Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ekim '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Savaşta faul yapmak

Savaşta faul yapmak
 

Savaşı şöyle tanımlarlar: ülkeler arasında diplomasi yolu ile çözülemeyen sorunların kaba kuvvet kullanılarak çözülmesidir.

Sorunları zor kullanarak nasıl çözebilirsiniz ki?

Sorun çözmek, birbirini ikna etmek, paylaşılamayan her ne ise (toprak, su, doğal kaynaklar) bölüşmek anlamına gelecekse buna çözüm denebilir.

Ama bunu zor kullanarak yapacaksanız, bir ülke diğerini teslim alacaksa ya da yıldırıp pes ettirecekse, hatta işgal edecekse, bunu ''e ne yapalım savaş da bir sorun çözme yöntemidir'' deyip nasıl kabul edebiliriz ki?

Bu, soruna konu olan taraflardan birinin artık taleplerinden zorla vaz geçirilmesi anlamına gelir.

Savaş olsa olsa taraflardan hangisinin yok etme gücünün daha yüksek olduğunun bir göstergesi olabilir. Yani savaşları haklı olanlar değil, güçlü olanlar kazanır. (Bu tespiti bir kenara koyalım, sonra işimize yarayacak)

Fakat ne hikmetse savaş her şeye rağmen uluslar arası toplumda bir “sorun çözme yöntemi” olarak kabul görmektedir. O kadar ki, bazı yöntemler savaşta uygulanması meşru olarak kabul edilmişken bazı başka yöntemler ise gayri meşru olarak kabul edilmiştir.

Örneğin karşı tarafın askeri ve ekonomik güçlerine hasar verip yok edebilirsiniz. Savaş uçaklarını düşürüp, yol, köprü ve diğer tesislerini tahrip edip askerlerini çatışmada öldürebilirsiniz. Ama teslim olmuş askerleri ve sivilleri öldürürseniz kurallara aykırı hareket etmiş olursunuz.

Peki, kurallara aykırı hareket ederseniz ne olur? Faul düdüğü çalacak, sarı kart gösterecek ya da diskalifiye edecek hakem yok ki!

Bu sorunun cevabı da ne kadar haklı olduğunuz değil askeri/ekonomik/siyasi olarak ne kadar güçlü olduğunuza göre değişir.

Yıllarca size karşı sistemli yok etme ve yıldırma eylemleri gerçekleştiren ve sizi “yok edilmesi gerekli bir düşman” olarak gören tiranların yönetimi gasp ettiği Kıbrıs’ta askeri bir harekatla mevcut nüfus yüzdesinden biraz daha geniş bir alanı (o da ilerde pazarlık konusu olursa kullanırım diye) ayırırsınız… “kadim dost ve müttefik” ABD liderliğinde uluslar arası kamuoyu yıllarca size ceza olarak silah ambargosu uygular… askeri harekatınız sonucu kaçan darbeci despotların yerine gelenleri zavallı ve işgal altındaki “Kıbrıs’ın resmi sahibi”, Türk ordusunu işgalci olarak tanır, siz de mendil elinizde “ben nerde yanlış yaptım” şarkısını hem söyler, hem dinlersiniz.

Buna karşılık, ABD ve müttefikleri kendi güvenliğine tehlike oluşturduğu gerekçesiyle on küsur bin kilometre uzaklarındaki bağımsız bağlantısız ülkeleri işgal ederler, buna hiç kimsenin gıkı çıkmaz.

Çünkü onlar “bu yaptıklarım haklıdır” dediği zaman karşı çıkılamayacak kadar güçlüler.

Birkaç örnek vermek gerekirse;

İngiliz Başbakanı Churchill’in İkinci Dünya savaşının sonlarında 13-14 Şubat 1945’te bombardıman emri verdiği Dresden’de ne ciddi bir askeri üs, ne de stratejik önem taşıyan bir hedef vardı. Yenilmekte olan Almanlar karşısında Oder nehrini geçen Ruslara bombardıman gücü ile gözdağı vermek için Dresden şehrinin %70’i yangın bombaları ve dumanla yok edildi. Tahminen 150.000 ila 200.000 arası sivil Alman öldü.

Fransa, Almanya’nın teslim olduğu 8 Mayıs 1945’te Cezayir’in Setif kentinde sivil göstericilerin üzerine açtırdığı ateş ile 20.000-45.000 kişiyi öldürdü.

ABD, Hiroşima ve Nagasaki’ye attığı atom bombaları ile 200.000 sivili öldürdü. Daha önceki Tokyo bombardımanlarında 100.000 Japon sivil öldürülmüştü.

Hangi savaş kurallarından söz ediyoruz. Sizce bu ülkelerin sorumlularının savaş suçlusu olarak yargılanması gerekmez mi?

Şimdi bu ülkelerin kurdukları mahkemede Saddam Hüseyin’i yargılamasına gülmez misiniz?

Bu yazıyı karamsar komplo teorileri üretmek amacıyla yazmıyorum. Hıncınızı arttırmak, diş biletmek, düşmanlığınızı arttırmak amacıyla da yazmıyorum.

“Savaşa hayır”, “savaş kötüdür”, “bakın zavallı çocuklar nasıl da öldürülüyor” tarzı klişe ve sloganlarla savaşları önleyemezsiniz. Savaşları (genelde) kimse çocukları öldürmek amacıyla çıkarmıyor ki!

Savaş bir kere çıktı mı, karavananızı ve sigaranızı paylaştığınız arkadaşınızın kafasını kopmuş görmek sizi nasıl bir savaş makinesi haline getirir bunu kestirmek çok zor.

Hele ölmekte olan insanlardan yüzlerce, binlerce kilometre uzaktaysanız hücum emirlerini vermek çok daha kolay olabilir.

Oyunun kuralı bellidir ve bizlere okullarda öğretildiğinden farklıdır: yeteri kadar caydırıcı gücünüz varsa haklı olmak zorunda değilsiniz.

Bu yazının bir amacı “oyunun kuralları hakkında” hatırlatma yapmaktır ama savaşa karşı ciddi bir adım atmak ancak savaşların altyapısı ve beslendikleri bataklıkları kurutmaktır.

Bu konuda da gelecek hafta biraz fikir jimnastiği yapacağız.

 
Toplam blog
: 130
: 2132
Kayıt tarihi
: 28.06.06
 
 

İnsanın kendini anlatması zor, gereksiz de! Yaptığı işlere bakmak yeter, ne gerek var fazla i..