Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '11

 
Kategori
Siyaset
 

Seçmen MHP'yi ne kadar tanıyor? Oyumuzu kime, niçin vereceğiz (5)

Seçmen MHP'yi ne kadar tanıyor? Oyumuzu kime, niçin vereceğiz (5)
 

Globalleşen bir dünyada yaşıyoruz artık. Yediğimiz içtiğimizden, giydiklerimize, kullandıklarımıza varıncaya kadar her şey, dünyanın dört bucağından emeğini, terini akıtmış insanların ortaya koyduğu bir karışım veya bileşim ürünü…

Doğduğumuz yer -özellikle bizim için- önemli… “Nereli” olduğumuzu hiç unutmayız. Dedemiz yıllar önce büyük şehre göçmüşken, babamız burada doğup büyümüşken, torun olarak biz belki de dedemizin diyarını hiç görmemişken, sorulduğunda yine “İstanbulluyuz, Ankaralıyız, İzmirliyiz” diyemeyiz. Desek de kimseyi inandıramayız.

“Esas nerelisiniz?” diye sormakta ısrar eder karşımızdaki… İlle de babamızın, o da olmazsa dedemizin nereden geldiğini merak eder ve öğrenmek ister.

Oysa çağdaş anlayış artık sadece şehirlerin değil, ülkelerin bile pabucunu dama atmıştır. “İnsan” olmanın ortak paydası, hepimize yetecek özellikte ve güzelliktedir.

*****

Şehir, medeniyet demektir. Medeniyet insanla varolur. İster Sivaslı, ister Karslı, ister Trabzonlu, ister Diyarbakırlı, ister Edirneli olsun. İster Türk, ister Kürt, ister, Laz, ister Çerkez, ister Gürcü, hatta ister Alman, ister Rus, ister Meksikalı olsu,.yeter ki insan olsun.

Dünyanın büyük şehirlerinde her ülkeden her milletten insanlar yaşar. Medeniyeti geliştiren ve temsil eden büyük teknoloji firmalarında her devletten vatandaş çalışır.

Bilim dünyası gelişmesini, dünyanın herhangi bir yerinde ulaşılan son noktayı, daha ileri götürme çabalarına borçludur. Bilimin, sanatın, teknolojinin, paranın milliyeti yoktur.

Evet insanların bir milliyeti vardır. Yaratıcı birbirimizle tanışıp kaynaşmamız için böyle bir kaderi uygun görmüş bize. Sadece milliyet değil ki, cinsiyet, dil, din, ırk farklılıkları da var aramızda yaratılıştan. Ama geldiğimiz son noktada biz insanlar, aklımızın ışığında, “insanî değer”lerimizi ortaya koyarken, “din, dil, ırk, cinsiyet ve milliyet farkı gözetmeyeceğimizi” her fırsatta belirtmiyor muyuz?

Sahip olduğumuz aidiyet duygusunun hiç önemli olmadığını söyleyemem. Ama sıralamada bu sonlarda gelir ve gelmelidir.

Cumhuriyetimizin kurucusu “Bu millet kılı kıpırdamadan dava uğruna canını vermeye razı olmasaydı, ben hiçbir şey yapamazdım” diyor. Buradaki “millet”.kavramının içinde, şüphesiz ülkemizde yaşayan her etnik kökene mensup insan bulunmaktadır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olamaz.

Binlerce yıllık şanlı bir tarihimiz var. Orta Asya’dan Avrupa’nın içlerine kadar uzanan geniş coğrafyaya sahip bir imparatorluğun mirasçılarıyız. Doğudan batıya, kuzeyden güneye belki yüzlerce sefer yaşanmış bu topraklarda…

Hangimiz Amasya’nın, Mardin’in, Balıkesir’in, Samsun’un, Hakkari’nin Edirne’nin kaç yıllık yerlisi olduğumuzdan eminiz?

Altı yüz küsur yıllık Osmanlı döneminde, atalarımız kimseye etnik kökeninden dolayı ayrıcalık göstermemişler, hatta fethettikleri yerlerdeki insanların dinlerine, dillerine de karışmamışlar. Birer birer elimizden çıkan o topraklarda, mimari eserlerimiz dışında bizi temsil eden bir varlık kalmaması, bunun en bariz kanıtıdır.

Osmanlı için tebaanın itaatkâr olması, ön planda olmuştur. İnsanî açıdan onlara âdil davranılabilmesi için, kendi inançlarına göre hüküm verilmesini sağlamak üzere dinler ön planda tutulmuştur.

“Müslümanım” diyen bir insanın Türk kökenli, Kürt kökenli, Laz kökenli Rum kökenli, Ermeni kökenli, ya da Yahudi kökenli olmasının hiçbir farkı, önemi ve anlamı yoktur.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından ülkemiz işgal edildi, zor günler yaşandı. İmparatorluk topraklarında milliyetçi duygularla isyan edenler ayrı ayrı devletler kurdular. Kurtuluş Savaşı’nın ardından yurdumuz sınırları içinde kurulan yeni devlete Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti adını verdi.

Türkiye bir milletin değil, bir ülkenin adıdır. Atatürk pekâla “Türk Cumhuriyeti” de diyebilirdi. “Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır” derken onun sadece ülkede yaşayan “Türk kökenlileri” kastettiğini kimse söyleyebilir mi?

“Gerektiğinde vatan için bir tek fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, elbette büyük bir geleceğe lâyık ve aday olan bir millettir” diyen Atatürk’ün “millet” anlayışının, “bu ülkede yaşayan herkes” olduğundan kuşkusu olan var mı?

Kökü Tanzimat’a kadar uzanan Türkçülük hareketi, Balkan Savaşı’yla iflas etmeye başlayan, Birinci Dünya Savaşı’yla sonu gelen “Osmanlıcılık” yerine, arayış dönemine giren Cumhuriyet Türkiyesi’nde, Batıcılık ve İslâmcılık akımlarının yanında kendine hayli taraftar topladı.

Genç ve yeni devleti ayakta tutabilmek ve daha güçlü hale getirebilmek için iyi niyetle başlatılan bu akımın, kendini Türk kabul eden herkes tarafından saf duygularla benimsenmesini hiç de yadırgamıyorum.

Çünkü “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin Türk olduğu” anlayışı, aslında başka devletler karşısında milletin kenetlenmesini ve ülkeyi daha güçlü hale getirmesini amaçlayan bir niyet taşıyordu.

Ancak, etnik kökeni farklı olanlar, belki bunu kendilerine karşı yapılan bir ayırımcılık kabul ettiler, belki de onların akıllarına bile gelmeyen bu duygu, bu ülkenin düşmanları tarafından onlara hatırlatıldı.

Hatırlatmak kelimesi burada çok hafif kalıyor tabii.. Bu yara bilerek ve isteyerek kaşındı. Bir dönem TC yöneticileri de böyle bir yarayı ortaya çıktığı ilk andan itibaren tedavi edecekleri yerde, düşmanla beraber -bilerek ya da bilmeyerek- iyice azdırdılar. Geçmişe baktığımız zaman, üstlenemeyeceğimiz, hatta utanacağımız olaylar yaşandığına maalesef hepimiz biliyoruz..

*****

Osmanlı sonrasında dağılan ülkemizi tekrar toparlayan Cumhuriyet yönetiminde filizlenen milliyetçilik akımının Türkçülük kanadı, tek parti döneminde “Turancılık ve Irkçılık” suçlamasıyla yargılanmıştır. 1944 yılında, eğitimde ve sanatta sol fikre mensup bir yol izlenmesine karşı çıkan bir grup genç, bu uygulamayı protesto etmişlerdir.

Atsız ve arkadaşlarının tutuklanıp hapse atıldığı bu dönemde, üsteğmen Alparslan Türkeş de, Atsız’a yazdığı bir mektup nedeniyle göz altına alınmıştı.

Adını ilk kez bu şekilde duyuran Alparslan Türkeş, 27 Mayıs ihtilalinde, radyoda Milli Birlik Komitesi’nin bildirisini okuyan tok sesli kurmay albay olarak çıktı bu kez karşımıza…

Talat Aydemir’in önerisiyle Milli Birlik Komitesi’ne alınan Türkeş, Gürsel tarafından MBK’nın feshedilmesi üzerine, 14’ler olarak bilinen arkadaşlarıyla beraber devre dışı kaldı.

Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’ın darbe girişiminde önce işbirliği yapan Türkeş, daha sonra görüş ayrılığına düşünce, darbe hazırlığını haber verdi. Yapılan yargılama sonucunda Aydemir ve Gürcan idam edilirken, Türkeş ihbarda bulunduğu için beraat etti.

31 Mart 1965’te 14’lerden bazı arkadaşlarıyla birlikte Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne giren Türkeş, Bölükbaşı’nın ayrılıp Millet Partisi’ni kurması üzerine bu partinin genel başkanlığına seçildi.

1969’da partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi’ne çevrildi, terazi olan amblemi de “üç hilal”e döndürüldü. Burada Türkeş’in gençlere “Ülkücü Türk gençleri, bozkurtlar” diye hitap etmesi “ülkücü bir gençlik” hareketini doğurdu.

1969 ve 1973 seçimlerinde Adana milletvekili olarak parlamentoya giren Alparslan Türkeş, 1975’te Demirel tarafından kurulan Milliyetçi Cephe hükümetlerinde yer aldı. MHP güdümündeki Ülkücü gençler, üniversitelerde meydana gelen olaylarda CHP’nin desteklediği solcu gençlerle adeta savaştılar. 5000’i aşkın genç bu olaylarda hayatını kaybetti.

12 Eylül’de partiler kapatıldı, liderleri tutuklandı. Türkeş bir süre kaçtıktan sonra yakalandı ve tam 4,5 yıl tutuklu kaldı.

1980 sonrası her parti başka adla kendi partisinin devamını kurdurmuştu. MHP yerine de Milliyetçi Çalışma Partisi kuruldu.Siyasi yasakların referandumla kalkmasından sonra Türkeş bu partiye girip genel başkan seçildi, bir süre sonra da eski partisinin ismini alma hakkı doğunca tekrar Milliyetçi Hareket Partisi ismine dönüldü.

1991’de Erbakan’la yaptığı ittifakla meclise giren Türkeş’in partisi, 95 seçimlerinde barajı aşamayıp parlamento dışında kaldı.

1997’de ölen Türkeş’in yerine 1987’de Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Sekreteri olan Devlet Bahçeli Genel Başkan seçildi.

1999 seçimlerinde % 17,97 oy oranıyla MHP tarihinin en yüksek oyunu alan Devlet Bahçeli, erken seçim kararı alınmasında ısrarlı olduğu 2002 seçimlerinde barajı aşamayarak parlamento dışında kaldı. Bir ara istifa eder gibi yapsa da, bir sonraki kongrede tekrar partinin başına geçti ve 2007 seçimlerinde % 14,29 oyla meclise giren 3. parti oldu.

Bizim siyasi partilerimiz daha çok lider ağırlıklı olduğundan, kurumsallaşmayı da beceremediğinden, genellikle kurucu başkanlarının bir şekilde ayrılmasından sonra geri geri giderler ve sonunda yok olurlar.

Türkeş gibi karizmatik bir lider 1969’da % 3,02 oyla sadece kendisi seçilebilirken, 1973’te 3,4 oyla 3 milletvekili, 1977 seçimlerinde 6,42 oyla 16 milletvekili çıkarabilmiş, 1987 seçimlerinde 2,93 oyla parlamento dışında kalmış, 1991 seçimlerinde Refah Partisi’yle ittifak yaparak meclise girebilmiş, 1995’te 8,85’le barajı aşamamıştır.

Bu durumda Bahçeli’nin başarısını tebrik etmek gerekir.

*****

Seçimlere “Temiz toplum, Temiz Yönetim, Temiz Siyaset” sloganıyla giren ve ilk reklamlarını da bu şekilde yapan MHP’nin kaset skandallarıyla kirli işlere bulaşmış bir görüntü vermesi büyük talihsizlik olmuştur. Bir siyasi parti için böyle bir durumun açıklığa kavuşturulması elbette çok zordur. Ancak bu durumdan Ak Parti’yi sorumlu görmesi de bir başka talihsizliktir.

Başlangıçta “ahlaksızları aramızda barındırmayız” diyerek partiden ve milletvekili adaylığından istifasını isteyen Bahçeli, ikinci dalgada bahsi geçen kişilere sahip çıkarak bir ikilem yaşamıştır. Eğer bu kasetler uydurma ve komplo ise diğerlerinin günahı neydi? Değilse niye ikincilere ayrıcalık yapılmıştır?

Bahçeli’nin sahip çıkmasına karşılık, adı olaylara karışanların istifa etmek zorunda kalması da Genel başkanı ve partiyi zor durumda bırakmıştır. Bütün bu çelişkilerin sonradan “mağdur olduğumuz için oylarımızı artırdı” diye yorumlanması ise bence bir başka skandaldır.

Milliyetçi Hareket Partisi, bu seçimlerde “Türkçülük” vurgusu yapmasa da, milliyetçiliğe dayalı bir politika izlediği bilindiğinden Kürtler tarafından benimsenmemektedir. Türkiye’nin şu anda en büyük ve en önemli sorunu olan Kürt sorununu bu partinin nasıl çözeceği de bir başka merak konusudur.

“Üniter devletin yapısı bozulmadan kardeşliğimiz zedelenmeden bu sorunu çözeceğiz” söylemi, inandırıcılıktan da gerçekçilikten de uzak bulunmaktadır. Zaten bugüne kadarki hükümetlerin ve askeri yetkililerin her fırsatta söylediği “yuvarlak bir söylem” olmaktan öteye geçmeyen bu yaklaşımlar, sorunu bugünkü hale getirmiştir.

Öte yandan 13 milyon yoksulun ekonomik dertlerini sanki bir ilizyonist gibi “hilal kart”la çözmeyi vaat etmesi de, MHP’nin “Peki, nasıl çözülecek?” sorusuna cevap vermeyen bir başka yönüdür.

Her yıl 700 bin kişiye istihdam yaratılacağı, asgari ücretin 825 lira olacağı, emekliye yılda bir maaş ikramiye verileceği, küçük çiftçinin KDV ve ÖTV ödemeyeceği gibi vaatler de bunların bir başka versiyonudur.

Gençlere sınavsız bir üniversite müjdesi verirken de bunun nasıl olacağı konusunda MHP’nin bir açıklaması yoktur.

2007 seçimleri öncesi hükümete karşı terör olaylarının neredeyse doruk noktaya çıkarılmasıyla, şehit cenazelerini bir gövde gösterisine ve miting meydanına çeviren MHP, meydanlarda da Apo’nun asılması için Ak Partiye hep ip atıp durdu.

Oysa Apo’nun yakalanışı tesadüfen MHP’nin de iktidar olduğu bir döneme denk gelmişti. Bu süreci iyi değerlendiremeyen MHP’nin, idam kararlarını sümen altı etmesinin ardından, idam cezalarının kalktığı bir dönemde sürekli “ip”li siyaset yapması bir tahrikten öteye anlam taşımıyordu.

Bu seçimlere daha sakin bir ortamda giriyoruz. Bu anlamda MHP istediği fırsatı yakalayamadı. Ancak hükümetin “Açılım” kararına en az BDP kadar tepki gösteren Bahçeli, hiçbir konuda sorunun çözümü için yardımcı olmadığı gibi, hemen her konuda CHP ile aynı paralelde hareket ederek bir başka şaşkınlık daha yarattı.

12 Eylül öncesindeki olayları hatırlayanlar bu birlikteliğe ve ortaklığa bir türlü anlam veremediler.

Şu anda seçim sonrası ülkenin çözmesi gereken ilk problem terör olayıdır. Yapılacak yeni Anayasa’yla demokratik bir çözüm ortamı oluşması en büyük dileğimiz. Bu netameli konuya diğer partiler pek de girmek istemezken, MHP, “terörle müzakere değil, mücadele edileceği” şeklinde bir paragraf açarak farklı bir mesaj vermeye çalışmaktadır.

Diyarbakır’da yaptığı son mitingde, “Anadil karın doyurur mu?” gibi, Kürtçe’yle ilgili söylediği talihsiz sözler ve konuşmasını “Ne mutlu Türküm diyene” diye tamamlaması, ülkenin en büyük sorununa çözüm bulma anlamında MHP’nin ve Bahçeli’nin herhangi bir hazırlığı olmadığını açıkça ortaya koymuştur.

(Bu arada Diyarbakır'da yaşanan böylesine aykırı bir durumda hiçbir olay çıkmaması, insani açıdan çok sevindiricidir. Ancak siyasi açıdan da çok düşündürücüdür. Demek ki "olay çıkmasın" isteniyorsa çıkmıyor. "Olay çıksın" istendiğinde de ne olaylar çıktığını biliyoruz değil mi? Enteresan bir durum...)

Seçim beyannamesinde “yapılacaktır, edilecektir” tarzı süslü cümleler kullanan MHP, aynı şeylerin daha iyisini ve fazlasını yapan başka partiler varken, neden tercih edilmesi gerektiğini de pek anlatabilmiş değildir.

Öte yandan yine seçim beyannamesinde yer alan “Uzlaşmacı bir Anayasa” vaadini ise, nasıl değerlendirmek gerekir bilemiyorum. Önceki dönem parlamentodaki Anayasa değişikliği çalışmalarında hiç de uzlaşmacı davranmayan, başbakanın randevularına cevap bile vermeyen MHP’nin, kiminle nasıl uzlaşarak Anayasa yapacağını merak etmemek mümkün mü?

“Söz veriyoruz” teminatına bu milletin ne kadar güvendiğini 12 Haziran’da sandıklar açıldığı zaman göreceğiz. O zaman “Ses ver Türkiye’” çağrısının nasıl yankılandığı da ortaya çıkacak.

Parlamento çalışmaları döneminde CHP ile birlikte hareket eden MHP’nin, seçim propogandası döneminde de CHP ile ve Ergenekon yapılanmasıyla kolkola olduğunun herkes farkında. BDP’ye en çok karşı olan parti görünümünde olmasına rağmen, yapılan icraatlarda ve hükümete karşı alınan tavırlarda hep paralel bir yaklaşım gösterilmesi de gözlerden kaçmış değil.

MHP’ye oy vermeyi düşünen vatandaşlara onun hakkında özet bir bilgi sunmaya çalıştım. Özellikle yeni yetişen gençlerin ve ilk kez oy vereceklerin bu bilgiler ışığında bir muhakeme yapması gerektiğini düşünüyorum..

Seçime çok az bir süre kala ben hâlâ MHP’nin % 15 tavanına yaklaştığı kadar, baraj civarında dolaştığını da düşünüyorum. Daha önce de belirttiğim gibi, % 9,5 gibi bir oy oranıyla parlamento dışı kalmasını, siyasi hayatımız açısından çok yanlış buluyorum. Ancak en doğru kararı milletimizin vereceğine de inanıyorum.

Bir sonraki yazımda da CHP ile ilgili görüşlerimi aktarmaya çalışacağım.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..