Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '09

 
Kategori
Öykü
 

SANKİ BEN SUBAY ÇOCUĞU MUYUM?

SANKİ BEN SUBAY ÇOCUĞU MUYUM?
 

resim kaynağı:kalderavolkan.blogcu.com


Ders bitiminde, Sarıkamış Ortaokulu’na çıkan yokuşun başına geldiğimizde, tahta,naylon, lastik artık Allah ne verdiye ondan yapılmış çantalarımızı altımıza alıp buzlu yoldan aşağı büyük keyifle bağıra çağıra kornalar çalarak inerdik kasapların olduğu kavşağa.

Başka oyuncağı olmayan bizim gibi yoksul ailelerin çocuklarının kışın en büyük zevki kaymaktı. Ne bulursak onunla kayardık. Öyle havalı kayaklarımız, çeşit çeşit kızaklarımız yoktu. Olanlar vardı ama çoğumuzun olmadığı için, ayaklarımıza geçirdiğimiz naylon ayakkabılarımızla kaymanın keyfini çıkarırdık.

Yazın ise, çattıpattı, uzuneşek, birdirbir, kutu, istop, çelik çomak, çember çevirme, kovboyculuk oynardık. Masraf gerektirmeyen, kendi yaratıcılığımızın ürünü olan oyunlardı bunlar. Kovboyculuk oynarken filmlerde seyrettiğimiz ölüm sahnelerinden öğrendiğimiz kadarıyla ne de güzel ölürdük.

Akşam ayazının keskinliğine dayanamayan ellerimizin üstü bıçakla kesilmiş gibi yarılır ve büyük acı verirdi. Hele de su vurunca daha bir açılırdı yaralar. Ama anneleri kir pas içinde akşam eve gelen çocukların elini yüzünü yıkamadan almazlardı içeri. İstemeye istemeye, ağlaya sızlaya elimizi yüzümüzü yıkar, üstümüzü başımızı temizler, öyle eve girerdik. Ellerimizin üstündeki yarıklar su kaptıkça daha bir sızlardı ama, sızlansak bir de dayak yiyeceğimizden, sesimizi çıkarmadan gözlerimizden ateş fışkıra fışkıra yıkanırdık mecburen.

Eskiden bu temizlik konularında daha hoşgörülü olan annelerimiz, subay ailelerinin çevremizde ev kiralayıp yaşamaya başlamasıyla birlikte, temizlik konusunda bir titiz olmaya başladılar ki görmeyin. Batı’dan daha gelişmiş şehirlerden gelen subay hanımlarıyla içli dışlı yaşamaya başlayan annelerimiz, onlar gibi olmak ve onlara benzemek hevesi yüzünden canımıza okumaya başladılar.

Subay çocuklarının ailelerinin ekonomik durumu iyi olduğundan, çocuklarının her istediğini alırlardı. Akülü araba, bisiklet, kayak, paten her şeyleri vardı oynamak için. Bizim oyuncaklarımız ise kutu, çember, naylon ayakkabıdan kayak falan. Bir de Fırıncı Çakır’ın bacasında bilye oynamak. Subay çocuklarının taşla toprakla oynama durumları sözkonusu olmadığı için üstleri başları daha temiz oluyordu. Dolayısıyla akşam eve gittiklerinde bizim gibi dayak yemiyorlardı.

Sırf bu subay çocuklarının temizliği örnek gösterilerek her gün onların yüzünden dayak yediğimiz için çok kızardık onlara. Onları gördüğümüz zaman “ÇİKO” derdik. Ancak öyle intikamımızı alırdık. Biraz imrenme, biraz sitem, biraz kıskanma, biraz intikam yatardı bu sözcüğün altında. Süt kuzusu, çikolata çocuğu anlamları da içerdiğinden , subay çocukları çok kızarlardı kendilerine “ÇİKO” denilmesine.

Subay hanımlarıyla gün yapmaya başlayan annelerimiz, sürekli içli dışlı olduklarından dolayı konuşma tarzlarını da giderek değiştirmeye başlamışlardı.

” Gelirim, gidirim, otiririm, ” gibi sözcüklerin yerini “geliyorum, gidiyorum, oturuyorum” sözcükleri almaya başlamıştı. “Neydim” yerine “ne yapayım”, Vışşş” yerine “Aaaa”, “Vış aman” yerine “ Yaa öyle mi?”, “Ahana” yerine “ İşte “, “Ahandiyana” yerine “İşte burada”, “Ambele” yerine “ İşte böyle” ve “Toprak başına” yerine “ Kahretsin” sözcükleri kullanmaya başlanmıştı.

Annelerimizin dillerini değiştirme yönünde hızlı bir şekilde uyum sağlamalarına karşın, babalarımız biraz zorlanıyordu .Örneğin, “Gelirik” yerine kadınlar

“ Geliyoruz” derken, babalarımız “ Geliyoruk” dan daha ileri gidemiyorlardı kibarlık konusunda. “ Geliyoruz” derseler karizmayı tam olarak çizdireceklerinden korktuklarından mıdır nedir, “z” yerine “k” demeyi daha uygun buluyorlardı.

Bu dilde kibarlaşma konusunun bize bir zararı yoktu ama temizlik merakları yüzünden çocukluğumuzun bütün keyfi kaçmıştı. Ne kovboyculuk oynarken, şöyle bir ağzımızın tadıyla yerlere kapaklanıp ölebiliyorduk artık, ne de birbirimizle güreş tutup yerlerde yuvarlanabiliyorduk gönlümüz istediğince. Kirlenmek korkusuyla bütün oyunlarımızdan olmuştuk.

Oturdukları apartmanın yarısından çoğu subay ailesi olan Fatma Yengem işi epeyce abartmış ve çocuklarına karşı daha bir şiddet uygulamaya başlamıştı. Çocukların dayak yemediği gün yoktu sanki. Hatta çocuklarının sokaktan kirli paslı geldiklerini subay hanımları görmesin diye, Fatma Yengem elinde havlularla çocukların oynadığı yere yakın bir yerde bekliyor ve sarıp sarmalayıp getiriyordu onları. Subay hanımlarına göstermeden çocukları eve sokmayı başaran Fatma Yengem, bu aşamadan sonra dayak faslına başlıyordu.

Fatma Yengem ne yaparsa yapsın, başka oynayacak şey bulamadıklarından çocuklar ister istemez çamura bulanmış halde eve geliyorlardı. Yine böyle bir durumda büyük oğlu Alper, eve çamur içinde dönmüş ve oyundan erken döndüğü için de bu felaket durumu subay hanımları görmüştü. Fatma Yengem yerin dibine girmişti onların yanında. Alper’i kolundan tuttuğu gibi eve götürmüş, bir hışımla banyoya sokmuştu. Bir yandan yıkıyor, bir yandan pataklıyordu Alper’i.

Alper’in ağlama sesi geliyordu içeriden “ Ya anne yeter artık bıktım bu dayaklarından. Ben sanki subay çocuğu muyum ki her gün temiz olacam !”

 
Toplam blog
: 264
: 1128
Kayıt tarihi
: 30.04.07
 
 

1956 Sarıkamış Kars doğumluyum. 6 şiir kitabım ve 2 deneme kitabım var. son kitaplarımı B..