Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Şaşkınlık bile yetmiyor...

Şaşkınlık bile yetmiyor...
 

Yaklaşık dört yıl önceydi. Doğuda bir ilin bir mezrasında yaşayan bir ailenin daveti üzerine yemeğe gittik. Çoğunluk çiftçilik ama büyük bir çoğunluğu hayvancılıkla uğraşıyordu. Onca yeşil bir mezrada, onca çiçek dolu tarlalara rağmen o mis gibi yeşil kokusunu alamıyorsunuz bir türlü, sade ve sade hayvanlardan sızan kesif bir koku yayılıyor etrafa... Elbette onların yaşam koşulları böyle ve hayatlarını sürdürmek zorundalar ancak bunca tarlalar, bunca hayvanlar hep kadınlardan sorumluydu. Daha evdi, çocuktu, yemekti, temizlikti onları saymıyorum bile.

Gittiğimiz ev iki katlı ve neredeyse içi bomboştu. Yerlerde sadece incecik kilimler, duvarların dibine sıralanmış minderler ve sırtınız duvarın soğuğuna değmesin diye duvara dayanmış yastıklar vardı sadece. Mutfakta ise su yok bu yeşil mezradaki evin. Kocaman kocaman, musluk takılmış bidonlar yerde sıralıydı ve tezgahta lavabonun su gideri için gereken boru da olmadığı için yere konulan bir taburenin (yükseklik oluştursun diye)üzerine konulmuş bu musluk takılı bidonlarla bulaşık yıkıyorde evin büyük kızı. Yerde yıkıyor ki mutfağın bir köşesine yapılmış delikten su aksın! Bu tarif ettiğim yer evin üst katı. Alt katını ise ahır yapmışlar, büyük baş hayvanların yaşadığı bir ahır..

Ve bunca koşullara rağmen koşturup didinen ama çok da güleryüzlü bir evsahibi abla karşıladı bizi. Hem boy boy çocuklarına bakıyor, hem yemekleri yetiştirmeye çalışıyor, hem evin beyinin isteklerini ikiletmemeye çalışıyor ki bu daha da önemli onlar için özellikle misafir önünde.

Yemekten sonra bu sıcak, güleryüzlü ablamla sohbete daldık biraz.

- pek bi keyfimiz yok bu aralar, dedi

- neden? diye sordum ben

- babam cezaevinde. Ne zamandır ziyaretine gidiyorum bir türlü göremedim dedi.

Babasının yaşı haylice varmış ve yeni girmiş. Böyle güzel bir ailenin büyüğü bu yaşta niye girer ki cezaevine diye düşündüm.

- Neden cezaevinde ki baban? diye sordum

- "benim bir ablam vardı" dedi. Amcamlar hep oğullarıyla evlendirmek istediler. Küçükten beri bizimkileri tenbihlerlermiş "-Bak kız büyüyünce kimseye vermeyin" diye. Eee ablam büyüdü, babam kimselere vermedi söz verdik diye. Sonra amcamın oğlu büyüdü, çalışmaya şehre gitti. Orda bir kız sevmiş onunla evlenecem diye tutturunca o kızı aldılar. Ablam kaldı böyle. Biz küstük tabii, hem bide bizi çok beklettiler, ablamın yaşı geçti iyice artık nasıl evlensin.

Yahu nasıl sinirlendim, nasıl olur böyle bişey. Emanet mal gibi elinde tutuyorsun sen kızını, bu nasıl söz nasıl bir bağımlılık. Arkadaş ne bekliyorsun, belki o kızında istediği bir insan vardı, onun için daha hayırlı olan kısmetini elinle engelledin, nasıl babaysan!.. diye söylendim durdum. Tabii sonrası daha kötü:

- Babam sinirlendi, ee ablama talipte kalmadı, benim bir erkek kardeşim vardı. Babam onlara dedi ki " madem benim kızı almadınız, böyle bir alçaklık yaptınız o zaman oğluma kızınızı vereceksiniz" . Tabii yapacaklar, onlar benim ablamı harcadı! dedi.

Ben bu arada gözlerim pörtlemiş, dilim tutulmuş dinlemeye çalışıyorum ablanın anlattıklarını :)

- Ama onlar gene bize oyun oynadılar ve kızlarını gizlice başkasına sözlediler. Neymiş: kardeşimin yaşı kızlarından çok büyükmüş. Tabii amcamların kızlarını sözlediğini duyunca babam dellendi kahveye koştu amcamın yanına, o ona bu buna derken birbirlerine girdiler, babam amcamı fena paraladı! (diyo ama gülüyo da bir yandan abla bunları anlatırken)

Şaşkınlık ki ne şaşkınlık benimkisi, ben bunları sadece dizilerde olur diye bilirdim. Hani ağa vardır, amanın asarda keserde, istediğinin kızını alır, istediğini kendine nikahlar felan filan. Bu öyle böyle değil bildiğin gerçek olmuş bir hikaye. Ben tam bu mideme oturan hikayeyi hazmetmeye çalışırken ablanın büyük kızı geldi kucağında 7-8 aylık bebeğiyle.

- Bu da geçen yaz evlendi dedi. Güççüktü ama laf dinlemedi, olsun bende bir torun sahibi oldum dedi. O "güççük" dediği kızı daha 16 yaşında olan bir anne!

Galiba onların şansı da bu. Ya "güççük" evniyorsun söz dinlemezsen, ya da senin sözünü dinlemeyen bir büyüğün varsa kullanma tarihin dolana kadar bekletiliyorsun, saklanıyorsun ve yaşayabileceğin güzel günlerin bir bir bitince ancak dünyaya çıkarılıyorsun ki artık bu da çok geç oluyor.

Dün olan vahim olayı hepimiz biliyoruz. Mardin'in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyünde 44 sivil vatandaşın katledilmesini dehşetle öğrendik.

Açıklamalara göre bu bir terör olayı değil bir "husumet!" ten kaynaklanan bir saldırıydı. Bu "husumet" senelerdir devam eden bir " kız!..." alıp verme davasıdır.

Bu kızları alıp vermekten, ezmekten, horgörmekten, aşağılamaktan, ezmekten, yok etmekten bıkıp usanmayan, bir türlü eğitilemeyen insan yığınının senelerdir sürdürdüğü bir yaşamdır aslında ama bir türlü bulaşıcı bir virüs gibi olan bu pis durum bir türlü temizlenemez.

Benim yukarıda anlattığım durumun Mardin'de olan olayla hiç bir farkı yok, ha üç dört kişi bir olup bir evi, onca insanı taramışsın, ha bir hışımla tek başına gidip hasmını yaralamışsın... Hepsi aynı rezillik, hepsi aynı konu: Kızımı al, kızımı vereyim....

Haa devletimin hiç mi suçu yok, nasıl olmaz.

Yol yapın; ödenek yok, su getirin; ödenek yok, iş verin; sanayi yok... O zaman eğitin be kardeşim, eğitin ve bu insanların gözlerini açın, o ufalmış minicik beyinlerine, kendi köylerinden, kendi aşiretinden, kendi kurallarından başka bu dünyada görülebilecek daha ne güzellikler var gösterin onlara ama zaman giderek daralıyor. Biz minikleri eğitelim diye uğraşırken bu eğitimsizler daha kaç cana son verecek bir muamma?

 
Toplam blog
: 9
: 505
Kayıt tarihi
: 28.09.07
 
 

..