Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '11

 
Kategori
Güncel
 

Sarsılan Yüreklere uzanan insan eli

Sarsılan Yüreklere uzanan insan eli
 

Bu resime bakı da ağlamamak mümkün mü?


Zile uzun uzun basılıyordu. Genç kadın 13 aylık bebeğinin ayak ucuna oturmuş uyuyan yavrusunun yüzüne kaygıyla bakıyor, çalan zili açmakla açmamak arasında tereddüt ediyordu. Zile son bir kez daha basıldı.

Kadın yerinden kalkamadı. Sıkı sıkıya yapıştı yavrusuna.
“Hayır olmaz ya ben kapıyı açmaya giderken deprem olursa, ya o sırada ev yıkılırsa, yavrumla ayrı kalırsak. Olmaz enkaz altında da olsa yavrumun yanında olmalıyım, hem ona süt veririm. Yok kimse geri gitsin”  diye düşünüyordu. Gidemedi, uyuyan yavrusunu kaldırmaya da kıyamadı, kucağına alırsa da uyanır diye korkuyordu, zil çalıp çalıp susmuştu nasılsa.

O yavrusunun yanında kıpırdamamalıydı. Ardçılar yaşandıkça korkusu daha da artıyordu. Eşini aradı, neredeysen çabuk gel, korkuyorum diye. Psikolojisi iyice bozulmuştu. Ölmekten değil, evladını kaybetmekten korkuyordu belki. “Yarabbim bana ömür ver, ömür ver ki yavrumu büyüteyim”  cümlesi bir zikir gibi tekrarlanıyordu kalbinde her an.
Deprem nedir bilmezdi eskiden. En fazla bir iki kez yer sallantısı görmüştü. Ama yıkımı yaşamamıştı o elim güne kadar. 17 Ağustos! Hayatının miladı. Depremden önce ve depremden sonraydı artık hayatı. Gözleri tavandaki lambadaydı sürekli. En kısa zamanda taşları en küçük sarsıntıda şıkır şıkır sallanacak bir avize almalıydı. En önceden, en erkenden hissetmeliydi ki kaçabileydi. Deprem çantası diye bir eşyası vardı artık. Tıka basa doluydu. Bir de boynuna asılı bir düdüğü vardı. Olur da enkaz altında kalırsa çalabilsin diye. Cep telefonu her an şarjlı olmalıydı. Hatta belki bir S.O.S kolyesi almalıydı. Kimliğini, yakınlarını telefonlarını, yavrusunun ve kendisinin kan gruplarını yazmalıydı. Hayata sımsıkı tutunma zamanıydı.

 Tam bu düşünceler içinde boğuşurken yavrusu uyanmış, sütünü emmeye başlamıştı bile. Altını üstünü değiştirdikten sonra tam da evinin koridorunda bebeğiyle dolaşırken birden duvarların sesini duydu. Tam aradaydı tüm duvarların ortasında ve hepsi birden gürültüyle sallanmaya başlamıştı işte. Yine yineydi işte. İki ay önceki kabus yine yeri göğü titrete titrete gelmişti. Bu sefer çok korkmuştu. Bu sefer deprem nedir biliyordu. Yavrusunu nasıl kaptı, merdivenlerden nasıl indi bilmiyordu. Apartmanın kapısından çıktığı ve çıkış merdivenin son basamağını geçtikten sonra diz üstü yere çöktü. Artık bacakları tutmuyordu. “Dizinin bağı çözülmek” buydu demek. Tek bir adım daha atamıyordu, kelimenin tam anlamıyla, gerçek anlamıyla bacakları tutmuyordu, yürüyemiyordu. Kalbi göğüs kemiğini yarıyordu hızlı atışlarıyla. Ağlamaya başladı. Bu sefer de kurtulmuştu. Evet enkaz yoktu, başını kaldırdı yukarda gökyüzünü görüyordu. Yavrusuna sıkı sıkı sarıldı. “Yok bir şey annem, yok bir şey, bak ben yanındayım”.

Yıllar yıllar geçmişti. Spiker Van’daki depremi anlattıkça genç kadın geçmiş günlerine dalıp gitmişti. Yeniden korkular almıştı genç kadını. Yüreği sarsılmaya başlamıştı eskisi gibi. Depremin nerede olduğunun bir önemi yoktu. Kime olduğunun bir önemi yoktu. Deprem ırka, cinsiyete, yaşa bakmadan hatta insan-hayvan diye ayırmadan kim varsa yıkıp geçiyordu.

Birileri hala kimlik krizini tartışadursun, vicdan sahibi her İNSAN nefes alan her canlıya elini uzatıyordu. Her insan evladı yaralı yüreklere bir merhem sürme çabasına düşüyordu. Birileri tüm kimliklerinden sıyrılmayı başarıp sadece “insan” olduğu için insanca davranmayı başarabiliyordu.


Neslihan Sultan PALA

 
Toplam blog
: 35
: 2068
Kayıt tarihi
: 03.09.11
 
 

1970'li yıllarda başlayan yaşam serüvenimde yazmak daima benim için itici bir güç oldu. İstanbul ..