Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '18

 
Kategori
Öykü
 

Şaşkınlık

       Uzun  aradan sonra doğup büyüdüğüm kasabaya  adete ikinci annem bildiğim teyzemin   cenazesi için gitmiştim.

      O kadar işime rağmen üç gün kendime  işlerimi tatil etmiş ve  Kasabamda  hem teyzemin yasını  tutmak, hem de   akrabalarımı teselli etmek  amacı ile   kasabamda geçirmeye karar vermiştim. Sağ olsunlar gelen giden çok oldu. Seneler  sonra, akrabalarımla, komşularımla gençlerle sohbet etme imkanı bulmuştuk.

     Annem babam vefat ettiğinden, tek erkek çocuk olmamdan dolayı  baba  evi bana kalmış ve evi restore ederek  yazlık olarak kullanmaya başlamıştık. Ben yazları işlerimin çokluğundan dolayı kasabama gidemesem de   sağ olsun bizim hatun, oğlum ve kızım her fırsatta  giderek, evimizi  adeta  küçük saraya döndürmüşlerdi. Seneler sonra baba evimi adeta tanıyamaz  olmuştum. Doğup büyüdüğüm o ev bana  çocukken  gezince hayran kaldığım  Topkapı Sarayı gibi  görünmeye başlamıştı. Annem, babam ve   ablalarımla geçen günleri hatırladıkça  gözlerim yaşarmış, işlerimden   3 günde olsa  ayrı kalmamın  bana hiçbir şey  kaybettirmediğini görerek   teselli bulmuştum.

    Annemin ablası olan teyzem, bana   “prensim” der, çocuklarından  ayırmazdı.  “Anne  yarısı” olarak bildiğimden de  ölümüne annem  ölmüş kadar üzülmüştüm. Kasabanın “bilge kadını” olarak  bilinen teyzem bende geleceği görerek  “Bu  Bahadır, yaman  çocuk okursa iyi mühendis  olur “ diyerek anne  ve babamı   adeta  motive ederek  ODTÜ Elektrik Elektrik Mühendisliğini kazanacağımı  adeta yıllar önceden görmüştü.

    Okulu tamamlayınca bir süre bir firmada çalışmış daha  sonra  da kendi şirketimi kurarak gece gündüz işime gömülmüştüm. Ev  ve  çocukları hanım büyütmüş,  öğretmen olmasına  rağmen  o da  öğretmenliğinin yanında kendini çocuklarına adamıştı. Sonunda  ikimizde başarılı  insanlar olarak çocuklarımızı da  çevresine saygılı ve  başarılı  insanlar yetiştirmiştik.

    Gündüz teyzemin evinde  taziyeleri kabul ederken akşam evimde kalıyordum. Çünkü hanımın  iş oğlum ve kızımın da  okulu vesilesi ile onlar gelememişti. Ben  de dönecektim Kasabamız  ile   İstanbul arasında  10 saat yol vardı.  Ben bu sürede  hem  ülkemiz geziyordum , hem gözlem yapıyordum.

    Taziyeye gelenlerin azaldığı kasabada kaldığım son  günde  ben de, hem kasabayı gezeyim , hem de  biraz hava alayım diyerek  kasabanın   kahvehanesine yöneldim.  Dere kenarında çamlık  içindeki kasaba kahvehanesinde  havanın güzelliğinden  faydalanan  kasaba halkı koyu muhabbetteydiler.

    Kahvehanenin  çay   bahçesine girince   beni gören küçük teyzemin  oğlu  Abdurrahman,  hemen kalkarak beni masasına  davet etti. İki kuzen  oturup sohbet etmeye başlamıştık ki, yanımıza  gelip oturan ve  Abdurrahman’a sıkıca sarılan amcasının  oğlu Mehmet’i  görünce şaşkınlıktan   bakakaldım.

   Bir insanın amcaoğlu ile kucaklaşmasında ne var ya? Diye soracaksınız tabii.

   Durun  acele etmeyin hikayeyi anlatacağım  . Hikaye  yazarı olarak benim bildiğimde var ya….

   Mehmet ile Abdurrahman’ın babaları öz kardeşler. Bir de kız kardeşleri vardı. Üçü de çok dindar geçinen ve  çok da  küçükken birbirini seven bu kardeşler, babaları ölünce  tarla yüzünden kavga etmişler ve  bir daha da  hiç konuşmamışlardı. Çocukları da senelerce  amca nedir? Hala nedir?  Bilmeden büyümüşlerdi. Yani benim bildiğim  düşmanlardı.

      Benim şaşkın şaklın baktığımı  gören  Abdurrahman  durumu  gülerek  açıkladı:

      “Bahadır abi, şaşkınlığını inan çok iyi anlıyorum. Babam ve amcam senelerce küs kaldılar. Babam  biliyorsunuz  geçen sene vefat etti. Amcam sağ. İkisi de  çok dindar geçinmesine  rağmen Allah’ın haram kıldığı küslüğe  devam ediyorlardı. Bizi de  bu  kötü alışkanlığa alet ediyorlardı. Kimse  babam  ile amcamı barıştıramayınca bizlerde   amca çocukları ile  babamızın küslüğünün kurbanı oluyorduk. Kur’an mealleri okudum. Biliyorsunuz  okumayı   seven insanım. Peygamberin hayatını  okudum. Peygamberimizin çok sevdiği  amcasını şehit eden, Yahşiyi  bile af ettiğini okuyunca   adeta  ağladım. Bu küslük neydi ya dedim. Mehmet’i bir gün  burada tek başına çay içerken  görünce aniden yanına  oturarak selam verdim. Düşünsenize  o 40 yaşında  ben 55 yaşındayım. Çocuklarımız  var. Babalarımızın hatasını biz  ve çocuklarımız mı çekecek. Sonuçta babalarımız  küs ise  dedemiz aynı insan değil miydi. Dedemiz yaşasa  babam  ve amcamın   bu tutumuna  çok kızardı. Eminim  ruhu da rahat değildi.”

    Abdurrahman bunu anlatırken baktım Mehmet  sanki kardeşine bakar bibi amca oğluna  bakıyor ve gülümsüyordu. Benim  şaşkınlığım da   tebessüme dönüşmüş ve  ikisine de sevgim artmıştı. Abdurrahman gülerek anlatmaya devam etti:

     “ Mehmet  de şaşkınlıkla bana  bakarken  O da selamımı aldı. Gözlerimizden yaşlar  akıyor, tüm kahvehane   gerçekten  de şaşkınlıkla bize bakıyorlardı. Bir süre sonra  tüm kahvehane alkıştan inlemeye başladı. Belediye Başkanı geldi ve beni kucakladı. O günden sonra  hanımlar dost , çocuklar dost, her zaman  kahvehanede biz Mehmet ile kardeşiz” dedi.

      Abdurrahman’a bakarken  teyzemin oğlu olduğundan dolayı gurur duydum:

     “Ama geç kalmışsınız “ dedim.

     Gülen Abdurrahman  biraz  durgunlaştı.

      “Geç kaldık ama, bir hatada  ısrar da etmedik. Geçmişin hatalarını   böyle  daha samimi olarak  atmaya çalışıyoruz “ dedi. Mehmet’e baktı. İkisinin de gözleri yaşarmıştı.  Birer  çay daha içtik.  İçimden  “İyi ki çay evine çıkmışım” dedim Büyük teyzemin ölümünden  duyduğum  üzüntü ve küçük teyzemin  oğlunun   böyle yanlışta ısrar etmemesi  bana teselli olmuştu. Ne güzel bir gün yaşamıştım bugün.

         Abdurrahman O’na dikkatle baktığımı görünce :

         “Babamın  ve amcamın küs olmasına sebep olan  o 4 dönüm tarla var ya, işte O’nu okul yapmak için bağışladık.  Ya Bahadır ağabey,  bu okulu da  sen yapsana  “ deyince  bir sevinç daha duydum.  Bu  Abdurrahman da benim içimi mi ne okumuştu.  Ben de  rahmetli annem adına  bir okul yapmayı düşünüyordum. İki Kardeşin küs olmasına  sebep olan bu arsa  demek böyle güzel şeylere sebep oluyordu. “Yarabbi  Hatada  ısrar etmeyenleri sen  bağışla”  diye dua  ettim. “ Babalarımızın  hatalarını  bizlerin yaşamaması  için bize güç ver” dedim.

         Mehmet  ve  Abdurrahman bana   sevgiyle  bakarken, kasabamız halkı da bizlere   daha büyük sevgi ile bakıyorlardı.

        O okul yapılacak ve  çocuklar neşe ile barışmanın   ve barışın  ne kadar önemli olduğunu anlatan  Abdurrahman Öğretmen’in  öğrencisi  olmakla gurur duyacaklardı.

 
Toplam blog
: 1096
: 1558
Kayıt tarihi
: 28.12.07
 
 

1967 Tokat'ın  Pazar ilçesi doğumluyum. İşitme engelliyim. İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültes..