır. Bu çerçevedeki bir siyaset anlayışı gözden düşer ve giderek daha da fazla değersizleşirken, bunun yerini toplumsal yaşamın mikro alanlarının daha çok önemsenmesi, teknolojik gelişmelere dayandırılan abartılmış bir iyimserlik ve serbest piyasa fetişizminin bir sentezi almaktadır. Postmodern teorinin önemli isimlerinden birisi olan Fransız filozof Jean-François Lyotard’ın Post-Modern Durum başlıklı kitabında sanayi ötesi toplum ve/veya bilgi toplu kuramcılarının ana temalarını sürdürmekte olduğu görülmektedir. Batlı toplumların sanayi-ötesi toplumlar olarak anlaşılabileceği ve mikro elektronikte yaşanan devrimi, Batı dünyasının kültürü ve toplumsal yapısı üzerinde çok derin etkileri olduğunu ve olmaya da devam edeceğini öne süren Lyotard’a göre, Batı’nın tüm büyük söylemlerinin, yani her alanda ve bütün toplumlarda uygulanabilir geçerli ve kesi ilkeler getirdiğini iddia eden tüm meşrulaştırıcı anlatıların işe yaramaz olduğu görülmüştür. “Postmodern Durum” başlıklı metin de modern bilgi ile post modern bilgiyi karşılaştıran Lyotard modern bilginin eleştirilmesi ve yeni bilgiler yönünde çağrılarda bulunulması üzerinde yoğunlaşmakta ve bilginin yapılanması ve örgütlenmesinde yaşanan değişimler ile birlikte yepyeni bir döneme girmekte olduğumuzu öne sürmektedir. “Hipotezimize göre toplumlar post-endüstriyel olarak bilinen ve kültürde post modern diye adlandırılan-çağa girerken bilginin statüsü farklılaşır” diyen Lyotard!a göre, post modern toplum bilgisayarlar, enformasyon, bilimsel bilgi, ileri teknoloji, bilim ve teknolojideki yeni ilerlemelerden kaynaklanan hızlı değişim toplumudur. Lyotard örneğinde ifadesinde bulan post modern yaklaşımların diyalektiği ve totalleştirici makro teoriyi saldırgan bir tarzda reddetmesi ve farklılık, çoğulluğu ve heterojenliğe ağırlık vermesi ve baskıcı olduğu gerekçesiyle rasyonellik, totalite, konsensüs ve toplumsal sistem kavramlarını reddetme eğiliminde oluşu, var olan toplumların gerçek baskıcı boyutlarını ve pratiklerini aydınlatabilecek kavramsal açılım olanaklarının yitirilmesine yol açmaktadır. Radikal bir toplumsal dönüşüm umudundan çoğu zaman net bir şekilde vazgeçen bu yaklaşımların sistematik baskı ve dışlama biçimlerini görmezden gelen tavrı, bu yaklaşımların toplumda egemen bir sınıf olmadığı yolundaki liberal çoğulcu düşünceyi takip eden yeni liberalizm ile yakınlaşması sonucunu doğurmaktadır. DEĞERLENDİRME: Aralarındaki kavrayış, analiz ve derinlik ile ilgili farklılıklara karşın sanayi-ötesi toplum kavramlaştırmaları, modernlik ötesi düşünceler ve ideolojilerin sonunu ilan eden yaklaşımlar ve küreselleşme ile ilgili retoriksel söylemler yeni toplumsal koşulları tanımlama ve yeni teorik paradigmalar sunma yönünde yapılmış art-arda girişimlerdir. Sonuçta, bu yaklaşımların hepsi totalleştirici yapı (bürokrasi gibi) ve anlatılara karşı (makro analiz ve makro politikalara karşı) mikro analizlere ve mikro politikaya önem verilmesi ve birey ve tekelliğe verilen ağırlık ile birlikte dayanışma, kollektivite ve geniş ölçekli toplumsal dönüşüm olanaklarının reddedilmesi sonucunu doğurmaktadır. Enformasyon/bilgi toplum, iletişim toplumu gibi adlandırmaların hepsi de modern sanayi toplumunun ötesine geçilen bir gelişme evresine girdiğimizi ve yeni bir üretim sistemine geçmiş olduğumuzu öne sürerken, bu gelişmelerde bilgi/enformasyon ve iletişimin egemen olduğu yeni bir yapılanmanın egemen olduğunu varsaymaktadır. Bu yapılanma içerisinde yaşam biçimimizin de değişmekte olduğu, geçmişin katkıları ve durağan yapının yerini esnekliğe, yaratıcılığa, çeşitliliğe ve farklılığa dayanan bir dinamik topluma bıraktığı öne sürülmektedir. Sanayi ötesi toplum ile birlikte başlayan ve post ön eki taşımak ortak noktası ile birlikte (post-industrial society, post-fordizm, post-modernizm vb.) artık bir şeylerin ötesine geçildiğini ve yaşanan köklü değişimlerle birlikte bir dönemin sona erip yeni bir dönemin başladığını işaret eden bütün yaklaşımlar teknolojik gelişimin sağlamış olduğu olanaklarla birlikte her şeyin değiştiğini öne sürmektedir. Bu yaklaşımlarda teknolojik gelişme tek başına üretimi ve toplumu yönlendirici bir etken olanak sunulmaktadır. Teknolojik gelişme, üretici gücü yönlendirme gücünün yanı sıra yeni bir toplumsal düzeni de getirmektedir. Tarihinin ve toplumsal gelişmenin seyri teknolojik gelişmeler tarafından belirlenmektedir. Böylece bu yaklaşımlarda sermaye ye sınıfsal toplumsal rolü bilim ve teknoloji tarafından devralmaktadır. Bilginin yayılmasını sağlayan teknolojinin büyümesinin toplumda köklü değişmelere yol açacağı ve daha fazla verimlilik ve daha özgür bir toplum vaat etmiş olduğunu öne süren ve yeni bir toplum ve insani modeli sunmaya çalışan bu yaklaşımlar toplumda ve üretim biçimlerinde köklü değişmelere yol açan sanayi-ötesi toplum döneminin yeni bir uygarlık yaratacağı düşüncesini hararetle savundukları görülmektedir.(4) Bu yaklaşımlara yönelen eleştirilerin odağında ise iletişim teknolojisinin gelişiminin ve yaygınlık kazanmasının toplumda köklü dönüşümlere yol açmadığı ve açamayacağı düşüncesi yer almakta olup, bilgi alma ve verme kurumlarının ve süreçlerinin kar amaçlı olmaya yönelmesi ve kamuya açık olmaktan çıkmasının, kısacası bilgiye dayalı çıkarların bilgiyi çarptırma potansiyelinin yaratacağı sakıncalar üzerinde durulmaktadır. Öte yandan bu yaklaşımların ortak noktalarından biri olan kitlesellikten arınarak yerelleşmiş bir politikadan yana olmakta politikanın kitlesellikten uzak bit tarzda profesyonelleşmesini savunmaktadır ki bu bakış açısının politika karşıtı bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Özellikler post-modernist yaklaşımda öne çıkan ve tümel olana karşı tikel olanı, kitlesel olana karşı yereli (local) öne çıkararak politikayı ve iktidarı da bu çerçevede tanımlamayı yeğleyen yaklaşımların böylece mevcut kapitalist sisteme yönelecek tehditleri de lokalize etmeye çalıştığı öne sürülebilinir. Bir yandan ulus devletlerin ve de sınırların ortadan kalkacağını öne süren küreselleşme söylencesinin öncülüğünü yaparken, öte yandan iletişim araçları ile birlikte politikanın da kitlesellikten arındırılarak yerelleşmesini savunan ve bunun gerçek demokrasiyi getireceğini vaaz eden bu yaklaşımların yeni bir uygarlığı müjdelerken kapitalist üretim biçimine ve topluma yönelik hiçbir köklü eleştiriye bünyelerinde yer vermedikleri görülmektedir. Dolayısıyla bu yaklaşımların anlatıları bir modern sonrası topluma ve yeni bir uygarlığa geçişten daha çok modern kapitalist örgütlenmenin kendini yenileyerek, yeniden üreterek bir sonraki aşamaya geçebilme çabasını anlamaktadır. Bu yaklaşımların toplumda devlet, sınıf, üretim biçimi, ekonomik adalet gibi sorunları gündemden çıkardığını ve toplumsal sorunların çözümünü de Pazar mekanizmasına bırakmış olduğunu söyleyebiliriz. İnsanların sahici ve rasyonel olan sorunlarının yerel sorunlar olduğu ön-kabulü anlamında ideolojik olarak niteleyen bu yaklaşımların sonunu ilan etmiş olduğu ideolojileri gözden düşürmek suretiyle aslında toplumu dönüştürme eğilimi ve potansiyeli taşıyan bütün makro düzeydeki anlatıları değersizleştirmeye çalıştığı ve bunu yaparken de mevcut toplumsal düzeni sürdürme yönündeki ideolojisini akla uygun tek yol olarak göstermeye çalışarak doğallaştırmaya çalıştığı görülmektedir. Teknolojik gelişimi her derde deva bir mucize olarak sunulan iletişimi, kültürü ve politikayı toplumsal bütünden ve toplumsal ilişkilerden bağımsızlaştırarak ele alan bu yaklaşımlar teknoloji üretimi ve kullanımını veya bilgi üretimi ve dağılımdaki güç ilişkilerini bütünüyle göz ardı etmektedirler. 20.yüzyılın son çeyreğinde kapitalizmin işleyişi tarzında önemli yapısal dönüşümler yaşandığı, ancak yaşanan bu dönüşümlere rağmen, kapitalist birikimin temelinde yatan kar için üretim yapan ve mübadele değerini öne çıkaran mantığın hala aynı olduğu; kapitalist üretim-tarzının temel kurallarının biçimlendirici güçler olarak işleyişinin değişmeden sürdürmektedir. Günümüz dünyasını tasvir etmeye yönelen bu yaklaşımların modernlik ve post modernlik arasında mutlak bir kopuş olduğu konusundaki iddiaları birçok eleştirel düşünürün vurgulamış olduğu gibi ikna edicilikten uzak olan iddialardır. Günümüz dünyasının olmayan post-modern yaklaşımlar yaşanan değişimleri radikal bir kopuş olarak ele almak suretiyle içinde bulunduğumuz durumun kapitalizmin yaratmış olduğu eşitsizlik biçimlerinin yeni yol ve yöntemlerle oluşturmaya devam ettiğinin görülmesini engellemektedir. Bütün ideolojilerin ve tarihin sonu söylemlerine karşın ideolojinin gerçekte geriye döndüğü, baskı ve ideolojiyi birlikte uygulayan kapitalist sistem de, kapitalist ekonomik ve toplumsal sistemi vazgeçilmez ve alternatifsiz olarak göstererek meşrulaştırmaya çalışan ideolojik yöntemlerin geniş bir kampanya ile öne çıkarılmış olduğu içinde yaşadığımız dönemin en belirgin özelliklerinden biridir.

NAZIM YİĞİT GÜNAY AÜ. SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ
 
Toplam blog
: 5
: 8314
Kayıt tarihi
: 17.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesinde okumaktayım. Toplumsal sorunlara herzaman için du..