Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Satış?!

Satış?!
 

Benim gibi aktif satışta 10 sene gibi uzun yıllar geçirdiğiniz vakit, satıştan yorulur ve bunalırsınız. Ve de öyle bir bölümde çalışıyorsunuzdur ki herkesin yapacağını iddia ettiği bir bölümdür bu, “yani ne yapıyorsunuz ki?” durumu vardır.

Satışta ciddi bir yıpranma payınız olur ve psikolojik olarak mideniz bulanmaya başlayabilir. Sonuçta yöneticilik de yapsanız, satış kökenli iseniz, satıştan kolay-kolay uzaklaşamazsınız nitekim! Ben satıştan bıktığımı söylerdim uzun yıllardır. Oysa işadamlığı dediğiniz meslek, satışın dik alasıdır ve üzerinize yapışır, neyi farklı yaparsanız yapın!

Ben B2B konusunda uzmanlaşmış bir satıcıyım. Ben satıştan nefret ettiğimi söylesem dahi makine sektöründe bu konuda en iyiler arasında anılırım. Tabi bunun temel sebebi tıpkı bir üretici şirket gibi 5000 adetli satış rakamlarına ulaşmam ve bunun parasal karşılığı 150 milyon Euro’ya tekabül ediyor olması ki bu sektör için korkunç bir rakam bu.

Durdu, durdu nereden çıktı bu satış mevzusu demeyin! Bahçeşehir Üniversitesinde Pazarlama dersleri verebilmemin en önemli sebebi benim bu özelliğim. Halizhazırda bilinçli olarak Pazarlama alanında konuşmadığımı da ayrıca belirtmek istiyorum. Öte yandan firmalara danışmanlık hizmeti de verdiğim unutulmamalı. Yani satıştan ne kadar yorulsam da, ondan bıktığımı iddia etsem de, hep hayatımda olacağını biliyorum.

Dün Brezilyalı Alman Telma ile tamı tamına bir tam gün toplantı halindeydik. Her ikimiz de danışmanı olduğumuz firmalar için hiç duraksamaksızın satış yaptık gün içersinde! Aramızda en büyük fark, onun doktora yapmış bir Elektronik mühendisi oluşu, yani benden çok daha fazla uzmanlaşmışlığı var akademik seviyede. Fakat diğer taraftan her ikimiz de bu farkı hissetmedik bile çünkü benim de sektörel dünya rekorlarım var. Evet, abartmıyorum beş adet dünya rekorum var.

Ben bugüne kadar hiçbir başarımı kutlamış birisi değilim. Dolayısıyla “kedi bir tarafını görmüş ve yara zannetmiş” misali millet kendinin arkasından çıkan doğal gazı bile dergilere, gazetelere ve medyaya pazarlarken, bizim gibi bazı başarmışlar kendi çapımızda dünyaya uzaktan bakmayı yeğleriz. Bunun en temel sebebi başarının kerametinin bizde olduğunu bilmemizdir. Yani hangi şirkete gidersek gidelim bu başarının devamının geleceğine eminizdir. Yani başarımız, ne yazık ki, "Türk milletinin zekâsından, çalışkanlığından ve çevikliğinden" kaynaklanmaz. Tam tersine bizim kendimizi yetiştirme şeklimizle ilintilidir bu durum. Yani denklemin içinden kendimizi çıkardığımız vakit, başarı değerini ve niteliğini yitirir. Bu durumu övünerek anlatmıyorum, tam aksine,  Almanya’ya öykünerek anlatıyorum çünkü o ülkelerde başarı sistem kaynaklıdır. Bizde ise KİŞİ’ye bağımlıdır. Ve işte bu yüzden demokrasi Türkiye’de gelişmiyor. Kişiye bağlı bir demokrasi örneği görülmemiştir.

Ben ailemden başarmanın sıradan bir şey olduğunu öğrendim. Bunun en önemli sebebi babamın da benim gibi çok başaran bir insan olmasıdır. Mesela Türkiye’nine en büyük trompetçilerinden biri olan amcam Halil Yiğit de bu sisteme dâhildir.  Amcamı başarılarından dolayı bir kez kutlamamışızdır. Yani iş hayatı bizim için sıradan en iyilerin yapılması gerekenlerin hayat listemizi oluşturduğu bir hayat biçimidir. Oysa başka bir örnek verirsem;  İngilizce konuşmak bile bizim aile için 1940’lı yıllardan beridir gelenektir.  Ben, eşim, amcam, kuzenlerim, babam, kardeşim, babamın amcaları, hepimiz İngilizce konuşuruz. Bunu biraz daha açayım: Rusya Moskova denizcilik fuarında ziyaret etmiş olduğum kuzenim Deniz ile -yanındaki yabancı arkadaşlarından dolayı- 3 saat İngilizce sohbet etmişizdir. Evet, bu kadar sıradan bir şeydir İngilizce konuşmak bizim aile için!

Kuzenlerimin arasında üniversite mezunu olmayan hiçbir kimse yoktur yeni nesilden. Evet, bunu gururla söylüyorum! Sülalemizde doktoralı bilim adamımız(kadınımız) bile mevcut. Bütün bu anlattıklarım Atatürk devriminin sonuçları çünkü bizim sülalede bir tane bile zengin insan yoktur. Hiçbirimizin kendine ait şaşalı bir şirketi yoktur mesela! 

Yani bugünkü iktidarın öve-öve bitiremediği şeyleri bizler sürerli olarak yapmaktayız. THY’yi adam eden ekip arasındaydık, Turkcell’e boyut atlattık, Türkiye’de ihracat rekorları kırdık – falan filan! Yani çok da fazla önemi olan şeyler değil bunlar; yapılması gerekiyordu ve biz de yaptık! Ama korkunç olanını şimdi söylüyorum: THY hariç yaptığım onca yeniliğe karşın bir kez bile ÖDÜLLENDİRİMDEM! Teşekkürü bile yarım ağızla alabildik ağızlardan!

Evet, bazıları bizim için ukala diyecek kadar keskin ithamlarda bulunmasına karşın, biz sesimizi çıkarmadan, yapmaya ve üretmeye devam ettik. Ve bu sayede bugünkü üretken Türkiye’yi çıkarmayı başardık her birimiz. Fakat bundan sonra artık nitelikli büyümek zorundayız. Yani kişilerden değil de, kurumlardan bahseder hale gelmemiz lazım. Şirketler konusunda çok yol aldık, sıra devlet kurumlarında, onları da yücelttiğimiz vakit, öncü bir Türkiye Cumhuriyeti bekleyecek dünyayı!

Bizler kayıp kuşağın çocuklarıyız. Bizim anne ve babamız bizi yetiştirirken, biz kendi çocuklarımızı yetiştirirken hiçbir övgün eğitim almadan, “El yordamıyla ve doğru bildiğimiz” usulü, insanlar yetiştirdik. Oysa bizim çocuklarımızın yetiştireceği çocuklar, artık belirli standartlara oturmuş biçimde, sosyolojik ve psikolojik çalışmalardan nasibini almış kitap ve kaynaklarla yetiştirileceği için –iktidar kim olursa olsun- bambaşka bir Türkiye yaratacaklar. Ve biz ölsek bile, keyifle izleyeceğiz bu durumu.

Evet, çok potborik bir yazı oldu fakat iyi de oldu. Umutsuzluğa yer yok, yepyeni bir Türkiye için “Yup-Yup-Yuraaaa”!

Kendinize iyi bakın…

Saygılar,

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..