Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ekim '14

 
Kategori
Öykü
 

Seher

Seher
 

Seher hanım oğluna seslenerek ’’Ömer  okula  geç kalacaksın öğrencilerin seni merak edecek  ’’ dedi. Ömer odasında bulduğu  küçük kırmızı kutuyu annesine getirerek ‘’Bu senin galiba benim odamda unutmuşsun’’ diyerek  evden çıktı. Seher hanım Ömer’ın  eşyalarının düzeltirken dün odasında unuttuğu  kutuyu yeniden eline aldı. Bazen aklına geldikçe bu kutuyu açar içindekilere bakardı. İçinden yıllardır sakladığı pembe şal  ve zincire asılmış çaprazlama kesilmiş yuvarlak  tahtaya oyularak üzerine Ömer yazılmış küçük kolyeyi çıkardı ve uzun uzun baktı. Bunu hep yapardı. Onun için çok özel öneme sahip, ona yaşamdan umudu kestiği günlerde yeniden yaşam sevinci aşılayan bu hediyelerin sahiplerini   görmeyeli  neredeyse  kırk  yıl olmuştu. Evlendiği günden beri  ailesinden bile sakladığı,söyleyemediği   bu sırrını köye gittiğinde yalnızca Halime abla ile uzun , uzun konuşur ,kimseye söyleyemezdi. Neredeler, ne yaparlar diye hep merak ederdi. Annesi öldükten sonra yaşam sevincini kaybedişini , babası ile beraber  babaannesine gitmek üzere yola çıktığı o geceyi,  Rıza Kahyanın babaannesi ile konuşmalarını dinlediği günü hatırlayarak dalıp gitti.

                     Gecenin karanlığında cama akseden hayaline bakınca yüzündeki hüznün yansımalarını farketmişti  Seher.  İnce dudaklarına, düzgün pürüzsüz yüzüne ,kara gözlerine,  alnına düşen  siyah düz perçemine  dikkatlice bakmıştı. İçi burkularak omuzlarına kadar inen saçlarını annesinin nasıl özenle taradığını hatırlamış ve kara gözlerinden yuvarlanan birkaç damla yaş yanaklarından süzülüvermişti. Yan koltukta oturan babasının göreceğini düşünerek çabucak silmişti gözlerini Otobüs gecenin karanlığında sarsılarak  ilerliyor motor gürültüsünden başka bir ses duyulmuyordu. Seher birkaç ay önce mezarlıkta  annesini son yolculuğuna uğurladığı günü babasıyla eve geldiklerinde  bir başına kaldıklarını geceyi hatırlamıştı. Babasına nasıl bakabileceğini düşünmüştü o gece. Camdaki aksine bakıp çocuk olmadığını, kocaman bir kız olduğunu düşünmekten de kendini alamamıştı. Çocukluktan genç kızlığa geçiyordu ve vücudundaki değişimlerin farkındaydı. Annesinin ölümünün üzerinden birkaç ay geçmişti ki babası eve başka bir kadın getirmişti. Seher o gece isyan etmiş babasına bir sürü şey saymış burada duramayacağını haykırmış ya o kadın ya ben demişti.  Annesinin ölümünden sonra yaşam sevincini kaybetmiş yaşamak istemiyordu. Yaşamak ; omuzlarına çöken ve taşıyamayacağı  kadar ağır bir yük  gibi geliyordu ona. Annesinin yerine gelen bu kadını asla kabullenmek istemiyordu. Babasının tüm ikna çabaları yetersiz kalmıştı. Annesinin sağlığında yanlarına gelen  yazları köye gelmesini isteyen ve sitem eden dedesi ve babaannesinin yanına gitmeyi köyde kalmayı düşlerdi eskiden.  Bir zaman sonra durumun değişmeyeceğini görünce babasının tüm itirazlarına rağmen pes etmemiş köye babaannesinin yanına gitmek istediğini söylemiş, kabul ettirmişti. Seher’in babası ve annesi evlendikten sonra köylerine çok uzak olan büyük şehre göç etmişler, oraya yerleşmişlerdi. Seher orada doğmuş, orada evin tek çocuğu olarak büyümüştü. Babası onu ilkokuldan sonra okula göndermemiş okuyup ne olacaksın demişti. Gece bindikleri araba uzun bir yolculuktan sonra sabaha karşı köye gidecekleri durakta bırakmıştı Seher ve babasını. Seher bütün gece gözünü kırpmamış ,zaman zaman ağlamıştı. Durağa geldiklerinde  babasının kendisine bakıp gülümsediğini  görmüştü. Seher sorduğunda babası; yüzünü gözünü yıkamalısın demişti. Seher  mahalledeyken arkadaşlarından öğrendiği kadarıyla yeni yeni makyaj yapmaya başlamıştı. O gün köye gideceğini öğrenince hafifte olsa makyaj yapmış, gece boyunca otobüste  ağlamış, alışık olmadığı bir durum olduğu için sabah makyajının döküldüğünden haberi yoktu.

 Bindikleri traktör tozlu yollardan geçirerek onları  köylerine, babaannesinin evinin önüne getirmişti. Avludan babaannesine seslenmişti. Babaannesi evden çıkınca Seher koşmuş  birbirlerine sıkıca sarılmışlar Seher hıçkıra hıçkıra ağlamış, babaannesi de sessizce ona eşlik etmişti. Bir yıl önce  kocasını kaybeden Seher’in babaannesi üzeri sazlarla örtülmüş iki oda toprak evde küçük oğlu ve  gelini  ile birlikte  yaşıyordu. Tarım, hayvancılık  ve mevsimlik işçi olarak çalışarak geçimlerini sağlıyorlardı ama babaanne yaşlandığı için işe gidemiyordu.  Seher’in babaannesi birinci  dünya Savaşı sonrasında, küçük yaşta balkanlarda   doğduğu toprakları bırakarak  bu köyün insanları ile birlikte  Türkiye’ye göç etmiş dedesi ile burada evlenmişti . Böyle başlamıştı Seher’in köy hayatı. Nede olsa Seher şehirden geldiği için köyün kızları ona gıpta  ediyor, giydiği elbiselere  imreniyorlardı. Hatta ilk defa gördükleri makyaj malzemelerine bir  anlam verememişler öğrenince ve görünce çok hoşlanmışlardı. Babaannesi ve yengesine ev işlerinde yardım ediyor, bazen hayvanları otlağa götürüyor  ama köy hayatına bir türlü alışamıyordu. Şehirdeki arkadaşlarını özlüyor  bazen tek başına kalınca annesi de aklına gelince hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Büyüdüğü yere geri dönmek istiyor fakat annesinin anıları ve o kadını düşününce vaz geçiyordu.

  Bir gün Rıza Kahya ile babaannesinin konuşmalarına şahit olmuştu. Rıza Kahya köyden bir grup ayarlayıp  mevsimlik işçi olarak fındık toplamaya gideceklerini oradan da zeytine geçeceklerini ve hayli para kazanacaklarını anlatıyordu. Köyün güzel kızlarından arkadaşlık yaptığı ondan yaşça büyük olan Halime  abladan bu durum hakkında bilgi aldığında köyden gidenlerle mevsimlik işçi olarak kendisinin de gidebileceğine karar vermiş ,bu değişikliğin  kendisine iyi geleceğini düşünmüştü. Durumu babaannesine açtığında kadıncağız gelecek parayı düşünerek onaylamış olumlu cevap vermişti.

       Ağustos ayının ilk günleriydi ,Rıza Kahya   Seher ve Halime’ninde içinde olduğu yirmidört   kişilik bir işçi grubu ayarlamış, fındık toplamaya  gitmek için hazırlanmışlardı. Sabah erkenden  gelen kırmızı bir otobüse binmişler uzun bir yolculuktan sonra akşam karanlığında onların köyüne benzemeyen daha çok küçük bir kasabayı andıran bir köye varmışlar, köyde  altı ayaklı kalın  kütükler  üzerine  inşaa edilmiş Serender denen  tahta bir yapının  önünde otobüsten  inmişlerdi. Patronları çıkagelince Seher çok şaşırmıştı. Şapkalı nur yüzlü bu adam patrondan çok hayal meyal hatırladığı ve birkaç kez babasını ziyarete gelen rahmetli dedesine çok benziyordu. Yanında oniki  onüç yaşlarında ela gözlerine ışıldak kaçmış hissi veren torunu olduğunu sonradan  öğrendiği   bir  çocuk vardı .Seher bu çocuğu ilk görüşte çok sevmişti. Çocukta o kalabalığın arasından onu seçmiş,  sevecen gözlerle  Seher’i  süzmüş yanına gelerek hoş geldin demişti. Hep bir erkek kardeşi olmadığı için içlenirdi Seher. Hüsnü amca orada bulunanlara gereken işleri anlatmış ve ihtiyaçlarını görmüş, eksikleri tamamlamıştı. Gaz lambası ile aydınlatılan genişçe,   odası bulunmayan, kışlık erzak deposu olarak kullanılan bu yapıya seyyar  bir  merdivenden çıkmışlar kadınlar ve erkekler için   iki bölüme ayrıldığını  her iki bölümde de yerlere serilmiş  yataklar  olduğunu görmüşlerdi. Sezon boyunca ev olarak kullanacakları bu yapıya  eşyalarını yerleştirdikten sonra patron Hüsnü amca onları yemek için avludaki iki katlı ahşap köşkün büyük salonuna götürmüştü. Salon boyunca  üç büyük sofra kurulmuş sekizerli gruplar halinde bu sofralara oturup yemeklerini yemişler ve yarın işe gitmek üzere yatmışlardı. Köşkteki yemekçi kadın tarafından hazırlanan akşam yemeği ve sabah kahvaltısı  bu köşkün salonunda öğlen yemeği ise tarlada yeniliyordu.

  Sabah erkenden  traktöre binmişler  yokuşlu yollardan dönemeçlerden fındık bahçesine varmışlar ,işe başlamışlardı. Fındıklar daldan, yerden  tenekelere  toplanıp jüt çuvallara dolduruluyor ve traktörlere  yüklenip harman yerinde serilip kurutulmak üzere eve götürülüyordu. Evde  yeşil kabuğunda(çotanak) birkaç gün kurutulan fındıklar batozlarla kuruyup kahverengine dönen yeşil kabuğundan ayrılıyor  ve tane olan fındıklar birkaç gün daha kurutulduktan sonra tekrar jüt çuvallara koyularak satılmak üzere depoya kaldırılıyordu. Bütün bu işlemleri işçiler yapıyordu.

Öğleye doğru evin küçük oğlu ışıldaklı gözleriyle tarlaya gelmiş ve doğruca Seher’in yanına gitmişti

‘’Bende sizinle fındık toplayabilirmiyim abla ?’’ diye  sormuştu.

Seher’de onun başını okşamış;

’’ Adın ne senin  ? ‘’demişti.

’’Ömer benim adım ‘’ dedi

 ‘’Okula gidiyormusun ?’’ dedi Seher.

‘’Evet abla , ilkokul bitince geçen yıl girdiğim sınavları kazanarak Hüsnü dedemin isteği ile bu sene yatılı bir okula başladım ‘’dedi.

‘Ne olacaksın ?’’ diye sorduğunda;

‘’Öğretmen olacağım’’ dedi

 ‘’Senin adın ne’’ diye sordu.

‘’Seher’’ dedi.

‘’Peki abla ama sen buradaki kızlara benzemiyorsun şehir kızlarına benziyorsun’’ dedi.

 Seher’de gülümseyerek  onun  başını okşamış anlayacağı şekilde Hikayesini Ömer’e  anlatmıştı. ‘’Benim kardeşim yok sen kardeşim olurmusun ?’’ deyince Ömer’de ‘’Benimde ablam yok sende benim ablam olursun’’ demişti .O günden sonraki günlerde aralarında çok özel bir iletişim başlamıştı.

         Seher okumak istediğinde babasının söylediği sözleri hatırladı. Eğer okula gitmiş olsaydı şimdi burada çalışmıyor olacaktı. Tuttuğu dalda kalakalmış  derin hülyalara dalmıştı. Hayallerinin arasına dalların arasından gördüğü kendisine bakan  bir delikanlının siluetinin karıştığını farkedince bu delikanlı da  nereden çıktı diye düşünürken hayallerinin dağıldığını ve karşısında, jüt çuvalın üzerinde oturan delikanlının hayal olmadığını ve  kendine doğru dikkatlice baktığını gördü. Delikanlının kulaklarını kapatarak ensesine kadar inen parlak siyah saçları ve  alnına düşen perçeminden fındık dallarının arasından sızan ışıklar yansıyordu. Giydiği kısa kollu tişörtünden kaslı kolları görünüyor arada bir gözlerini hiç kaçırmadan kendisine bakıyordu. Etrafına baktı kimse yoktu. Yüreğinin kasıldığını ve içinde büyüyen kocaman bir dalganın tüm hayallerini süpürüp  aldığını  köpüklerinin  delikanlının gözlerindeki  kıyılara döküldüğünü  ve meltemlerinin  vücudunu serinlettiğini  hissetti. İşine devam etti ve Ozan’a dönerek;

‘’Çuvalın üzerinde oturan kim ?’’diye sordu

Ömer muzipçe gülümseyerek

‘’Abim ‘’ dedikten sonra

 ‘’ Senin yanakların neden kıpkırmızı oldu Seher abla ?’’ diye de  sordu.

            Seher başka bir şey sormadı o gün ve ilerleyen günlerde delikanlı ile sürekli birbirlerine baktılar.Seher akşamları onu düşündüğünde içini bir sıcaklık kaplıyor ,  gülümserken yakalıyordu kendini .Omuzlarındaki ağırlığın kalkmaya başladığını  ,içinde yaşam sevinci kıpırtılarının yeniden harekete geçtiğini hissetmeye başlamıştı. Hiç böyle bir şey hissetmemişti önceleri. Acaba o da beni düşünüyor mu diye de merak etmekten kendini  alamıyordu. Bu durum  fındıklıkta Ömer  ona küçük bir not getirene kadar devam etti. Fındık bahçesinin tenha bir köşesine giderek sevinç ve korkunun esir aldığı pır pır eden  yüreğiyle elleri  titreyerek  açmıştı kağıdı. Genç delikanlı ona duygularını açıyor karşılık bulup bulmayacağını soruyor altında da Tamer  yazıyordu. Demek adı Tamer’di. Aniden kendini  hafiflemiş hissetti, yaşamak istiyordu artık. Kağıt elinde kendi etrafında dönüp dans ederken buldu kendini. Bakışlarını etrafta gezindirerek  çevrede kimsenin olup olmadığından emin olmak istedi. Öğle yemeğinin sonunda dinlenmede konuyu  Halime ablaya açmaya karar verdi. Halime abla başlarda karşı çıksa da Seher’in yüzünde  yeniden beliren yaşam sevincinin ışıklarını görünce ikna  olmuş Seher’e iyi  geleceğini düşünerek  yardım etmeye karar verdi.

       Seher artık Tamer’e yakın olmak için her fırsatı değerlendirmeye çalışıyordu. Akşamları yemek sonu bulaşık yıkamak için köşkte yemekçi kadına yardıma kalıyor Tamer’i görmeyi umut ediyordu. Seher olunca Tamer’de evde oluyordu. Bir gece Tamer köşkün salonunda bulaşığa kaldığında onu yalnız yakalamış saat onikide köşkün arkasındaki mısır tarlasında buluşmak için bekleyeceğini söylemişti. Karar vermişti gidecekti. Eve gidip gizlice güzel bir elbise  giymiş ve hafifçe bir makyaj yaparak hazırlanmıştı. Halime abladan yardım istemiş  herkes yattıktan  sonra Seher’deki yaşam sevincine kıyamayan Halime ablanın yardımıyla buluşmak için mısır tarlasına Tamer’in dediği yere  gelmişti.

              Ay ışığı sık mısırların arasında gölgeler oluşturuyor, hafif esen ılık rüzgarın salladığı mısır yapraklarının hışırtılarını arada bir  ağustos böceklerinin ötüşü bastırıyordu. Seher ve Tamer  birkaç mısır dalını ses çıkarmamaya gayret ederek kırmışlar ve kendilerine yer açarak toprağa oturmuşlardı. Vücutlarının sıcaklıklarını hissedecek kadar yakınlıkta yan yana gelmişler bazen el ele tutuşarak birbirlerine hayat hikayelerini anlatmışlardı. Aralarındaki elektrik konuşmalarına da  yansıyor sohbetleri akıp gidiyordu.  Seher  sohbet aktıkça ve birbirlerine açıldıkça kendi hissettiklerinin karşılığı olduğunu görmenin hazzıyla yaşama dört elle sarılmak istiyordu . Seher  geleceğe dair hayaller kurabileceğinin de farkına varmıştı. Böylece sabah olmak üzereydi ,horozlar öterken ayrılık vakti gelmiş Tamer  onun dudaklarına bir buse kondurmayı ihmal etmemişti. Seher bu busenin etkisi ile sarhoş olmuş gibiydi. Koşarak  oradan ayrılmış eve varmış kimse duymadan yatağına girmişti. Böyle birkaç kez daha buluşmuşlardı. Seher Tamer’i  o kadar çok seviyor ve güveniyordu ki   bir keresinde uzun uzun sevişmişlerdi. Fındıklıktaki kaçak bakışmalar, yemek arası gizli buluşmalar geçmiş,  bir ay süren fındık  mevsimi sona erince ayrılık vakti gelip çatmıştı. Seher  iki arada bir derede kalmış sudan çıkmış bir balık gibiydi .Ne yapacağını bilemiyor, sırrını kimseye söyleyemiyordu. Zaten yaşı gereği yapacak bir şeyi de yoktu. Ama bildiği bir şey vardı , inadına yaşamak istiyordu. Herkes kendi hayatına geri dönecek ve yaşamına devam edecekti .Çünkü Tamer’in tahsil hayatı devam ediyordu.Seher onun  okumuş bir kız bulup onu unutacağını düşünmekten kendini alamıyor acaba ona haksızlık mı ediyorum diye de kendine sürekli soruyordu.  Geleceğin neler getireceğini kimse bilemezdi. Ayrılık vakti gelmiş, kırmızı otobüs Serender’in önünde bekliyordu.Hüsnü amca, Ömer,yemekçi kadın ve köşkün sakinleri  işçileri yolcu etmek için bekliyorlardı.Geldiğinde  Ömer’in gözlerindeki ışıltının söner gibi olduğunu görmüştü Seher. Çömelerek iki elleri ile  Ömer’in  kollarını sıkıca kavramış Ömer’in  yerden kaldırmadığı gözlerine bakarak  çenesini tutup bana bak diyerek ‘’Beni unutma Ömer  emi, seneye fındık toplamak için yine geleceğim’’ demişti. Ömer’de  elindeki küçük paketi gözleri yaşlı şekilde Seher’e vermiş  boynuna sarılmış ’’Bunu senin için kendi ellerimle yaptım,yanındaki pembe şalı da ağabeyim verdi .Seni hiç  unuturmuyum seneye yine gel   Seher abla ‘’ demişti. Uzaktan ona bakan  Tamer’e de  yanındakilere belli etmeyerek gizlice el sallamış Tamer’de  ona el sallamıştı. Bu onların birbirlerini son görüşü olmuştu. Seher  kalbini orada bırakarak yeniden tutunduğu yaşamanın ve sevebilmenin sevinciyle  seneye yine geleceği günü şimdiden düşleyip Rıza kahya ve işçilerle beraber Serender’in önüne gelen kırmızı otobüse binmiş kendi hayatına doğru yola koyulmuştu.

       Yıllardır sakladığı ve her açtığında hüzünlendiği kırmızı pembe şal ve çaprazlama kesilen tahtaya oyulmuş  üzerinde Ömer  yazan  zincire asılı kolyeye,  o gün seneye yine geleceğini düşleyerek bindiği otobüs bir daha geri getirmemek üzere Seher’i  yeni hayatına götürürken bakmıştı.

 

23.10 2014

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 13
: 221
Kayıt tarihi
: 08.03.14
 
 

Şenol KABAOĞLU 08.05.1964 Yılında SAKARYA/ KİRAZLI'da doğdum. İlk öğrenimimi  Kirazlı İlkokulu or..