Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sansür; topluma ahlakını öğretme sanatı

Sansür; topluma ahlakını öğretme sanatı
 

Sansür; Topluma ahlakını öğretme sanatı


Kanun yapıcılarımız sağ olsunlar, bizim kanunlarımız Süleyman Kanunları gibidir. Mühür kimin elindeyse, ona çalışırlar. Erk sahibiyseniz, sınırı muallak laflarla konulmuş yasalar sayesinde, yetkinizi istediğiniz kadar genişletebilirsiniz. “Türk halkının ar ve haya duygularını incitecek”, “Toplumda infiale neden olabilecek”, onurunu rencide edecek”, “uygun görülmeyen”, “ona sebebiyet verebilecek”, “buna sebebiyet verebilecek” vs. vs. Yani “ağzınla kuş tutsan, adam istiyorsa seni topun ağzına koyar, ona göre davran” anlamına gelen bir dizi yuvarlak, yasal zorlama.

Mührün sahibi değiştiğinde ise nalıncı keseri diğer tarafa yontmaya başlar. Yasalardan şikayet edenler, erki ellerine geçirdikleri anda, bu yasaların yılmaz savunucusu ve bekçisi haline gelirler.

Şimdi rahmetli olan bir savcı arkadaşım “Ben istediğinle sabahtan akşama gezer, az biraz zorlama ile mesai bitmeden onun için yirmi yıl isteyebilirim” demişti. Çok sinirim bozulmuştu. Samimiydi ve haklıydı.

Yasalarımız konusunda hemen herkesin söyleyebileceği bir şey var ama konumuz, cinsellikle kapıyı aralayan sansür. Çünkü sansür örtüsü bir kere yayılmaya başladığı zaman nereye kadar uzanacağı belli olmayan bir örtü. Cinsellikle başlarsınız, hızınızı alamayınca “sıcak”, “etek” hatta “hayvan”a bile sansür koyarsınız.

Sansür denilen şeyin başlangıcı, cinselliktir. Sansür uygulayıcıları, bu yumuşak karından girerler. Halkın bir kısmı, “Aman canım, bir bakıma da haklılar. Ayıp yani, nedir o?” diye destek verdiği için harekat büyütülebilmiş, toplum en zayıf yerinden vurularak, sansüre izin çıkarılmıştır. Bundan sonra yapılanlar da, yapılmış olan işlemdeki kamu yararı örnek gösterilerek devam ettirilir.

O zaman biz de en katı noktasından başlayarak sansürü biraz irdeleyelim ve “Halkın ar ve haya duygularını incitmek” kavramını ele alalım. Benim halkımın nasıl bir ar ve haya duygusu var, buna kim karar veriyor?

Yazılı literatürde cinsel uzuvlar denilen yerlerin Türkçe adlarına rastladınız mı, bir düşünün. Çok ayıp ve yasak oldukları için hiçbir yerde anılmaz bu adlar. Hepimiz biliriz, vardırlar ama hiç yazılmazlar. Onun yerine İngilizce ya da Arapça karşılıkları kullanılır. İngilizce yada Arapça kelime kullanınca ayıp kavramı ortadan kalkar çünkü. Halbuki onlar da elimiz, kolumuz gibi bir uvzumuzdur eninde sonunda. Herhangi bir çocuk, istediği kadar yalıtılmış bir ortamda büyütülsün, daha ilkokula bile gitmeden bunların adlarını bilir.

Bu yazıyı okurken siz sizesiniz. Arkanızda, “o” bölgenizde bir ağrı var. “Kaba eti” kelimesini ilk seferde hatırladınız mı, kendi kendinize sorun lütfen. Ya da aklınıza kaçıncı sırada geldi?

Daha da ileri gidilir, bazı atasözleri ve hatta türküler bile sansürlenir, uygun olmadıkları için.

Hele de atasözlerinin uygun olmadığının düşünülerek, toplu hafızadan bir şekilde silinmeye çalışılmasının mantığını bir türlü anlayamam. Bunları sen yerleştirmedin ki toplu hafızaya, silebilesin. Adı üstünde, “Atasözü”. Kim bilir kaç çınar devirerek gelmiştir günümüze.

Tabi silinmeye çalışılan şeylerin, yıllarca, yüzyıllarca denenerek oluştuğunu, iletmeye çalıştığı bir mesajı bulunduğunu kabul edecek bilince sahip olmak lazım . Mesela “Hamamda ölenin cenaze namazı kılınmaz” atasözünün ardını eşelemek, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bazı alışkanlıklar ve mekanları hakkında sonuçlara ulaşmanıza sebep olabilir. Görüntüsüne bakarak “Bülbül yuvası, dilber dudağı” gibi tatlıların adlarının neye istinaden konulmuş olduğunu bulabilirsiniz. Yakında tatlılar toplatılıp, baklavacılar da muzır neşriyattan dolayı kapanırsa, buna da şaşırmamak lazım.

Türküler, TRT’de örneğin, “oldukları gibi” değil, halkın ar ve haya duygularına uygunlaştırılmış olarak söylenir. Sanki türküleri yapan, seven, yayılmasına sebep olan o “halk” o çok sözü edilen “Anadolu bilgeliği” değildir. Yetkililer, yüzlerce yıldır halk tarafından okunan türkülerin toplum için ne şekilde uygun olduğuna karar verirlerse, o şekilde hayata sunarlar. Bir şarkının okutulması sakıncalıysa okutmayın, eğer tekel değilseniz yaptığınıza sansür denilmez zaten, benim sorduğum neden eğip büküyorsunuz? Keloğlan bile tek kanallı TRT zamanında sansür görmüştü de, gösterilmek için yıllarca beklemişti. Çünkü sevgili kahramanımız, yolda giderken söylediği türküde, “Kazak Abdal” “Eşeği Saldım Çayıra” isimli türküsünün bestesini kullanıyordu. http://www.youtube.com/watch?v=fA1SXJOjUYs

Halen hiçbir sanatçı “Eşeği saldım Çayıra” türküsünü orijinal haliyle okumaya cesaret edememiştir.

Bu sansür işine kendisini öylesine kaptıran kraldan çok kralcılar vardır ki, en büyük tehlike bunlardır. Bilmedikleri bir şeye şeklen taktılar mı, onlardan daha sağlam halkın ar ve haya duygularını kollayan olamaz. Hulki Cevizoğlu’nun çok popüler olduğu zamanlarda bu tiplerden bazıları çıkıp, yağlı güreşte kıspete el sokmanın caizliği konusunda tartışmaya başlamışlardı. O anda gizli bir zevk alınabilir mi falan diye. Ciddi ciddi programın konusu buydu. Tabi programa katılan ahkamörler ne hayatlarında güreş yapmışlardı ne de dinen caizliğini tartıştıkları yağlı güreşi yapan kaç Şeyh’ül İslam olduğunu biliyorlardı. Meydan boştu ve kapı aralanmıştı ya, salıver gitsin.

Nasreddin Hoca fıkralarını bilir misiniz? Bildikleriniz, Nasreddin Hoca fıkralarının yarısı bile etmeyebilir. Pertev Naili Boratav bu fıkraları yıllarca süren araştırmalarla topladı. Yapı Kredi Yayınları bastı, sonra piyasadan geri çekildi. Edebiyatçılar Derneği tekrar bastı ama bulabilirsen bul. Hepsi belgeli olmasına rağmen, burada bunlardan birini yazmaya kalksam, hemen “Halkın ar ve haya duygularını incitirim”. Oysa ben o fıkraları okuduğumda Nasreddin Hoca’nın gerçekten yaşamış bir kişilik olduğunu anlamıştım. Bindiği dalı kesen, eşeğe ters binen, göle yoğurtla maya çalmaya çalışan adam, halkın 2000’li yıllardaki “ar ve haya duygularıyla” oynamayacak, mümkünü mü var?

İşin ilginç tarafı, cinselliğe uygulanan bu sansür, ahlaksal bozulmayı engellemez. Engelleseydi, güzel yurdumda bir tane hayat kadını bulunmaz, bir tane ensest vakasına rastlanmaz, akrabaları tarafından satılan ve “iskemleye oturduğunda henüz ayakları yere değmeyen” küçük kıza bir sürü amca ve dede abone olmaz, yetiştirme yurtlarında taciz veya tecavüzün adı bilinmez, her şey güllük gülistanlık olurdu.

Çünkü az önce de bahsettiğim gibi cinsellik, sansürün amacı değil, aracıdır. Daha yükseklere kolayca varabilmek için, toplulukça da onaylanan bir konuyu altlık olarak kullanmaktır.

www.diflek.com 

 
Toplam blog
: 32
: 1615
Kayıt tarihi
: 01.06.11
 
 

Olduğu gibi kabullenmek yerine "neden" sorusunu sormayı yeğlerim. 25 seneye yakındır senaryo çalışma..