Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Haziran '11

 
Kategori
Siyaset
 

Seçim Sonuçları 7 : CHP

Seçim Sonuçları 7 : CHP
 

Siyasi partilerin Türkiye’de tam olarak kurumsallaştığını söyleyemeyiz. Aslında Türkiye’de gerçekten kurumsallaşan müesseselerin sayısı oldukça azdır..

Müessese (Arapça kökenli) tesis edilen, kurulan, oluşturulan, meydana çıkarılan şey demek. Söz gelimi, bir şirket, bir kulüp, bir dernek, bir parti bir müessesedir, bir oluşumdur. Türkçe karşılığı olarak da bir kurumdur.

Bizde kurum denince ghenellikle -yanlış olarak- “devletle bağlantısı olan” müessese anlaşılmaktadır.

Aynı kelimenin özellikle “kurumsallaşmak” bağlamında ikinci bir karşılığı daha var. “Belirli düşüncelerin, davranış kalıplarının, bireyler arasındaki ilişkilerin ve karşılıklı görevlerin oluşturduğu, kökü birtakım prensiplere dayalı organik bir yapı..”

Bu anlamda aklıma gelebilen ve hepimizin bildiği en önemli tek kurum Türk Silahlı Kuvvetleri'dir. Özel sektörde de benzeri yapıya sahip kurumlar vardır şüphesiz.

Herkesin hak ve ödevleri, özellikle de görevlerinin ne olduğu, bunlar yerine getirildiğinde ortaya nasıl bir sonuç çıkacağı önceden belirlenerek, buna göre elemanların istihdam edildiği, hedef, amaç ve bu amacı gerçekleştirmek için uygulanacak strateji anlamında, kişilere bağımlı kalmadan, bir anlamda yöneticiyi bile peşinden sürükleyen sistematik bir bütündür kurumsallaşmak.

Onun içindir ki, kurumsallaşmayı başaran müesseselerde, yöneticilerden çok, sistem etkilidir. Bu bağlamda yöneticiler fazla etkin olmazlar. Çünkü yöneticinin bireysel tavrı, görüşü, bilgisi becerisi kurumun yönünü değiştirmez, Belki hızını biraz azaltır, çoğaltır, o kadar…

*****

Bu bağlamda kurumsallaşmış bir siyasi partimiz maalesef yok. Zaten siyasi partilerimiz böyle bir süreci yaşayacak zaman da bulamadılar. Üç beş kez demokrasimizi tırpanlama girişiminde bulunan darbeciler iki defasında mevcut siyasi partileri kapatarak bu gelişmeyi de engellediler.

Şu anda en eski siyasi partimiz 20 yaşını bile doldurmuş değil. Her ne kadar CHP’nin hem en eski parti hem de kurumsallaşmış bir parti olduğu iddia ediliyorsa da, Yeni CHP’nin kuruluş tarihi 1992’dir. On bir yıl aradan sonra aynı adla kurulmuş olması, kurumsal kimliğinin devam ettiği anlamına gelmez.

Yani sizin doğup büyüdüğünüz, çocukluğunuzu geçirdiğiniz köyünüzdeki ahşap ev yakılıp yıkıldıktan 11 yıl sonra, aynı yere yeniden inşa ettiğiniz ev, sizin doğup büyüdüğünüz o ev sayılabilir mi?

Öte yandan kurumsallaşmanın temel göstergesi, kişilerin kaprislerine bırakılmadan bir mantık örgüsü içinde, o kurumun yönetiminin belli prensiplere bağlı olmasıdır. Evet Cumhuriyet Halk Partisi, başlangıçta cumhuriyeti kurmak ve ülkeyi bu doğrultuda yönetmek için oluşturulmuş oligarşik bir grubun umdelerine bağlı görünmeye çalışmaktadır.

Ancak o günlerden bu günlere geçen zaman içerisinde siyaset anlayışında çok büyük gelişmeler ve değişmeler olmuştur. En basitinden CHP bugün “sol” anlayışı kendi içinde bile oturtabilmiş bir parti değildir. Çünkü eski CHP, bürokratik açıdan aristokrat bir yapıya sahiptir.

Kurulduğu günlerin siyasi ve iktisadi şartlarına göre ağırlıklı olarak “devletçi” bir yapıya sahip olan CHP’de “sol” kelimesinin telaffuzu ilk kez 1960’lı yıllarda dillenmeye başlamıştır. Rahmetli İnönü “CHP ortanın solunda bir partidir” dediği zaman, CHP’ye oy veren vatandaşlar bile bundan pek bir şey anlamamışlardı.

Ne zaman ki İnönü genel başkanlıktan istifa etti ve yerine Ecevit geçti, sol görüş de CHP’ye hakim olmaya başladı. (Halbuki kurumlarda yöneticilerin fazla etkisi olmaz demiştik.)

Ecevit’in sol anlayışı gerçekten işçiyi, memuru, köylüyü, dar gelirliyi kucaklayan bir ilkeye sahipti. Nitekim CHP’nin alabildiği en yüksek oy da o dönemlere rastlamaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, Ecevit kendi anlayışını partiye yeterince kabul ettiremedi. Ya da partinin görünmez sahipleri Ecevit’i CHP’ye ait bulmadılar.

Nitekim 12 Eylül’den sonra Ecevit CHP’nin devamı gibi görünen partilerde yer almadı. CHP’yi yeniden kurmaya da çalışmadı. Kuranlara da katılmadı. Çünkü o biliyordu ki, CHP’nin temel felsefesi, gerçek solla pek bağdaşmıyordu. Bu anlayışın hakim olduğu CHP’de solun başarıya ulaşması mümkün değildi. O yüzden kendi Demokratik Sol Parti’sini kurdu.

Yeni kurulan CHP ise açık konuşmak gerekirse biraz sol, biraz Atatürkçülük, biraz bürokrasi karışımı bir yönetimle Deniz Baykal tarafından ayakta tutulmaya çalışılıyordu. Aslında bu CHP’den çok sayın genel başkanın kendini ayakta tutma çabasıydı.

28 Eylül sürecini yaşamış bir ülkede, CHP’nin karşısına farklı sol anlayışla çıkarak birinci parti konumuna gelmiş bir DSP’nin yerle bir olduğu ortamda, gerçek solcu olan, gerçekten işçiyi, memuru, esnafı, dar gelirliyi, yani halkı savunan, gerçekten de 80 yıllık bir mazisi olan, gerçekten cumhuriyeti kuran, gerçekten köklü bir siyasi yapıya sahip, kurumsallaşmış bir CHP, gümbür gümbür iktidara gelmeli değil miydi?

Ama ne oldu, henüz yeni kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi, zaten bir önceki seçimde parlamentoya bile girememiş CHP’yi silip süpürdü ve tek başına iktidara geldi. Aynı şey 2007’de katlanarak tekrarlandı ve son seçimlerde de Ak Parti doruğa çıktı.

2010 yılında CHP bir badire daha atlattı biliyorsunuz. Bir kaset skandalıyla partinin kurucusu ve değişmez genel başkanı Deniz Baykal sessiz sedasız bu göreve veda etti. Yerine de iki gün önce aday olmayacağını açıklayan Kemal Kılıçdaroğlu geldi.

Köklü bir kurumda, kurumsallaşmış yapıya sahip bir siyasi partide böyle bir olay yaşanabilir mi? O partide kimlerin nasıl siyaset yapacağı, teşkilatta görev alanların hangi şartlarda ilçe yönetimine geçeçeği, ilçe teşkilatlarından kimlerin hangi şartlarda il yönetiminde görev alacağı, bunlar içerisinde hangi özelliklere sahip olanların milletvekili adayı gösterileceği, parti yönetimine atanacağı ve sonuçta genel başkanlığa gelecek olan partililerin hangi aşamalardan geçerek bu koltuğa oturacağı önceden planlanmış olur.

Göreve talip olmayacağını belirten birine 3 gün sonra o partinin genel başkanlığı veriliyorsa, burada demokratik bir seçimden çok bir tür atama söz konusudur. Kendisini böyle bir göreve hazırlamamış birisinden bir anda başarı beklemek, onun yeni bir takım stratejilerle seçim kazanmasını ümit etmek, yine kurumsallaşmış bir partiden beklenmeyecek davranışlardır.

CHP eğer seçimi niye kazanamadığı sorusunu cevaplamak istiyorsa, önce bu çelişkileri sorgulayıp buna bir açıklık getirmelidir.

Öte yandan yeni CHP’nin eskisinden ne farkı olduğunu vatandaş anlayabilmiş değildir. Gerçi CHP ve Kılıçdaroğlu da bunu tam olarak anlatabilmiş değildir. Sanırım kesin hatlarla bunu onlar da tespit edebilmiş değiller. Ancak son seçimde Kılıçdaroğlu’nun “Halk” adına biraz daha uygun söylemler geliştirdiğine şahit olduk diyebiliriz.

Oysa CHP’nin 2002 ve 2007 seçimlerinde, hatta 2009 yerel seçimlerinde hangi şehirlerin hangi semtlerinde oy aldığına bakılırsa, ortada “Halk Partisi” niteliği taşıyan bir görünüm yoktur. Anadolu’nun kırsal kesimleri CHP ile bağını kesmiştir. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu illerinde de CHP’ye olan rağbet azalmıştır.

Ak Partiye cahillerin, köylülerin, düşük seviyeli insanların, hatta Aziz Nesin’in tespitine sığınarak aptalların oy verdiğini söylemekle gurur duyan CHP’liler, kendilerini halktan arındırıp aristokrat bir sınıf yerine koymuşlardır.

Gerçi sanatçı, zengin, sosyete mensupları, belki bu tanımın içinde yer almayı hak etmişlerdir ama, kendini gariban bir solcu vatandaş zannedenlerin bu tespitin neresinde kendilerine yer bulduklarını anlayabilmek hayli zordur.

Bu seçimlerde sayın Kılıçdaroğlu’nun, daha farklı bir siyaset izlediğini biliyoruz. Bunun semeresini de gördüler. CHP hem oylarını hem milletvekili sayısını artıran tek parti oldu. Bu anlamda bir başarıdan söz etmek de mümkün.

Fakat popülist ve çok kısa vadeli maddi çıkar vaatleriyle 1991’deki Demirel’in stratejisini hatırlatan seçim propogandası, CHP’ye kurumsallaşmış bir yapıdan çok, Cem Uzan’ın derme çatma Genç Partisi’ni andıran bir görünüm verdi.

Ve zaten halk arasında da bu vaatler pek prim yapmadı. Artışın belli başlı sebepleri, küçük partilerin devre dışı kalması, sayın genel başkanın Alevi kimliğinin ön plana çıkması ve iktidarın bazı hatalarının iyi kullanılmasından kaynaklanmıştır.

Seçim boyunca izlenen anket ve araştırma stratejisi ise aşırı iyimserlik dolayısıyla, tahmin sınırlarını aşmış, adeta bir kandırmacaya dönüşmüştür. 4 Mayıs 2011’de sayın Gürsel Tekin’in “bugün CHP olarak 38 puana ulaştık ve 37 puana sahip Ak Parti’yi bir puan geride bıraktık” açıklaması, bir öngörüsüzlük olarak kayıtlara geçmiş bulunmaktadır.

İllere göre CHP’nin aldığı oylara bir göz atarsak karşımıza çıkan tablo şudur:

Tunceli

56,25

Kırklareli

52,69

Edirne

51,68

Muğla

45,85

Tekirdağ

44,55

İzmir 2

44,39

İzmir 1

43,21

Çanakkale

39,46

Hatay

38,41

Aydın

38,15

Zonguldak

37,47

Ankara 1

35,59

Eskişehir

35,53

Artvin

35,07

Balıkesir

33,82

İstanbul 1

33,56

Antalya

33,27

Yalova

32,38

Mersin

31,63

Denizli

31,23

Sinop

31,07

Adana

30,82

İstanbul 3

30,58

Erzincan

30,23

Ardahan

29,85

Uşak

29,79

İstanbul 2

29,36

Bartın

28,83

Manisa

28,78

Amasya

27,84

Ankara 2

26,85

Bilecik

25,4

Burdur

25,37

Bursa

24,98

Kocaeli

24,63

Çorum

24,12

Giresun

23,65

Tokat

23,36

Ordu

22,62

Kırşehir

22,48

Isparta

21,75

Samsun

21,72

Niğde

21,5

Bolu

20,07

Malatya

19,65

Gaziantep

19,43

Karabük

19,03

Karaman

18,93

Trabzon

18,2

Rize

17,06

Kars

16,6

Adıyaman

16,57

Nevşehir

16,55

Afyon

16,46

Sakarya

16,2

Sivas

15,28

Kilis

15,2

Kırıkkale

15,15

Kastamonu

14,79

Elazığ

13,18

Kütaya

12,45

Düzce

12,41

Kayseri

12,1

Aksaray

11,75

K.Maraş

11,5

Osmaniye

11,5

Yozgat

10,92

Konya

10,25

Gümüşhane

7,77

Batman

6,56

Çankırı

6,03

Erzurum

4,84

Muş

4,14

Bayburt

3,75

Van

3,74

Mardin

3,66

Bingöl

3,07

Ş.Urfa

3,03

Siirt

2,79

Şırnak

2,55

Ağrı

2,22

Diyarbakır

2,18

Bitlis

1,72

Iğdır

1,67

Hakkari

0,9

Görüldüğü gibi CHP’nin 3 ilde % 50’nin üzerine çıkan oyu vardır. Buna karşılık 17 ilde % 10 barajının altındadır ve tam 33 ilde de milletvekili çıkaramamıştır. Aldığı oy oranının üzerine çıkabildiği illerin sayısı da 31’dir.

CHP eğer seçim sonuçlarını sorgulamak istiyorsa, öncelikle nereden oy aldığına ve nereden alamadığına bakmalıdır.

İkinci olarak vatandaşın kendisini neden tercih etmesi gerektiğini tespit etmelidir. Biliyorsunuz pazarda yapılması gereken ilk iş, müşterinin sizi tercih etmesi için ortaya koyacağınız “fark”tır. CHP Ak Partiden daha iyi bir parti olduğunu, ülkeyi ondan daha iyi yöneteceğini ortaya koyan bir fark yaratamamıştır. Dahası bunu düşünmemiştir bile…

Sadece Ak parti’nin kötü bir parti olduğu üzerine oturtulan strateji, Nasreddin Hoca’nın sirkesi gibi, “ondan daha kötüsü olamaz” kararıyla herkesin CHP’ye akın etmesini beklemek, doğrusu biraz da hazıra konma düşüncesinden başka bir şey değildir.

Oysa siz daha iyi, daha güzel şeyler ortaya koyduğunuzda, öteki kötü olmasa bile insanlar en azından hem “yenilik” olsun diye, hem “değişiklik” olsun diye size gelirler. Gelecek seçimlerde CHP’nin bu konulara daha ciddi eğilmesi ve “tercih edilecek parti” niteliğine kavuşması gerekir.

******

Bir sonraki yazıda Ak Parti’yi analiz etmeye çalışacağım.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..