Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ağustos '08

 
Kategori
Deneme
 

ŞEHİR MANZARALARI

ŞEHİR MANZARALARI
 

" İçeride yurdumun insanı rahat ve keyifliydi..."


ŞEHİR MANZARALARI

Belediye otobüsünün içi, oldukça kalabalık, tutacakları ise vıcık vıcıktı. Havanın sıcaklığı nefes bırakmamıştı. Yolcuların ter içindeki koltuk altlarından yayılan kokular burun kırıyordu. Henüz ihtiyarlığına adım atmayan adam, otobüsün kapısına yakın bölümde kendi kendine “ Şimdi ben ona sorarım!” sezerişi arasında bir yandan da bitmek bilmeyen teriyle uğraşıyordu.


Durağa yaklaşıldığında, insan yığını arasından güçte olsa sıyrılıp kendisini oksijene bıraktığında, söylenmesi hala devam ediyordu. Çevresine bakındı. Randevulusunu göremeyince çılgına döndü. Kısacık durak içinde mahkûmların avlu içindeki döngüsünü yaptı. Yaktığı ikinci sigarasının yarısında rahatladı. Beklediği genç. Kırmızı tişörtü ve kot pantolonuyla uzaktan belirdiğinde, sigarasını küllüğe basmadan ileriye fırlattı. Hızla gelen gence yürüdüğünde, kızgın boğa gibi burnundan soluyordu. Genç, üstüne gelen karabasandan ürkmüştü. Adam bağırdı, genç geriledi. İlerleyişin sonu, otobüs durağının hemen yanındaki boş yeşil alandı. Yoldan geçen meraklı bakışlar adam ve gencin üstündeydi. Bağıran adamın boyun damarları neredeyse yerinden fırlayacaktı. Ağzından saçtığı küfür ve tükürük salyacıkların bini bin paraydı. Adam;


“ Ben sana daha erken geleceksin demedim mi? Senin yüzünden işe geç kalacağım!”

“… !” Genç suskundu. Korkmuştu. Adamın sinir zembereği bir kere boşalmıştı. Bağırmasına da olanca hızıyla devam ediyordu;


“ Beni burada bekletmeye ne hakkın var lan zibidi!”

“… ! “ Çevredeki herkes seyirciydi. Aradan yaşlı amcanın, kendisi gibi olayı seyreden yanındaki genç kadına;


“ Evladım, yoksa delikanlı otobüsün içinde yaramazlık mı yaptı? Yok ! Yok! Bu gençlik artık zıvanadan çıktı. Ahh ! Nerde o bizim ‘sevgiliye siz’ diye hitap ettiğimiz günler” kadın ön yargılı konuşmaya fazla tahammül edemedi;


“ Yanılıyorsun bey amca, adam oğlunu azarlıyor” sözüyle birlikte delikanlı tokadı yüzünde bulduğunda, gözünde şimşekleri, yüreğinde ise yangınları fazlasıyla hissetti. Adamın siniri bir türlü geçmek bilmiyordu. İkinci tokat hazırlanıp adrese teslim edileceği sırada, iri yapılı, orta yaşlı izleyici dayanamayıp havadaki elin yüze düşümünü engelledi.


“ Hayırdır, delikanlıyı neden dövüyorsun? Yoksa otobüsün içinde karılara sarkıntılık mı etti?”

“ Yok bee! Benim oğlan bu. Beni bekletti, sinirim ondandır.”

“ Tamamda babalık, sokak ortasında delikanlı dövülür mü? Ya bu delikanlının arkadaşları veya sevgilisi şuracıktan geçse, yerin dibine geçmez mi?”


“ O da zamanda gelseydi!”

“ Sen sen ol bey amca, yine de çocuğunu toplum içinde ne azarla, nede döv. Ne yapacaksan dört duvar arasında yap. Allah korusun, genç gururuna yediremeyip, daha kötü şeyler yapabilir. Benim akrabamın gül gibi çocuğu bu yüzden intihar etti.”


Cadde yine insanlarla doluydu. Trafik alabildiğine akıcıydı. Köşe başında yüzü buruşuk, gözlerinin feri kaybolmuş yaşlı teyze, önüne koyup sattığı simidi ve mendiliyle hiç olmazsa dilenmiyordu. Kaldırım kenarına atılan pet şişeler, sigara kutu ve izmaritlerle doluydu. Bir adım ötede kısa etekli birkaç kadın, deforme olmuş yüzlerle müşteri tavlamanın çekiciliğini yapıyorlardı. Gazete bayiinin önündeki gazetelerinden birinde Hürriyet çoktan uçmuştu. Buram buram sermaye kokan ve yanlı yayım yapan gazetelere şöyle bir bakıyorum, “ Öğretmenler Yoksulluk Sınırının Altında Yaşıyorlar” başlığı canımı sıkıyor. Bu kez, ben kendi kendime; “ Öğretmenler ne yapsın, aldıkları üç kuruş maaşlarıyla, ev mi geçindirsinler, yoksa kendilerini geliştirsinler. Yoksa artan paralarıyla kitap alıp, öğrencilerini mi bilinçlendirsinler? Allah korusun, kuzucuklarını aydınlattıkça oy kayıplarının kaygısı mı yaşanır?” söylemi arasında dolmuşa biniyorum.


İçeride yurdumun insanı rahat ve keyifliydi. Arka koltuğa yerleşen iki şişman yolucunun yanında pestil gibiydim. Şoför, sıcaktan bunalmış, kara bıyıkları altındaki desenli gömleğinin açık düğmeleri göbeğinde buluşuyordu. Göğüs kılları ise isyan etmiş dışarıya foraydı. Elinde ekmek arasını ayranıyla midesine iştahla öteliyordu. Yemeğini bitirdiğinde, kâğıdı buruşturup ayran poşetine itekleyip arabasından dışarı fırlattı. Elinin tersiyle yağlı ağzını temizledikten sonra, müşteriyle bozuk para alışverişindeydi. Trafik ışıklarında durduğunda radyosunun kulağını büküp bekledi. Gonk sesinin ardından haberler başlamıştı. Yolcularla birlikte kulak misafiri oluyoruz, Türkiye’nin seçim sonrası satranç taşlarının yavaşça ilerleyen hamlelerine. Hamleler yerinde ve sessiz. Atlar, vezirler ve kaleler alınıyor Şahın gücünde. Piyonlar ise tek düze şaşkınlığında ne yapacağını bilemeden ilerliyor.


Yine sağlıcakla ve sevgiyle kalın.


erterd@msn.com

2007 / Bursa Ertuğrul ERDOĞAN

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..