Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '09

 
Kategori
İlişkiler
 

Sarı pardesülü çocuk

Sarı pardesülü çocuk
 

sonbaharı bu belki de aşkın..


Şubat başlarıydı gittiğinde. Bugünlerde içimde yer etmiş olan sonsuz soğuk o günlerde ilk rügarını estirmişti içimde. Kısa ve öz bir ayrılık cümlesidir "bitti", demekle herşeyi bitirmeye yetmesede. Evet sen gittin. Derin bir iç çekişle tamamlanan bir eyvallah çekip, bitmeyen aşkımı yaşama devam ettim senin beni yalnız ve yarım bıraktığın yerden.

İlk günlerde çok soluksuz bir nefes almaktı bu, artık yanımda olmadığın bir şehirde. Bütün ağaçlar mevsimden mütevelli çırılçıplaktı. Ve benim duygularımla ortada kalışım kadar, onlar da bu durumu hazmedemiyorlardı ki, baharla konuştular. O da erkenden gelip yeniden yemyeşil giydirdi hepsini.

Ama yüzüm gülmüyordu.

Bir bahar boyu denedim senin o güzel bakışların yeniden severcesine değer mi yüzüme diye. Değmedi. Eğmedin o gururlu bakışlarını gökten yere ve yüzüme bakmadın.

Bu yüzden o yaz çok sıcak geçti aslında biliyor musun? Bir türlü yağmur yağmadı. Akıttığım göz yaşlarım dudaklarımın kuruyup çatlayan pul pul dağılan ama adını sayıklamaktan bıkmayan dudaklarıma ulaşamadan buhar oldu gitti. Tıpkı hayaller gibi. Ve sıcağa inat karlar yağıyordu içimde yokluğunda boşalan yere..

Sen, uzaktan seyretmenin ne olduğunu bilir misin? Veya bugün sorsam ayrılığın ardından kaç yıl geçti, söyleyebilir misin? Belki "bitti" demen kadar kısacık bir cevabın olacak bana, "üç yıl"..

Hayır. "Üç yıl" kağnılarıyla üzerimden tam yüz yıl geçti şimdiye dek. Pek çok yaşamak biçimi denedim bunca zaman. Sigaraya yeniden başladım mesela. İçkiyi biraz artırdım evet. Seni seyrederken kendi hayatımı bir türlü kuramamanın çaresizliğini yaşadım.

Evinin kapısına bakan otobüs durağında oturuyordum akşamları. Bir kırmızı geçiyordu eski tip. Sonra yepyeni yemyeşil kliması donduranlardan bir tane. Sonra sen geliyordun yavaş yavaş biraz geç vakit. Belli yine mesaiye kalmışsın. Yüzünde yorgun çizgiler. İçeri girmek için merdivenlerden iniyordun. Gözden kayboluyordun sonra. Bana ufukta güneş batmış denizin içine gibi geliyordu yine.

Sonra iki kişilik geri dönmeler başladı evine. Önce sen iniyordun her zaman. Sonra o yanına gelip ya elini tutuyordu, ya da kolunu omzuna, beline sarıyordu. Merdivenlerin başına kadar gidip, bu sefer ikiniz başlıyordunuz ağır ağır batmaya.

Kaç kez, o seni evde bırakıp tekrardan sokağa çıktığında, yüzünde kocaman gevrek bir gülümseme ile usul usul yürürken gidip boynunu kırmak geldi içimden bilmiyorum.

Anlıyor musun? Sen "bitti" dedin diye bitmemişti işte. Sadece ben onu burada tek başıma yaşarken, sen onu başkasıyla yaşıyordun.

Bazen günün ortasında veya gecenin bir yarısında bir telefon çalardı. Uzun uzun susan biri karşımda. Nefeslerini duyardım. Onun sen olduğuna o kadar inandım ki hep, ben de seni aradım. Ben de uzun uzun susup sadece "alo" diyen sesini duymuş olabilmek için. Sevindim hiç telefon numaranı değiştirmemiş olmana. Benim çoktan iki farklı hat değiştirmiş olmam ve aslına bakılırsa senin bunlardan haberin olmamansa küçük bir detaydı. Aldırmadım.

Her zaman akşam üstü beklemezdim tabi ki evinin karşısında. Bazen gece yarısı uykumdan uyandırırdı beni yüzün. Ve göremeyecek olduğumu bilsem de arabama atlar karşıya geçerdim. Bir sokağa parkeder ve odanın penceresinin gece lambasının titrek ışığını sızdıran ışığına bakardım birkaç dakika. O birkaç dakikada senin hala uyumuyor olmanı belki beni düşünüyor olmana bağlamak hoşuma giderdi gizli gizli. İçimde o buz tutan yere ılık bir meltem eserdi incecik.

Oturup sana bunları anlatmayı isterdim sadece, o gitmeyi çok sevdiğimiz sahildeki çay bahçelerinden birinde, karşılıklı iki dost gibi. Sen soğutarak içerdin yine çayı iki şeker atıp. Ben de teneke ağızı olduğumdan bir anda içiverirdim büyük yudumlarımla.

Mesela bir gece aslında beraber çok güzel vakit geçirdiğim biriyle birlikte olurken senin adını ona fısıldayıp güzel bir tokat yemiştim. Ama şehvetle kaynayıp gitmişti. Ve ertesi sabah benden özür diledikten sonra onu bir daha görmemiştim. Veya bir başkasına senden o kadar çok söz etmiştim ki en sonunda sana küfür etmişti. Ardından çok büyük kavga etmiştik. Onun evindeydik ve tabak çanak ne geçtiye elime, kırmıştım.

Sürekli senle kıyaslayarak bakıyorum etrafıma. Senin süzgecinden geçirerek görüyorum insanları. Saçları senle ilk beraber olmaya başladığımız zamanlar gibi taranmış. Üstündeki kazağın rengi senin sevdiğin gibi. Karşısındakine birşey anlatırken mimikleri çok soğuk, sana benzemiyor. Aslında kendine göre hoş. Herşeyi yerli yerinde. Hatta çekici bile diyebilirim. Ama birini sevmek bunlara mı bağlıdır ki? İçimde kıpırtı uyandırması, yüreğimdeki soğukluğu geçirmeye yetmiyor.. Geçiniz..

O küçük güzel evimin içinde tat kalmadı. Sen gittikten sonra babam, kiminle oturup rakı içerken şarkı mırıldanacağını bilemedi mesela. Annem sevdiğin yemekleri yaparken garip bir burukluk taşıdı içinde. Ablam ve eniştem yanımda gördükleri kimseyi yakıştıramadılar. Yanımda biri de olsa sen vardın içimde ne tuhaf.

En çok bunu özledim belki de, en çok bunu özleyeceğimi bilmeyerek. İlk başlarda o kadar yoğun bir öfke vardı ki içimde, önce aşık olduğum insanı kaybettim sanırken, bir yandan da en iyi arkadaşımı kaybettiğimi fark edemedim. Bu yüzden diyelim ki şimdi gelsen, senle günler geceler hatta haftalar boyu sevişmeden önce, sana sensizliği anlatırdım.

O yüzden aradım seni. Açtın. Yıllar sonra senle konuşacak cesareti bulmuştum tam da. Ben de öyle yaptım. Sesinin tınısından sevindiğini hissetmiştim senin de. O kadar güzeldi ki bu, anlatamam. Sesini duymak. Sen.. Konuştuk bir süre. Ondan bundan bahsettik. Sıradan ve basit şeylerden. Sonra biraz bana dair birşeylerden, ki bana dair ne varsa sana aitti. Sonra biraz sana dair şeylerden, ki sana dair ne varsa benim olsun istiyordum.

Ve sen yine aniden susup beni konuşmalarımda tekil bırakıp, aynı yakıcılıkta iki hecelik, o aptal kelimeyi söyledin. "Bitti"

İçim buz gibi oldu yeniden. Yaz vakti üşüme nöbetleri geçirdim. Gözümün önünde dolaştı o benim sarı pardesülü sevdam. Geçtiğimiz yolların hayali belirdi gözümün önünde, gezdiğimiz adalar. Beraber bindiğimiz vapurlar. Senle yüzdüğümüz denizler. Dalgalarında ayaklarımızı ıslattığımız kumsallar. Saçlarımda gezinen ellerin ve gülüşün.

Bugünlerde evinin çevresinde daha sık geziyorum. Karşılaşmamızı ümit ederek oturuyorum arkadaşımla bir cafeye. En güzel giysilerimi giyiyorum tabi ki. Öylesineymiş gibi ama hep özenli aslında tutumum.

Bunca yıldır yüz yüze gelmedik bir kez olsun. Ama aklına geldi mi hiç ya bir gün karşılaşırsak?
 

 
Toplam blog
: 2
: 555
Kayıt tarihi
: 14.09.09
 
 

Önce insan gibi insan olmaktan yanayım. Bunun için en önemli şartın vicdanlı olmak olduğunu düşünüyo..