Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '11

 
Kategori
Seçim
 

Seçimler ve temsil

Seçimler ve temsil bahsi açılınca ilk akla gelen yasal düzenlemeler kuşkusuz, 1982 Anayasası, Siyasi Partiler Kanunu ve Milletvekili Seçimi Kanunu’dur. 1982 Anayasası’nın 67.maddesinde yer alan “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.” Hükmü ve bu hükme dayanılarak hazırlanan “Milletvekili Seçimi Kanunu”nun 33.maddesinde yer alan “Genel seçimlerde ülke genelinde, ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde, geçerli oyların % 10'unu geçmeyen partiler milletvekili çıkaramazlar.” Hükümleri seçimler ve temsil konusunun çerçevesini çizmiştir. 

Bu hükümler, ülkedeki üretim ilişkileri ve mülkiyeti elinde bulunduran sınıfların yönetime bakışını yansıtması bakımından önemlidir ve bu sınıflar açısından anlamlı da görülebilir. Çünkü sistem için tehlike oluşturabilecek siyasi akımlar, bu baraj marifetiyle istenildiği zaman parlamento dışında tutulabilir. 

Bu engellemelere, siyasi partilere yapılan hazine yardımlarındaki adaletsizlik, medyanın partilere eşitsiz yaklaşımı gibi başka bazı nedenlerde eklendiğinde, siyasi yelpazenin merkezinde olmayan siyasi akımların, parlamentoya temsilci göndermesi neredeyse olanaksız hale gelmektedir. 

Yapılan bütün milletvekili genel seçimlerinde, %10 seçim barajı tartışma konusu olmuştur. Yine yapılan bütün genel seçim sonuçları değerlendirildiğinde, %10 seçim barajı nedeniyle millet iradesinin, parlamentoya eksik yansıdığı görülecektir. 

Temsilde adalet ve yönetimde istikrar konusu, milletvekili genel seçimlerinin yaklaştığı şu günlerde yine tartışılacaktır. Ancak bu konuda yasal düzenleme yapılsa bile, seçim yasalarında yapılan değişikliklerin seçimlerden 1 yıl önce yapılması ilkesi gereğince, Haziran 2011’de yapılacak olan seçimlerde bu değişiklikler uygulanamayacaktır. Yani kısacası, Haziran 2011 seçimleri, şu anda yürürlükte olan yasal düzenlemelere göre yapılacaktır. 

% 10 seçim barajı, temsilde adaleti sağlamadığı gerekçesiyle, DTP tarafından 2008 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürülmüş ancak AİHM “Türkiye'de özellikle 1970'li yıllardaki istikrarsızlığın göz önünde tutulduğu, bu barajın TBMM'nin aşırı şekilde bölünmesine ve işlevsiz hale gelmesini önlemeye yönelik olduğu” gerekçesiyle barajın anti-demokratik olmadığı kararına varmıştır. 

Bu düzenlemeleri göz önünde bulunduran siyasi partiler, parlamentoya girebilmek için çeşitli yolları deneyecektir. Önümüzdeki günlerde, bu dönem parlamentoda olup olmamasına bakılmaksızın bütün siyasi partilerin ittifak görüşmelerine veya bağımsız aday çalışmalarına başlamaları beklenebilir. 

Bu arayışları gayet normal görüyorum. Çünkü siyasi partiler iktidar olmak için kurulmuşlardır. 

Siyasetin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partiler ve toplumsal muhalefetin temel birimleri olan sendikalar, dernekler ve diğer sivil toplum kuruluşları genellikle, temsilde adaleti sağlamadığı gerekçesiyle % 10’luk seçim barajından, temsil ettikleri kurumlar adına şikâyetçi olmuşlardır. 

Bu şikâyetlerinde de haklıdırlar da. 

Ancak milletvekili genel seçimlerinin anti-demokratik yasalarla yapıldığından, temsilde adaleti sağlamadığından, kimi toplumsal kesimlerin temsilcisi konumunda olan siyasi partilerin parlamentoya girmesini engellediğinden söz eden ve şikayetçi olan sendikalar, dernekler ve sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler acaba kendi yönetim organlarını seçerken demokratik iç işleyişe ve tüzüğe sahip midirler? 

Bu konu önemlidir. 

Çünkü gelecekte adil ve özgür bir düzen hedefleyen sivil toplum kuruluşu ve siyasi partilerin samimiyeti ve tutarlılığı lafla değil, ancak bugünkü iç işleyişleri ve yapılarının nasıl olduğuyla yakından ilgilidir. Yarını, bugünden kurmayı düşünmeyen ve yapacaklarını ileri tarihlere erteleyen anlayışların, toplum nezdinde hiçbir inandırıcılıkları yoktur. 

Toplumsal yapıda önemli bir yere sahip olan ve hayata emekçiler-ezilenler tarafından bakan siyasi parti, sendika ve sivil toplum örgütlerinin iç işleyişlerine ve seçim sistemlerine baktığımızda da pek iç açıcı bir durumun olmadığını görürüz. 

İlk olarak bu kurumların çoğunluğunun kendi iç seçimlerini yaparken “çoğunluk” yöntemini ve “delege” sistemini kullandığını görülür. 

Bu yöntemleri biraz açmak ve iç demokrasinin gerçekleşmesi için neler yapılması gerektiğini irdelemek gerekiyor. 

Siyasi partiler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları öncelikle “delege” sistemi oluştururlar. Yani yönetim organları, kendi üyelerinin doğrudan seçimiyle değil, üyelerin seçtiği delegeler tarafından yönetim organlarının seçilmesi yöntemiyle yapılır. Delegeler, kuruluşun yapısına göre, yöneticiler tarafından da yazılabilir, işyerlerinden de seçilebilir. Delegelerin seçilme yöntemi de demokrasinin hayata geçirilmesi anlamında önemli bir yere sahiptir. Şöyle ki; 800 üyeli bir sendika veya parti örgütü doğrudan seçim yöntemiyle bütün üyelerini seçimlere katıp daha katılımcı bir seçimle yönetim organlarını belirleyeceğine, 800 üye arasından delegeler seçerek seçim yapmayı seçerse katılımcılığı geri plana atmış demektir. Çünkü 800 üyenin doğrudan katılarak seçtiği yönetim organı, 50 delegenin katılarak seçtiği yönetim organından daha demokratik bir yöntemle seçilmiş demektir. 

Kongrelerde yönetim organlarının belirlenmesinde kullanılan seçim yöntemlerine gelince daha vahim bir tabloyla karşı karşıya kalırız. Çünkü kullanılan yöntem “çoğunluk” yöntemidir. Delegasyonun %51 oyunu alan liste ya da en yüksek oyu alan (Yönetim kurulu sayısına göre değişir) yönetim kurulu üyeleri %49 oy alan liste ya da adayları dikkate almaksızın kendi programlarını uygularlar. 

Bu yöntemlerin demokratik olabilmesinin tek koşulu “nispi temsil yöntemi”nin uygulanmasıdır. Nispi temsil yöntemi uygulandığında, yönetim organlarına aday olan listeler kendi güçleri oranında yönetim organlarında temsil hakkı bulabilirler. Örneğin; 800 üyeli bir sendika şubesinde ya da 500 delegeyle kongre yapan bir sendika genel merkezi seçimlerinde nispi temsil yöntemi uygulandığında, yönetim organlarına aday olan listeler güçleri oranında temsil olanağı bulurlar. Çoğunluk yönteminin uygulandığı koşullarda %49 oy alan listeler ve bu listeleri oluşturan sendikal anlayışlar yönetim organlarının dışında kalırlar. 

Üyelerin doğrudan katılımıyla yapılan ve nispi temsil yönteminin uygulandığı seçim yöntemiyle yönetim organlarını oluşturan kuruluşlar, katılımcılığı hayata geçirmenin yanı sıra üyelerinin sendikalara yabancılaşmasını da önlerler. Çünkü 3 yılda bir, bir delege seçerek sendikasıyla ilişkilenen ve sonraki 3 yılda sendikayla ilişkisi kesilen üye, doğrudan seçim yöntemiyle sadece 1 delege değil de bütün yönetim, denetim, disiplin ve üst kurul delegelerini seçmek için oy verdiğinde, sendikayla daha fazla ilişki kurabilecektir. En azından seçtiklerini denetleme adına bile olsa ilişkisi 3 yıllık süreç boyunca devam edecektir. 

Delege sistemi ve çoğunluk yönteminin anti-demokratik yönleri olmasına rağmen neden muhalif örgütler tarafından sıkça kullanıldığı sorusu bir muammadır. 

Toplumun genel olarak demokratikleşememesinin, muhalif kuruluşların demokratikleşmesini önlediği düşünülebilir mi? 

İktidarı elinde bulunduran sınıfların anti-demokratik seçim yasalarından bekledikleri “sürekli iktidar” olma hevesi acaba muhalif örgütlere de mi nüksetmiştir ki, anti-demokratik delege sistemi ve çoğunluk yöntemini kullanmaktan vazgeçmezler? 

Sendikalardaki üye kayıplarının bir nedeni de, diğer koşullar aynı olmak üzere, acaba bu anti-demokratik yöntemlerden vazgeçilmemesi değil midir? 

800 üyeye kendini ve programını anlatmak durumunda kalan bir sendikal anlayış, kendi görüşünü 50 delege adayından daha geniş kitlelere anlatmış olmuyor mu? 

Delege sisteminden ve çoğunluk yönteminden neden vazgeçilmemektedir? 

Yoksa sendikalar ve sivil toplum kuruluşları bulundukları işkollarında en büyük ve yetkili sendika olmak yerine, sendikalarında iktidar olmayı mı yeğlemektedir? 

Belki de genel olarak “Sol”un toplumda, özel olarak da muhalif sendikaların çalışma hayatında iktidar olamamasının nedeni, üyelerini katılımcı bir tarzda örgütleme yerine, kitle mantığıyla görüp, onlara katılımcı ve demokratik bir seçim sürecini çok görmeleridir. 

Unutmayalım ki, kendi üyelerinden esirgediğiniz demokratik seçim yöntemlerini, iktidarda bulunan hakim sınıflardan beklemek en hafif deyimiyle dürüst bir yaklaşım değildir. 

 
Toplam blog
: 223
: 700
Kayıt tarihi
: 04.01.08
 
 

Gaziantep' te öğretmen olarak görev yapmaktayım. Son olarak Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ..