Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '07

     
    Kategori
    Çocuk Sağlığı
     

    Şanlıurfa’da bir akademisyenin 9 yıllık serencamı

    9 yıldır çalışmakta olduğum Harran üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden ayrılarak Fatih üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde Temmuz-2006’da göreve başladım. Yeni hastanede görevime henüz başlamam dolayısıyla 9 yıl akademisyen olarak çalıştığım Güneydoğu bölgesi ve özellikle Şanlıurfa hakkında yazı yazmak istedim.

    Şanlıurfa Güneydoğu Anadolu bölgesinde yerleşimli 900.000 nüfusa sahip bir ilimizdir. Güneydoğu Anadolu’nun en fazla göç alan illerimizden biridir. Bu göçler nedeniyle şehir çevresinde gecekondu mahalleleri oluşmuş olup, nüfusun 2/3’ü buralarda yaşamaktadır (Fotograf 1). Şanlıurfa kara iklimine sahip olup Temmuz ve Ağustos aylarında ısının 40C’yi aştığı yakıcı sıcak hüküm sürmektedir.

    Şanlıurfa ekonomik olarak tarım toplumu özelliklerini gösterir. Atatürk barajı ile sulanan GAP ovasında ağırlıklı olarak pamuk tarımı yapılır. Yanı başında gelişmiş sanayilere sahip olan Gaziantep, K.Maraş ve Diyarbakır gibi iller bulunmasına rağmen Şanlıurfa’nın sanayisi atıl kalmıştır. Ürettiği pamuğu işleyecek tekstil fabrikaları yok denecek kadar azdır. Gelir dağılımı dengesi had safhada bozulmuş olup gecekondulardaki insanlar geçimlerin sağlamak için yazın başka illere giderek pamuk, patates, fındık, biber vs. ürünlerin yetiştirilmesi, çapalanması ve toplanması işlemlerinde amele olarak çalışır.

    Şanlıurfa hakkında bu genel bilgilerden sonra sosyal yaşamından bahsetmeliyim; Şanlıurfa’da bir süre kalan insan batı illerimizde hissedemeyeceği sıcak insan ilişkilerine şahit olur. Şanlıurfalı çiğ köfteyi, acıyı, künefeyi bir de muhabbeti çok sever. Sıkıntıya düştüğünüzde (örneğin arabanız bozulduğunda, tekerleği patladığında) yardım bulmanız zor değildir. Şanlıurfa’da kalıcı dostlukların kazanıldığı “sıra geceleri” alışkanlığı vardır. Bu sıra gecelerinde muhabbet edilir, genellikle çiğ köfte yoğrulur, bazen de urfa müzikleri canlı olarak dinlenir. 9 yıl görev yaptığım Şanlıurfa’da kazandığım dostlar her daim yüreğimde derin izler bırakmıştır.

    Sıcak iklimin sıcak kanlı insanlarının şehri Şanlıurfa’da bir doktor olarak değinmeden geçemeyeceğim sağlık sorunları yaşanmaktadır. Ne yazık ki sağlıkla ilgili problemler had safhaya ulaşmış olduğu halde sahip çıkan olmamıştır. Şehirdeki apartman bölgelerini geçip gecekondulara ulaştığınızda gözünüze ilk çarpan şey çöplerin zamanında toplanmamasına bağlı çevrenin kirlenmiş olduğudur. Şehir içerisinden geçen derelerde çöp yığınları ve yer yer lağım sularının aktığını görürsünüz.

    Şehirden hemen çıktığınızda ise sizi kanalizasyon suları ile sebze yetiştirilen sebze bahçeleri karşılar. Maalesef çiftçiler şehrin hemen çıkışındaki kanalizasyon borularını kırarak kirli suları toprak üstüne çıkarır ve bununla sebzeleri sularlar. Bu sebze bahçelerinde yeşil sebzeler(marul, sarımsak, soğan, maydanoz, pırpırım (semizotu)) yetiştirilir. Şanlıurfalı çiğ köfteden çok (çiğ köftenin tenya (şerit) enfeksiyonlarını bulaştırdığını unutmadan) köftenin yanında çiğ olarak servis yapılan marul, nane ve diğer yeşil yapraklı sebzeleri yiyerek enfekte olurlar.

    Bir diğer sağlık sorunu, şehir içerisinde hayvan ahırlarının bulunmasıdır. Köyden göç etmiş olan insanlar geçimlerini sağlayabilmek üzere evlerinin bodrum katını hayvan ahırı olarak kullanmakta, bu ise şark çıbanı hastalığına davetiye çıkarmaktadır. Toplum sağlığını bozan Şanlıurfalı'nın yemek alışkanlığıdır. Şanlıurfa’da her sokakta odun fırınları bulunur (ortalama 20-30 eve bir fırın düşmektedir). Şanlıurfa’lı bu fırınlarda sıcak pide ihtiyacını karşılar, bunun yanında yıl boyunca sofrasından hiç eksik etmediği patlıcan ve biber pişirttirir. Bu fırınların hijyen şartları pek kontrol edilmediği için tırnakları ile pide yapan fırın işçileri ekmeklerin kirlenmesine yol açarlar.

    Şanlıurfa’lı hanımlar fırından fazlasıyla yararlanarak evde yemek yapma işi ile uğraşmadan bir tepsi içersinde mevsime göre biberi, patlıcanı, patatesi sade veya kıyma ile karıştırarak fırına gönderir ve evin sabah, öğle ve akşam yemeklerini çıkarır. Buraya kadar bir sorun yokmuş gibi görünse de, bana göre tepsilerin ve yiyeceklerin açıkta fırına getirilip, götürülmeleri sırasında tepsinin içerisine sokaklardan geçerken bir hayli toz, toprak ve kirlilik girmekte ve yiyeceği kirletmektedir. Ancak Urfalının fırına giren her şeyin mikrobundan arınacağı fikri sabitesi vardır. Bu düşünce fırına girerken doğru olsa bile fırından çıkışta tepsinin toz ve toprakla bulaşmasını önleyememektedir.

    Benim şahit olduğum birçok hadisede pastaneye açıkta götürülen büyük yaş pasta bloklarının Urfa’nın meşhur ipek yol üzerindeki ana yolunda büyük kamyon ve TIR’lardan etrafa yayılan toz kütleri ile nasıl kirlendiğini görüp sonra pastanelerde insanlara servis yapıldığı düşünüp üzüldüğümü hatırlarım. Şanlıurfa’lı yemeğin kirlenmesi ile vurdumduymaz ama yiyeceğin kalitesi ile oldukça ilgilidir. Tepside pişirilen yemeklerin, lahmacunların, elde yoğrulan çiğ köftenin hakkını vermek gerekir.

    Böylece durum değerlendirmesi yaptıktan sonra 9 yıllık akademik çalışmalarımdan bahsetmek istiyorum. Şehirdeki ishal vakalarının retrospektif (geriye dönük) araştırılması ile 3-12 yaşlar arasındaki çocukların yarısının en az yılda bir kere ishal olduğu, ishal vakalarında viral ve bakteriyel etkenler yanında amipli dizanteri ve giardia vakarının önemli yer tuttuğu, Tifo enfeksiyonlarının endemik yer tuttuğunu saptadık (1ve 2).

    Bir başka araştırmamızda, yetiştirilen sebzelerin büyük ölçüde barsak solucanları yumurtası ile kirlenmiş olduğunu gördük. Başka şehirlerin taşı toprağı altın olabilir ama Şanlıurfa için söylenebilecek şey, taşı ve toprağının solucan yumurtaları ile dolu olduğudur. Dördüncü çalışmada barsak solucanlarının sıklığının okul çocuklarında %80’lere ulaşmış olduğu, en sık görülenin (%45-50 sıklıkta) ise Askaris türü 45 cm uzunluğunda olan bir solucan olduğunu saptadık(3).

    Diğer bir çalışmada ise çocukların %25’inde gelişme geriliği ve %45’inde kansızlık bulduk (4). Bunun üzerine çocukların büyüme, gelişme sağlığını korumak ve zihin aktivitelerini artırmak üzere Dünya Sağlık Örgütünün tavsiyesi doğrultusunda Okul Sağlık Programı uygulanması için çalışmalara başladık. Ekip oluşturduk ve şehirdeki tüm ilkokullarda öğretmenlerle eğitim toplantıları gerçekleştirdik. Bu toplantılarda konunun önemini anlatarak öğretmenlerin çocukları bulaşıcı hastalıklar konusunda eğitmesi ve çocukların el ve tuvalet temizliği kazanmaları için materyal sağladık. Şehirdeki varlıklı kişilerin temin ettiği anti paraziter ilaçların okullarda çocuklara tek tek içirilmeleri sağlandı.

    Okulları ziyaret etmelerimiz sırasında özellikle gecekondu bölgelerinde okula ayakkabısız ve terlikle gelen çocukları ve üzerlerinde palto olmadığı için kışın üşüyen ve kalem ve defterleri olmadığı için yazı yazamayan çocukları görüp yardım kampanyaları ile bu çocukların ihtiyaçlarını gidermeye çalıştık. 2003-2004 eğitim yılında Dünya Sağlık Örgütünün desteğiyle 100.000 çocuğun eğitimi ve tedavisi yapıldı. 2004-2005 yılında ise Şanlıurfa valisi Sayın Şemsettin Uzun çalışma için şehirdeki varlıklı kişileri harekete geçirdi ve 8000 dolar toplandı. 200.000 doz parazit ilacını satın alınarak 100.000’i ilkokul, 20.000 lise öğrencisi ve 60.000 kadın barsak solucanlarına karşı tedavi edildi. Bu çalışmalardan sonra yaptığımız araştırmada barsak solucanları sıklığının okul çocuklarında %10’lara düşmüş olduğunu saptandık.

    Ancak bu çalışmalar Şanlıurfa Valisi Sayın Şemsettin Uzun’un Isparta’ya tayininin çıkması ile sahipsiz kaldı ve yeterli destek bulamadı. Bu nedenle 2005- 2006 eğitim yılında çocukların bulaşıcı hastalıklara karşı eğitimi ve tedavisi yapılamadı. Bu durumda alt yapı kirliliği devam ettiği için çocukların her geçen gün daha fazlası yeniden enfekte olmakta (hastalanmakta) bedensel ve zihinsel gelişmeleri geri kalmaktadır.

    Size yukarıdaki satırlarda Güneydoğu‘da bir şehrin profilini çizmeye ve bir akademisyenin çabalarını anlatmaya çalıştım. Güneydoğunun sahipsiz ve sayıca çok çocukları, kendilerinin hiç ama hiç sorumlu olmadıkları bir yoksulluk ve hastalıklarla dolu bir ortamda yaşamaya çalışıyorlardı. Güneydoğunun sahipsiz çocuklarını okula gelirken ellerinde içerisinde salça sürülmüş bir ekmek yerken ve sınıflarda beslenme saatlerinde içine salça sürülmüş ekmeklerini açıp yerken görürsünüz. Onları ayaklarında terliklerle, kışın sırtlarında ince bir gömlekle gördüğünüzde yüreğinize hüzün çöker.

    Çalışmalar sırasında sınıflara girdiğimde çocukların sağlığını sorduğumda öğretmenlerin söyledikleri ilk şey çocukların karın ağrısı dolayısıyla sık sık tuvalete gittiğini (Solucanlar, bağırsaklarda hareket ederken ağrı oluşturmaktadır) ve dersleri takip edemedikleridir. Çocukların yüzlerinde şark çobanı yarası, bazen saçlarında parazitlerle dolaştıklarını gördükçe hüzünlenirim. Yazının olduğu sayfadaki yeşil gözlü güzel bir kızın çalışmalar sırasında çektiğim bir fotoğraftı (Fotoğraf 11). Cildiye doktoru arkadaşımla çocuğun saçlarını incelediğimizde saçlarında parazit sirkelerinin bulunduğunu fark ettik.

    Çocuklar sıralarda ikişer üçer oturarak küçücük sınıfları 70-80 kişi olarak doldururlar. Çoğu zaman kalem ve defterlerinden bir tanesi eksiktir. Babaları sabah erkenden işçi pazarına gider. Anneleri evde kalabalık bir nüfus barındığı için her biri ile tek tek ilgilenemez, çocuk yemeğini yemeden elinde ekmek okula yollanır. Şanlıurfa’nın bir başka sorunu da çocuk oyun parklarının yeterince bulunmamasıdır. Gecekondularda yaklaşık 100.000 kişinin barındığı büyük bölgelerde bir tek oyun parkı bulamamanız çocukların ne kadar talihsiz ortamlarda yaşamak zorunda kaldıklarını size gösterir.

    Aklımda kalan birkaç olayı size de aktarmak istiyorum; çalışmalar sırasında bir keresinde bir gecekondu okulunun çevresinde dolaşırken bir ilkokul çocuğunun tepede bir kayanın altında ders çalıştığını gördüğümde neden evde çalışmıyorsun diye sorduğum soruya aldığım cevap bölgenin sıkıntısını anlatıyordu; çocuk evde çok sayıda kardeşi olduğu için çalışamadığını söyledi. Bir başka seferde bir okulda bir ayakkabı boyacısı çocuğa rastladım çocuğa neden okulda ayakkabı boyadığını sorduğumda sabah okula eğitim için geldiğini öğleden sonra sırtına boya çantasını alarak öğretmenlerin ayakkabısını boyayarak ailesinin geçimine yardımcı olduğunu söylemişti.

    Satırlarınım başında gecekonduda yaşayan insanların tüm aile olarak bahar aylarında Şanlıurfa dışına çalışmak üzere çıktıkları ifade etmiştim. Aileleri yanlarına çocuklarını da alarak mart nisan aylarından başlayarak sırası ile pamuk, patates, fındık işlerinde çalıştıktan sonra kasım ayı sonlarında, bazen Aralık ayında Şanlıurfa’ya geri dönerler. Burada söylemek istediğim normal eğitim periyodu 9-10 ayı bulmasına rağmen bu çocukların yılda 5 bilemediniz 6 ay eğitim gördükleridir. Çocuklar yetersiz eğitim yanında gelişme geriliği, kansızlık, bağırsak solucanları ve beslenme yetersizliğinden muzdarip olduklarından eğitimin sağlayabileceği bulunduğu ortamdan kurtulma şansını yitirirler. Zaten okullaşma oranlarına bakarsak 100.000 ilkokul öğrencisine karşılık 20.000 lise öğrencisi vardır, bununda çok küçük bir kısmı üniversiteyi kazanır. Gecekonduda 5. sınıftan itibaren kız çocukları evde annenin yükünü hafifletmek üzere, erkek çocukları da eve gelir getirmek üzere okullarında ayrılır. Sonuçta onlar anne ve babalarının yazgısını devam ettirmek üzere hayatlarına devam ederler.

    Bir akademisyen olarak okul sağlık programı uygulayarak bu kısır döngüyü kırmak ve çocuklara eğitim, tedavi ve imkân oldukça sosyal programlar uygulayarak onlara yararlı olmak istedim. Onların baba ve anneleri gibi tarlalarda çalışmak yerine kalifiye eleman olarak toplumda yerlerini almalarını istedim. Bu mücadele de onların olumsuz sağlık koşullarını düzelterek katkıda bulunmak istedim. Çocukların bağırsaklarındaki solucanları temizledim, onlara biraz olsun el ve tuvalet temizliği alışkanlığı kazandırdım. Ancak bu proje yeterli ulusal destek (DPT bu projeyi reddetti) ve yerel destek bulamadığı için devam edemedi.

    Doç. Dr. Mustafa Ulukanlıgil
    Klinik Mikrobiyoloji ABD.Öğretim Üyesi

    Kaynaklar
    1. Ulukanlıgil, M., M. Bakır, G. Aslan, M. Soran ve A. Seyrek, “ Şanlıurfa’da 0-5 yaş çocuklarda ishal etkenlerinin araştırılması, ” Mikrobiyoloji Bülteni, 35, 307-312 (2001).

    2. Ulukanlıgil, M., G. Aslan ve A. Seyrek, “Şanlıurfa’da ishalli olguların retrospektif olarak değerlendirilmesi ve epidemiolojik faktörlerin incelenmesi, ” Mikrobiyoloji Bülteni, 35, 139-45 (2001

    3. Ulukanligil M, Seyrek A, “Demographic and parasitic infection status of schoolchildren and sanitary conditions of schools in Sanliurfa, Turkey”. BMC Public Health 3, 1-7 (2003)

    4. Ulukanligil, M. ve A. Seyrek, “Anthropometric status, anaemia and intestinal helminthic infections in shantytown and apartment schoolchildren in the sanliurfa province of Turkey, ” Journal of Clinical Nutrition 58, 979-984 (2004)

     
    Toplam blog
    : 1
    : 1256
    Kayıt tarihi
    : 27.04.07
     
     

    1961 yılında Adana'da doğdum. İlkokulu Adana'da, orta okulu Hatay / Kırıkhan'da, liseyi İskenderun'd..