Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '08

 
Kategori
Siyaset
 

Seçmen kutsal mıdır?

Seçmen kutsal mıdır?
 

Türkiye'nin partileri


Bekir Coşkun'un olay yaratan "Göbeğini kaşıyan adam" benzetmesi bir doğruyu çok vurucu bir biçimde biz okurlara sunmuştur. Bekir Coşkun'a kim neden kızarsa kızsın, o, amacına ulaşmıştır. Seçmenin profilini suratımıza şamar atar gibi çizmiştir.

Yanlış mıdır? Hayır. Az bile yazmıştır.

Karşımızda bir seçmen kitlesi var diye, bizim onları eleştirmeye hakkımız yok mu? Yani, seçmen olmak bir kutsallık mı kazandırmaktadır?

Rejimi demokrasi olsun ya da olmasın, bir çok ülkede seçim yapılır. Sosyalist sistemlerde bir tek komünist partisi vardır ve o partinin içinden seçim yapılır. Halk, sandık başına gider, ama, seçeeği kişileri komünist partileri zaten seçmişdir. Yani diyelim beş kişiden biri seçilecekse, o kişi de komünist partisinin seçtiği kişidir.

Aynı durum kapitalist ülkeler için de geçerlidir. Örneğin, ABD'de de durum aynıdır. Ya cumhuriyetçi parti ya da demokrat parti seçilecektir. Aslında iki aday varmış gibi gözüken bu seçimlerde, kim seçilirse seçilsin halkın seçtiği kişi değildir o. O, ABD kapitalist sisteminin hazırladığı, seçtiği biridir. Ve asla komünist ya da sosyalist partiden gelmez. Zaten, bu partiler seçimlere bile katılamaz.

Demek istediğim şudur: Hangi sistem olursa olsun ve hangi adla olursa olsun, kendisini korumak zorundadır. Bunda yadırganacak bir yan da yoktur. Bir devletin kuruluş felsefesini korumak ve kollamak elbette en önemli görevidir.

İşte bu nedenle, her yönetim seçim yaptırıyormuş gibi yapar ama seçimi aslında "devlet"in kendisi yapar. Seçmenin önüne çok seçenek koymuş gibi yapar, ama, bu aslında oyundan ileri gitmez.

İki elin parmak sayısını geçmeyen kuzey Avrupa ülkelerinde tam ve demokratik bir seçim yapılmaktadır. Yalnız, bu ülkelerin sistemleri öylesine gelişmiş, kültürleri o kadar ilerlemiş ve zenginlikleri o kadar artmıştır ki, yönetime kim gelirse gelsin değiştirecek hiç bir şeyi yoktur. Zaten, komünizmin sonu devletin zenginliği (devletin de kalmayacağını düşünsek bile, adı ne olursa olsun elbette bir yönetici sınıf olacaktır) ve dolayısıyla halkın zenginliğidir. Kapitalizmin sonu ise halkı zengin ederek, üretilen malların yeniden onlara satılmasıyla, kapitalisti daha da zengin etmektir. Böylece, değişik yollardan gidilse bile, varılacak yer aynıdır: Halkı zenginliğe ulaştırmak. İki elin parmak sayısını geçmeyen kuzey Avrupa ülkeleri bu zenginliğe ulaşmış durumdadır. Bu zenginliğe bir de eğitim ve kültür zenginliğini eklersek, bu ülkelerin neden siyaseti artık bir alışkanlık haline getirdiklerini de anlarız. Aslında, orada devleti yalnızca doğru çalıştırmaya gelen ikitidarlar vardır. Bu iktidarın partisi soldan olsa ne değişir, sağdan olsa ne değişir? Ya da neyi değiştirebilirler?

Kapitalist, sosyalist ve diktatörlük (ki bu yönetimin içine şeriatla yönetim de girer) yönetimleri dışında bir de ne olduğu bilinmeyen sistemler vardır. Bu sistemlerin ne olduğu ya da ne olmadığı belli değildir. Az önce saymış olduğum üç sistemde devletin korunması ilkesi kesindir. Seçimle yönetime gelen bütün parti liderleri, devletin sistemini sürdürmek zorundadırlar. Oysa, ne olduğu bilinmeyen sistemle yönetilen ülkenin başına gelen her parti ülkeyi dilediğince yönetebilmektedir. Bu ülkelerde başa gelen hangi parti olursa olursa, devleti alıp kendi siyasi görüşünün içine hapsetmektedir.

Bu şu demektir: Devletin ilkeleri olmaz, partinin ilkeleri olur.

Bu tür ülkelerde halk cahildir. Bilerek geri bıraktırılmıştır. Eğitim düzeyi çok çok aşağılardadır. Kültür yoktur. Ya da bilerek yok edilmiştir. Yönetime gelenler devletin kuruluş ilkelerini bir yana bırakıp, kendi siyasi görüşlerini devlete giydirmeye çalışırlar. Bu nedenle de sürekli birileriyle kavgalıdırlar. Bu aşamada devletin kuruluş ilkelerini savununlarla, partinin ilkelerini savunanlar savaşıma girer. Bu kargaşada yönetimdekiler devletin çeşitli kaynaklarından yararlanırlar. Halk, ne yoksul bırakılır ne de zengin edilir. Halk, sürekli vaadlerle oyalanır, kandırılır. Çünkü, gelecek seçimlerde bu yoksulluk bir çok partiye oy olarak geri dönecektir. Yani, halk sömürülür.

Böyle bir halk her hangi bir devletin kuruluş amaçlarına aykırı olarak yapılanan partiyi yönetime getirirse, devletin koyucuları izleyici olarak mı kalır? Tabi ki kalmaz. Eğitimsiz ve yoksul halkın çeşitli hediyelerle kandırılması bir sistemi çökertme noktasına gelirse, elbette müdahale edilir. Elbette seçmen safdışı edilebilir. Buna "demokrasi dışı" diyemeyiz. Buna devletin sistemini koruma deriz. Ve bu eylem gayet yasaldır.

Fakat, buradan şu sonuç çıkarılmamalıdır. "O halde bir ülkede yapılan askeri darbeler yasaldır."

Bunu söylemek için değerlendirmemizi iyi yapmamız gerekir. Bakınız, Türkiye'de yapılmış olan 27 Mayıs Devrimi, iktidara karşı yapılmıştır. İkitidarın, devletin temel ilkelerine dinamit koymasına dur demek için yapılmış. Yani, devlet kendisini korumuştur. Fakat, 12 Mart ve 12 Eylül sokağa karşı yapılmıştır. Bu son ki darbenin altında dış güçlerin çok çeşitli çıkarları vardır. Fakat, o dönem hükümetlerinin, devlet rejimiyle bir kavgası yoktur.

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Dünyanın her hangi bir ülkesinde, devletin sistemini yıkmak için iktidara gelmiş olanlar, seçimle bile gelmiş olsalar, devletin kendisini koruma mekanizmalarına takılır. O yönetimi iktidara getiren seçmen ise elbette (en hafif söyleyişle) yadırganır.

O halde, seçmen, devleti yıktırma gücüne sahip değildir.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..