Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

04 Kasım '16

 
Kategori
Kitap
 

Şehir ve İnsan 2

Şehir ve İnsan 2
 

Egirdir’in dününde bir kaptan Alaaddin vardı Ayfer AYTAÇ


Asıl adı Behlül’dü. SAS (Sualtı savunma) Komando birliğinde önemli etkiliklerde bulunmuş değerli bir eğitimci ve albay rütbeli bir askerdi. Uzun yıllar Türk Deniz Kuvvetlerinde gemi kaptanlığı yapmış, dünyayı deniz yoluyla dolaşmış, başarılarından dolayı ödüllendirilmiş bir subay emeklisiydi. Ancak başından neler geçti bilinmez, (zira bunu asla anlatan olmadı)geçmişini unutmak için, yeni kimlik ve kişilikle tabiatla baş başa yaşamak adına, kendisine haritadan bir yer aranırken Eğirdir’i ve onun ortasındaki adayı görmüş. Çıkıp gelmiş Eğirdir’e, kimliğini gölün derinliklerine atmış. Dolayısıyla devletten hakkı olan emeklilik aylığını almaktan kendini soyutlamış. Sıfatını değiştirmek içinde bir karış kara sakal bırakmış.

Eğirdirlilere, İstanbullu bir âdemoğlu olarak tanıtmış kendisini. Adını soranlara da “Alaaddin olduğunu söyleyivermiş. Çocukluğunda okuduğu ‘Alaaddin’in sihirli lambası’ masalından ismi alıntı yaparak.

O günden sonra yörede Kaptan Alaaddin olarak ünlendi. Ve Eğirdir’i kendi ismiyle birlikte ünlendirdi. Ama sonra ne oldu. Gelin anlatalım:

Karayağız bir âdemoğluydu. Kapkara sakallarına nispet gözleri de kara, ama ışıl ışıldı. Sanki şimşekler çakıyordu gözbebeklerinde. Saçı sakalına karışmış hali, yaşının ellisinde olduğu izlenimi veriyordu. Hayatı boş vermiş, hayatla dalga geçen bir havası vardı. İçinde ne fırtınalar kopar bilinmezdi. Ancak, gölün bir yanındaki sürekli hırçın, bu yüzden lacivert renk alarak kudurgunluğunu yansıtmaya çalışan dalgalara “Böylesi de güzel suyun” diyebilecek kadar doğa sevdalısıydı. Başka kim bilir ne sevdaları vardı da, insanları hüzünlendirmemek için söylemezdi.

Kırarım, incitirim insanları diye korkardı. “Kimse bu dünya ya üzülmek için gelmedi, insanı üzmek kimseye hak olarak verilmemiştir” derken, kendisi bazen “Bu can yoruldu artık, bedenden ayrılmak istiyor” diyerek hüzünlenirdi. Zaten ne denli bir çilekeş hayat yaşadığı, ama bunu dışa yansıtmama titizliğini gösterdiğini kapkara gözlerinin derinliklerine baktığınızda, keşfedebiliyordunuz.

“Eğirdir mi, Eğridir mi?” denilerek çelişkiler yaşandığı, 1970’li yıllarda mavi ve yeşilin kaynaştığı ada da, kimseye aldırmadan, kendi doğrularıyla yaşardı Kaptan Alaaddin.
O yıllarda ada da modern yapılaşma yoktu. İlçeye uzanan doldurulma yolun henüz asfaltlanmamış, mucur yayılmış halinde Eğirdirliler yürümekte zorlanırken, dünyanın dört bir yanından turistler gelirdi adaya. Sırf Kaptan Alaaddin’i görmek, onun eski evlerin arasına sıkışmış, mağaraya benzer bir oyukta yaşayışını kısa süreliğine de olsa paylaşmak için.
Zengin bir adam değildi Kaptan Alaaddin. Sıradan, hatta Eğirdirlilerce küçük görünen, horlanan bir insandı. Ancak, evi kabul ettiği, gece gündüz mum ışığıyla aydınlattığı oyuğun içinin çok zengin dekoru vardı. Antika kilimler, halılar, kayalık duvarlarda bakır siniler, midye kabuğundan yapılmış tespihler göz kamaştırıcıydı. Modern sayılamayacak bir çevrede, modern bir Robinson Cruso’ydu.

Kibar bir beyefendiydi. Birkaç yabancı dili, Türkçesi kadar güzel konuşuyordu. Titizlik gösterdiği bir başka konuda misafirleriyle imkânları ölçüsünde ilgilenmekti. Onun ikramlarından hoşnut olan, tatlı sohbetlerinden haz alan, engin bilgisinden etkilenen misafir turistler adadan ayrılırken, gönüllerinden kopan miktarda para bırakırlardı. Bazen Alaaddin bu paraları almazdı da, turistler oyukların içine tıkar giderlerdi. Alaaddin sonradan eline geçen bu paralarla yeni gelecek konuklarına hazırlıklar yapardı.

Kaptan Alaaddin’i Isparta’da kaç kişi, nasıl tanıdı bilmiyorum ama ben onunla saatlerce yüz yüze konuşmuş, şanslı kişilerden biriyim. Tek üzüldüğüm uzun konuşmalarım süresince geçmişine yönelik detaylı bilgi alamayışım. “Geçmiş bana ait kalsın, sen bu günümle ilgilen. Bana destek olda Eğirdirlilere bu turistleri benimsetelim” demişti.

Bu konuda yırtınırcasına bir gayret sarf ediyor, karşılığını Eğirdirlilerden nefret olarak görüyordu. Bu nedenle de adadan ilçeye inemiyordu. Ekmeğini bile alamadığı, göl kenarından tuttuğu balıklarla karnını doyurduğu biliniyordu.

1977 yılının Temmuz sıcağında tanıdım Kaptan Alaaddin’i. Gazetecilikte iki yıllık olduğum ve kendimi azimle, kararlılıkla ispatlamaya çalıştığım dönemdi.

O yıllarda ben, bugünkünden daha çok halkın ilgisini çekecek konuları araştırır, haber röportaj halinde yazar, çalıştığım gazetede yayınlardım.

Kaptan Alaaddin adını olumsuz olarak duymuştum ilkin. “Meczup bir adam çıplak turistleri adaya getiriyor, mağaraya kapanıp âlem yapıyor, başımıza taş yağdıracak” denilerek Eğirdirlilerce sevilmediğini, görüldüğü yerde taşa tutulduğunu duymuştum.

“Bu konu halkın ilgisini çeker, kim bu ucube bir araştırayım” diye düşünmüştüm. Bu mantıkla adaya gidip gördüğümde, onun ne kadar vatansever, ne kadar insan canlısı ve ileri görüşlü olduğunu bizzat kendisiyle konuşup öğrenmiştim. Hayretimin yanılmalarla karışımını döndüğümde gazeteme “ Bu adama haksızlık yapılıyor, destek olmamız gerekir. O, Eğirdir’e getirdiği turistlere ilçenin tanıtımını yapıyor. Dünyaya Eğirdir’i duyuruyor. Eğirdir ekonomisi için gönüllü hizmet neferi, kendisine sahip çıkalım” diye yazmıştım.

Ve ben bu satırlar sonrası Eğirdirlilerden olumlu yaklaşım beklerken, asabiyet dolu tepkilerini üzerime çekmiştim. Alaadin’inin ilgi çeken kişiliğine bir tek ben inandığımla kalmıştım.
Toplum beni düşüncelerimde yalnız bırakmıştı. Dahası düşüncelerimden dolayı bende, umacı muamelesine tabi tutulur olmuştum. Gazetemin patronu bile “nereden buldun bu bitliği? Bir daha okuyucuyu kızdıran yazılar yazma, biraz yağlama yazılar yazda Eğirdirlilerin gönlünü al. Bırak şu şeytanla ilgilenmeyi” demişti.

Tabiî ki ben savunduğum tezden iş yerimi değiştirme pahasına vazgeçmedim. Ancak uzun süre ‘Ben de taşlanırım korkusuna Eğirdir’e gidememiştim. Ta ki Kaptan Alaadin’in canı bedeninden ayrıldıktan, Allah’la vuslatından sonrasına kadar.

Şimdi her gittiğimde bakıyorum da, Eğirdirliler Kaptan Alaaddin’in ekmeğini yiyorlar. İlçeye turlarla günü birlik gelen turistlerin, bir öğün yemekleri bile kazanç sayılıyor. İlçe yöneticileri daha çok turist gelsin, diye ellerinden geleni yapıyor ama maalesef tanıtımları, gayretleri yetersiz kalıyor. Çünkü Alaaddin’inin ölümüyle Eğirdir’e turist akını da durdu. O akın Maldiv adalarına yön buldu. Alaaddin’in ardından ada da kalıcı olarak Eğirdir’e bağlandı, yarım ada oldu. Alaaddin’siz zaten bütünlüğünü kaybetmişti, bu yarımlık isabetli bulundu.
Bugünün gençliğinden Eğirdir’de kaç kişi Kaptan Alaaddin’i tanıyor? Tanıyanlar varsa da, aktarılanlardan kötü olarak biliniyordur. Oysa o âdemoğlu, adaya huzur bulmaya ve çok sevip bağlandığı Eğirdir’i kalkındırmaya gelmişti. Dünyanın bütün adalarını görmüş, denizlerin her bir limanına uğramış, çapayı Eğirdir adasına atmasındaki amaç, denize olan aşkını, kendi ülkesindeki bir göl üzerinde bulunan şirin ada da yaşatmaya çalışmasıydı. Bu şerefi, Eğirdir’deki(Yeşil ada) Nis adasına sunmuştu. İnsanlar ne onu, nede onun amacını anlayamadılar. Görünen şeytan olarak adlandırdılar onu ve yaptıklarını günah saydılar.
Kaptan Alaaddin bir gün belki benim vesilemle bir efsane olacak, günün birinde bu efsaneye inananlar inanmayanlarla çelişkiye düşecek. İnanmayanlar bu efsaneyi unutturmaya çalışacak.

Bu süreç içinde de Eğirdir’e gelmesi istenen turist sayısında beklentiler hep hayal olarak, başka baharlara kalacak.

Bence bu şirin ilçenin, adaya açılan meydanlığına Kaptan Alaaddin’i hatırlatıcı bir anı parkı oluşturmalılar. Parkın ortasına koskocaman heykelini dikmemeliler zira heykelin hem dinimizde yeri yok, hem de kendisinin gösterişte gözü yoktu. Eminim bunu istemezdi, lakin parkın münasip bir yerine Alaaddin’in gerçek kişiliğini, kahraman askerliğini, vatan ve insan sevgisini, dünya görüşünü aktaran bir levha kondurmalılar. Tanıtım nasıl oluyormuş, turist nasıl geliyormuş, görülmeli. Bu yapılmıyorsa, Eğirdirliler hala Kaptan Alaaddin’den ürküyorlar demektir. Oysa ne sağlığında, nede onun ölümünden sonra Eğirdir’e taş filan yağmadı. Aksine Eğirdirliler para sağanağından kurtuldular. Çünkü Eğirdir’e Alaaddin için gelen turistler, ilçeye önemli para bırakıyorlardı. Hani turizm geliri, varsa kaç lira olarak yansıyor bilmek isteriz. Bugün Eğirdirliler çıplak turistleri mumla arar oldular. “Turist gelsin de varsın çıplak gezsin” diyenler var. Ama beklenen tren tünelden bir türlü çıkamıyor, ne yazık ki.
Kitabın içeriğinde başka  ilçelerimizin de insanlarının tutuculuğu yüzünden kaçırdığı fırsatlar var. AyferAYTAC.com

 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..