Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '11

 
Kategori
Siyaset
 

Savaşmak zorunda bırakılan ülke, Türkiye

Anabilim dalı Türkiye Cumhuriyeti Tarihi olan ve Kırıkkale Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Doktor H. Ömer Budak'ın önemli bir eseri olan "Türkiye'nin Dünya Ülkeleri Açısından Jeopolitik Önemi ve Avrasya'daki Yeri" kitabından notlar yazmaya devam edeceğim.

"Türkiye, ne kadar barışçı politikalar takip ederse etsin; her zaman savaşmaya mecbur olmaktadır." (Yrd.Doç.Dr.H.Ömer Budak)

Acaba neden?!..

Ömer Budak'ın kitabından alıntılarla bu sorunun cevabını bulmaya çalışalım.

"Ülkelerin jeopolitik yapıları dört sınıfta değerlendirilebilir: Kıtasal Jeopolitik, Ada Devletleri Jeopolitiği, Kıyısal Devlet Jeopolitiği ve Merkez (Kara) Jeopolitiği.

Türkiye, kıyı devleti olmakla beraber kara devleti özellikleri de taşımaktadır. Türkiye, jeopolitiği gereği hem gelişimini tamamlamak, hem çevresinden gelecek tehditleri önlemek, hem de sınırlarından çok uzaklara hükmetmek zorundadır. Bunun en güzel örneğini Birinci Dünya Savaşı sonucu yıkılan Osmanlı toprakları üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk; Türkiye'yi savunmak için kalan on milyon nüfusu yetersiz bulmakta, Misak-ı Milli sınırlarını yetersiz/dar bulmakta, dolayısıyla Balkanlar'da kalan Türkler'le, Kafkaslar'da yaşayan Türkler'den ve Orta Asya Türkler'inden bahsetemekte ve bu bölgelerde yaşayan Türkler'le irtibatın sağlanması ve problemleriyle ulusal düzeyde ilgilenilmesi için hayatı boyunca mücadele ettiği gibi, Hatay'ın ilhakı için Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrılmayı dahi göze alabileceğini belirtmiştir... Musul ve Selanik'in de Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunduğunu , özel konuşmalarında bunun kendisi için büyük anlam taşıdığını ve bu nedenle uykularının kaçtığını defalarca belirtmiştir. Atatürk, Türkiye'nin sadece ulusal kaynaklarıyla kalkınamayacağını ve ulusal sınırlardan korunamayacağını çok iyi biliyordu. Onun için Anadolu, düşman istilasına uğradığında, düşmanın, iç hatlara çekilerek imha edilmesi için Ankara'yı başkent seçmişti. Çünkü İstanbul, ilk istilaya uğrayacak yerlerden biri idi. Bir ülkenin başkentinin istila edilmesi, ülkenin tamamen istila edilmesi anlamını taşıdığından Ankara, Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olarak seçilmişti. Osmanlı'nın yıkılışında, bu örnek İstanbul'da yaşanmıştı.

Türkiye coğrafyasında yaşayan bizlere, bu coğrafya, güçlü olmayı emretmektedir. Aksi halde bu coğrafyada kurulan ve dünyanın en güçlü devleti durumuna gelen Osmanlı'nın, gücünü kaybettiğinde nasıl parçalandığı yakın taraihimizde bilinmekle birlikte, Osmanlı öncesi devletler de bu topraklarda güçlerini kaybettiklerinde Osmanlı'nın akıbetini yaşamışlardı. Gaflet anında, bu coğrafya tehditle karşı karşıya kalabilir ve bu millet yeniden sıkıntılar yaşayabilir.Bütün bunların oluşmaması için, kültürel kimliğin oluşturulması ve ekonomik bağımsızlığın sağlanması ile savunma sanayiinin Millileştirilmesi gerekmektedir.

Bir ülkenin coğrafyasının sahip olduğu canlı-cansız, doğal-yapay tüm zenginlikleri coğrafi güç olarak tanımlanabilir. Türkiye, jeopolitik konumunun öneminden dolayı, tüm dünyanın gözünü üzerinden eksik etmediği bir ülke durumundadır. Jeopolitik zenginliğini yeteri kadar değerlendirdiği takdirde, içinde bulunduğu sorunların bir çoğunu kısa sürede aşacak duruma gelebilir. Türkiye, bölge ve dünyadaki gelişmeleri dikkate almak zorundadır. Ayrıca bu durum, Türkiye'nin karşılaştığı yoğun sorunların nedenini de ortaya koymaktadır. Türkiye, iç ya da dış kaynaklı sorunlarını çözerek her zaman güçlü bir devlet olmak zorundadır.

Milletler, çoğu zaman coğrafyalarını ve komşularını seçme şansına sahip olamazlar. Coğrafyalar, toplumlar için birer emr-i vaki ve milletlerin değişmeyen veya çok az değişen kaderleridir.

Farklı coğrafayadan gelerek yeni bir coğrafyada devlet, hatta devletler kuran tek millet Türkler'dir. Türk tarihinde tek bir coğrafi merkez, tek bir coğrafi odak yoktur. Türkler, bir merkezden yayılmış, fakat tarih boyunca birçok coğrafi merkez ve jeopolitik odak noktası oluşturmuşlardır. Türkler, coğrafyalarını seçen ve coğrafyaya meydan okuyan bir millettir.

Türkiye, kapitalist ve emperyalist güçlerin sanayilerinin gelişmesi ile birlikte, uğruna her şeyi yapabilecekleri petrol çemberinin ortasında bulunmaktadır.

Zayıf Türkiye, bölünmüş Türkiye, huzursuz Türkiye, güçlü Türkiye gibi hususlar; emperyalist güçlerin (devletlerin) petrol yönünden göz önünde bulundurdukları çıkar hesaplarının sonuçlarını belirler.

Bu coğrafya; manen ve madden güçsüz olanlara, birliğini kaybedip gücünü tüketenlere mezar olmakla beraber; genişliği, zengin doğal kaynakları, jeopolitik bütünlüğü ve genişlemeye müsait merekezi konumu, ulaşım imkanları ile beşeri, siyasi koşulların elverdiği durumlarda, sahiplerine büyük devlet kurma, süper güç yaratma yolunu açmakta, evrensel bir devlet için sağlam bir nüve oluşturma imkanı da sağlamaktadır.

Ülkelerin fiziksel durumlarının korunmasında insan unsuru çok önemlidir. Çünkü savunmada, silahı yapan ve kullanan bizzat insandır. Yine savaşların kaderini değiştiren de insandır. Coğrafyada yaşayan insanların kabiliyetlerinin de siyasete dahil edildiği görülür. Bunun dışında milletin karakteri, coğrafi zenginliği, tarihi yapısı, inanç durumları, deniz ve kara ile bağlantısı da jeopolitiğe girer.

Dünyada, süper güçler birtakım tezgahlar hazırlar. Bu tezgahları hazırlayan ise insan kafasıdır. Yine bu tezgahları bozacak olan da insan unsurunun ta kendisidir.

Ülkemizde her yıl 1.5 milyon bebeğin doğduğu, buna karşılık 350 bin kişinin öldüğü bilinmektedir.

Hepimizin bildiği gibi ülkemizde kürtaj denilen yöntemle anne karnındaki her üç çocuktan biri yok edilmektedir. Doğu Türkistan'da Çin'in devlet zoru ile gerçekleştirdiği ikinci çocuk öldürme işini, biz, bilinç altlarımıza sokulan nüfus politikaları ile gerçekleştirmekteyiz. Ancak ülkemizde uygulanan nüfus politikası, ülkenin her yerinde uygulanmamaktadır. Örneğin; Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşayan azınlıklar, bu politikanın dışındadır. Bu Müslüman Kürtler (sözde) ve Türkler üzerinde oynanan bir oyundur. Bu oyunu anlamak için, Batı'nın yüksek faizle verdiği fonlara kıyasla, bebek katliamı için bedava verilen milyonlarca doların anlamını düşünmek yeterli olacaktır.

Dünyada nüfus kontrolünü eline almış olan Batı'nın kendisi için uyguladığı nüfus politikası ise, AB ülkelerinde "aileye dönüş" telkini ile bir devlet politikası haline gelmişken, bizdeki planlama neden Avrupa'nın önemli meselesi haline gelmiştir? Bugün nüfus artış politikası uygulanan Almanya'da, birkaç yıl önce çocuk sayısı, evde beslenen kedi köpek sayısının gerisine düşmüştü. Fransa'da tek ebeveynli ailelerde babaların, baba olduklarını unutması ile devlet, baba konumunu üstlenmiştir. Üç ayrı babadan, üç defa anne olan genç bir Fransız kadına, Fransız devleti on iki yıl kesintisiz maaş ödemiştir. Görüldüğü gibi Batı Devletleri nüfus planlama politikalarını kenddileri için değil, ama hayır(!) olsun diye başkalarına uygulatmaktadırlar. Düşündürücü!..

Dünyanın bir yarısı kendi nüfusunu artırmak için gerekli tedbirleri alırken, öbür yarısının nüfus artışını durdurmak, hatta geriye çevirmek için tedbirler alınmaktadır.

Filipinler'de 3 milyon kadının, doğum kontrol virüsü ile üremesinin durdurulduğu iddia edilmektedir. Kendi kendini üreterek başkalarına da bulaşan bu virüs, artık nötron bombasının yerine geçen bir kimyevi harbin öncüsü olduğunda, çözümü nasıl olur düşünmek zorundayız.

Nüfus açısından dünyanın kalabalık ülkelerinden biri olmamız, görünürdeki dezavantajlı durumumuzu, bilinçli yöntemlerle avantajlı hale getirilebilir. Ülkemiz, en önemli ve tek sermayesi olan nüfusuyla güçlü olmayı başarmak zorundadır. Burada bir noktaya dikkat çekmemiz gerekmektedir. 1960'larda ülkemizde başlayan planlı döneme entegre edilen nüfus politikalarının sonunda artık nüfusumuz artmaz duruma gelmiştir. Ancak, Türkiye henüz zengin olamamıştır.

Türkiye, çok yönlü, çok seçenekli ve bağımsız politikalar üretmek zorundadır. Türkiye'nin politika üretiminde yakın çevresini oluşturan Avrasya'daki güç odakları ve küresel güçler ile aday güçler etkin faktörlerdir.Bu nedenle Türkiye'yi çevreleyen coğrafyadaki jeopolitik gelişmeleri ve Avrasya'dan başlayarak AB, ABD, Rusya Federasyonu, Balkanlar, Orta Doğu, Kafkasya her türlü politikaları ve stratejileri ile Türkiye'yi değerlendirme konusunda dikkatli davranmak zorundadır.

Türkiye'nin fiziki coğrafyası 1939'da Hatay'ın Türkiye'ye ilhakından sonra hiç değişmemiştir. Değişmeyen fiziki coğrafya; ancak sık değişen jeopolitik ile coğrafyada değişiklik olmadığı halde, ülkeyi yöneten politikacıların uygulamış oldukları politikalar veya müttefik oldukları ülkeler, ülkenin jeopolitik önemini de değiştirmektedir. Ülkenin jeopolitik önemini kavrayamayan politikacılar, ülkenin sahip olduğu jeopolitik avantajları dezavantaja dönüştürebilmektedirler. (1938'den bu yana durum böyle devem etmektedir).

Türkiye'de jeopolitik kelimesini 27.09.1932 yılında General Mac-Arthur ile yaptığı görüşmede Mustafa Kemal Atatürk kullanmıştır.

Suat İlhan Avrupa için şu yorumu yapmıştır: "Avrupa daima bir ötekine karşı birleşmiş, bir "öteki" yaratmıştır. Bu "öteki" tarih boyunca Araplar, bazen Ortodokslar, Yahudiler, Ruslar; fakat en uzun süre Türkler "öteki" olmuştur.

Türkiye'nin içinde bulunduğu tarihi, coğrafi, kültürel ortam, (jeopolitik) Türkiye'nin uzun dönemli, çok yönlü ve çok seçenekli AB'den de bağımsız politikalar üretmesini gerektirmektedir.

Jeopolitik, yeni ve genç bir bilim dalı sayılabilir. Hatta oluşumu ve gelişimi tamamlayıp temeline oturduğu söylenemez. Dr. Erich Obest, "Jeopolitik iyice öğrenilmeden meşgul olunursa, tehlikeli yolların ve polemiklerin açılmasına neden olunur. Jeopolitik devletin vicdanı olmak ister."

Jeopolitik, hükmetme görüşü olduğuna göre; hükmedebilmek için bilmek gerekir. Bilinmeyen bir şeye sahip olmak ise çok zordur. Bu nedenle jeopolitik, üst düzey devlet adamlarının bilimidir. (Devlet adamları jeopolitiği bilmek zorundadırlar).

Günümüzde ülkelerin "komutan ve devlet adamları birbirleriyle uyum içinde olmak zorundadırlar. Öyle ki, ülke menfaatleri söz konusu olduğunda, tek bir fert haline gelmeleri gerekir. Bu yöneticiler, jeopolitik ve jeo-strateji olarak adlandırılan ve kendilerini ilgilendiren sahalara tatbik edilen coğrafyanın kavramlarıyla buluşur ve anlaşırlar."(Cömert,a.g.m.,s.15.)

Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesi, akabinde başlatılan Milli Mücadele'nin galibiyetle sonuçlanması gibi hadiseler, Misak-ı Milli sınırları dahilinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin savunmasını sadece kendi ssınırları içerisinde düşünmesi veya planlamasının imkansızlığını ortaya koymaktadır.

Osmanlı'nın bırakmış olduğu mevcut sınırlarımız dışında kalan miras, Türkiye'yi kendi sınırları dışında da her an bir müdaheleye mecbur bırakabilir. Örnek olarak Irak sınırları içerisinde kalan Kerkük-Musul-Süleymaniye, diğer tarafta Kafkasya, Kırım, Batı Trakya, Bulgaristan, Bosna-Hersek, Kıbrıs vs. isimlerini belirtmiş olduğumuz bu yerler, Misak-ı Milli sınırlarımız dışında olmasına rağmen, buralarda yaşayan Türk ve Müslüman unsurlar aleyhine meydana gelen olaylar, Türk Devleti'ni istemeyerek de olsa harekete geçirir. Çünkü ülke jeopolitiği buralarla ilgilenmeyi zorunlu kılmaktadır; hatta emretmektedir."(Yardımcı Doçent Doktor H.Ömer Budak. Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. Kaynak: "Türkiye'nin Dünya Ülkeleri Açısından Jeopolitik Önemi ve Avrasya'daki Yeri" Bilge Yayınları-Ankara)

Anabilim dalı Türkiye Cumhuriyeti Tarihi olan Yardımcı Doçent Doktor H. Ömer Budak'ın; Sevr Paylaşımı (Bilge Yayınları-Ankara) ve Tarihi Süreç İçerisinde Kürtler ve Kürtçülük (Işık Yayınları-Ankara) eserleri de vardır.

Yardımcı Doçent Doktor H.Ömer Budak öğretim üyeliği yanında, Kırıkkale Üniversitesi'nin Genel Sekreter Yardımcılığı görevi ile Kırıkkkale Üniversitesi'nin Fen-Edebiyat Fakültesi'nin Yönetim kurulu Üyeliği görevini de yapmaktadır.

Türk Milleti birlik ve beraberliğini, dünya şartları ne olursa olsun asla kaybetmemelidir. Dış sorunlar olabilir, bunu önlemeye gücümüz yetmeyebilir; ama iç sorunlarımız artık tez elden bitmelidir. Kapitalist ve emperyalist devletlerin; dünyanın petrol ve her türlü enerji kaynaklarının yanısıra, neredeyse dünyayı yutma politikalarına asla alet olmamalıyız. Jeopolitik bilimi ile akılcı politikalarımız birleştiğinde ülkemiz insanına refah, huzur ve güven getirir. Bu başarılmalıdır.

Türkiye güçlü devlet olmalıdır.

Türk Milleti'nin birlik ve beraberliği jeopolitik önemiyle birleştiğinde; Türkiye süper güç olur. Her yurttaşımızın idealinde bu duygu olmalıdır. Özellikle kamu çalışanları, sadece devlete-millete hizmet edip maaş alan bir kitle değil; toplumun en çalışkan, en uyanık ve en sevgi dolu kesimi olmalıdır. Milletleri kurtaracak olan yalnız ve sadece sevgidir. Kamu çalışanları çok çalışacak, hakkını da elbette ki alacak; bir şey daha var ki milletini tam bir yüce duygu ile sevecek, eğitecek, ilerletecek!..

Petrol çemberinin içindeyiz; bu demektir ki savaş ateşinin içindeyiz.

Türk Milleti'nin her ferdinin bilinç düzeyi dünyayı kavrayacak, anlayacak düzeyda olmalıdır. Tarih bilincimiz ana sınıfı çocuklarından başlanılarak herkese verilmelidir. Çanakkele Savaşları yıldönümleri bir anma ve tören günü kadar, ders çıkarma günü de olmalıdır. Tarihimizdeki her acı ve her başarı derslerle ruhumuza nakş etmelidir.

Birbirimizi çok seveceğiz, çok çalışacağız ki bu coğrafyada, daha önce hüküm sürmüş sonra da sönüp gitmiş, yok olmuş kavimlerin akıbetine; kendi akıbetimiz benzemesin.

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..