Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '15

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Sarı öküzü verme Bodrum

Şu RES davası sanmayın ki bitti… Hani Danıştay’dan döndü diye bir avuç Bodrumlu’nun sevindiği Rüzgar Enerji Santrali projesi var ya... Bitmedi! Daha önümüzde seçimler var. Birileri umudunu hala koruyor.

Bu davayı, en başından dikkatle izlemeye çalışıyorum. Konunun teknik boyutunu anlamam epey sürdü ne yalan söyleyeyim! Ben mühendis değilim, gazeteciyim. Uzlaşı gerektiren her konuda olduğu gibi bu konuda da her iki tarafı dikkatle dinlemekten yanayım. Öyle ya, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz… Bir tarafta ‘temiz’ enerji dedikleri rüzgar enerji santralleri, diğer tarafta turizmin en gözde yeri Bodrum… Üstelik, Bodrum’un nispeten bakir kalmış Yalıkavak Geriş tepeleri ile Akyarlar mahallesinde kurulmak isteniyor…

RES olayı başladı başlayalı dilimize yapışan bir slogan var bilirsiniz; “RES’lere değil, yerine karşıyız” diye… Belki sıkıldınız ama, hakikaten işin özü burada yatıyor. Bu türbinlere karşı çıkan insanlar, gerçekten de o devasa beton direklerin yerleştirileceği ‘yere’ muhalefet ediyorlar. Kimin orada arsası var, kimin tarlası var bilmem. Zaten umurumda da değil. Benim için önemli olan, işin ne derece ‘doğru’ ya da ‘yanlış’ olduğu… 
Oradaki vatandaş, RES karşıtı diye ‘rantçı’ suçlamasına maruz kalıyor ya, en çok da işin burasına takılıyorum… Sizin orada arsanız, tarlanız olsa nasıl bir tepki verirdiniz acaba? Bırakın bu ‘rant’ peşindeler söylemlerini… Hele çevrecilere hiç yakışmıyor böylesi bir sataşma… Ne yani, elalem arsasına villa yapamasın diye, 100 metrelik dev direklerin üzerine 50’şer metre uzunluğunda kanat taktırıp Bodrum’u mu yelleyeceksiniz? İkisini aynı kefeye nasıl koyarsınız? Birinde ‘yaşam’ var diğerinde ölüm… Abartmıyorum. Bu direklerin her ülkede binlerce kuşu katlettiğini bilmeyen var mı aranızda?

Kaldı ki benim Yalıkavak’ta ne arsam var, ne de evim… Ama orada oturuyorum. Oturmasam da karşı çıkardım inanın. İçimi en çok acıtan, ‘temiz’ ve ‘yenilenebilir’ enerji dedikleri halde, seçtikleri o yerlere türbin dikmek için dürüst davranmamaları… Ne SİT alanları konusunda, ne yerleşim yerlerine olan mesafeler konusunda, ne ses yalıtımı konusunda, ne de gelecek planları konusunda dürüst olmadıklarını düşünüyorum… Proje dosyasında “RES alanları, türbin ömrü dolduktan sonra başka amaçlarla da kullanılabilir” cümlesinin fotoğrafını çekmiş bir gazeteci olarak söylüyorum bunu…

Benzer olayları Çeşme’nin yaşadığını, Karaburun’da insanlar yırtına yırtına ‘RES istemiyoruz’ dediği halde getirip o direkleri milletin evinin tepesine diktiklerini biliyorum… Önce ‘8 tane dikeceğiz’ deyip, Yaylaköy’ün etrafını 100 küsur direkle çevirdiklerini görüyorum. Şimdi mahkemelerden dönüyormuş o türbinler… Neye yarar? Her birinin altına 80 ton beton dökülmüş bile… Geçmiş olsun.

Yapmamız gereken, o aşamaya gelmeden kendimizi toplamak… Hırsları, kızgınlıkları, kavgaları bir kenara bırakıp, Bodrum’a ne yapmak istediklerini görmek… Farkına varmak… Birlik olmak…

Geçen hafta, Yalıkavak Geriş’teki Partipanaz kayalıklarının bulunduğu yere küçük bir yürüyüş yapayım dedim. Malum, 100 metrelik dev türbin, o kayalıkların yanı başına dikilecek. Plan elimizin altında, görüyoruz… Üstelik burası I. derece doğal ve arkeolojik SİT alanı. Neyse…

Balıkçı’nın yolu buraya düşmüş müdür acep diye düşündüm bir ara… Yazılarında geçmiyor bildiğim kadarıyla. Ama şuraya gelseydi, büyük olasılıkla, bir kitap da şu kayalıkların üzerinde karalayıverirdi. Öyle ilham dolardı yüreği…

Hani o şirketin gösterdiği resimler var ya, inanmayın o aldatıcı fotoğraflara. Bir hafta sonu gelin şu Partipanas’ın gölgesine. Bir yanınızda masmavi deniz, bir yanınızda tarih… Aklıma Sarı Öküz’ün öyküsü düştü. ‘Hay allah’ dedim kendi kendime. Nasıldı o hikaye? Durun bakalım, gerektiği şekilde aktarabilecek miyim size?

Otlakların birinde bir öküz sürüsü yaşarmış. Çevredeki çakalların gözü ise hep bu öküzlerin üzerindeymiş. Ama sürü öyle güçlüymüş ki, çakallar bir türlü yanaşamazmış onlara… Her gün saldırırlarmış, belki birkaç öküzü yaralarlarmış, ama bir türlü içlerinden birini alamazlarmış. Tabii çakallar aç… Öküzler lezzetli, güzel… Bunun üzerine bizim kurnaz çakal sürüsü, öküzlere bir teklif götürmüş: "Şu sarı öküz bize ters bakıyor, tavır koyuyor. Onu verin, barış yapalım. Bir daha size saldırmayalım."

Öküzler aralarında uzun uzun konuşup, Sarı Öküz'ü vermeyi kabul etmişler. Bir tek en bilge öküz karşı çıkmış bu işe.“Vermeyin” demiş… Öküzler dinlememiş, Sarı Öküz’ü vermiş. Barış iki gün sürmüş. Sonra bir daha gelmişler bu kez Alaca Öküz’ü istemişler. “Söz bu son” demişler. Öküzler onu da vermiş. Sonra Kara Öküz, sonra Boz Öküz…

Gel zaman git zaman öküzlerin sayısı azalmış, güçsüzleşmiş. Çakallar artık her akşam gelip, içlerinden birini yakalayıp götürmeye başlamış. Müzakereci öküzler, boyunlarını büküp Bilge Öküz’e gitmişler. "Ne oldu bize, nerede kaybettik biz bu savaşı? Oysa, vaktiyle ne kadar güçlüydük" demişler. Bilge Öküz ise gözleri nemli, "Biz" demiş, "Sarı Öküz''ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı."

Sağlıcakla kalın…

 
Toplam blog
: 32
: 1048
Kayıt tarihi
: 04.08.13
 
 

Selda Öztürk, 1992 yılından bu yana aktif olarak medya sektöründe çalışmaktadır.  Ulusal ve yerel..