Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '12

 
Kategori
Kitap
 

Şehirler Ağladığında

Şehirler Ağladığında
 

Berfin Yayınları


“Doğanın ruhunda, ışığın ve rengin özünde insanı arıyorum…” 

Küçük insanların destansı öyküleri… 

Şehirler ağladığında insanlar da ağlar mı? Ağlar.

Şehir ve insan etkileşim içindedir çünkü. Şehrin namını yükselten insandır. İnsan şehri anlamlaştırır, şehirler de insanı biçimlendirir. Her şehrin ayrı bir soluğu, dokusu, ritmi, rengi ve sesi vardır. Can Dündar, ‘Uzaklar’ kitabında “Şehirler, insanlara benzer,” der. İnsanların bazısı içine kapanık, suskun, yoksul, biçaredir. Kimi, sinirli, kendini beğenmiş, ukaladır. Kimi de yalnız ve hüzünlü. Şehirler de öyle… Bazıları kalabalık, gürültülü, keşmekeş, bazıları sakin, durgun, sessiz, huzur verir. Böyle şehirlerde mutludur insan, stresten ve kederden uzaktır. Her şehir orada yaşayan insanı derinden etkiler. Her şehir insandan bir şeyler alır götürür. Ve her şehrin bir ruhu vardır. Bu ruh sarar, sarmalar insanı. Bir sokak kadınının, bir pezevengin, bir mafya adamının, bir kumarbazın, sarhoşun, travestinin, yalancının, dolandırıcının ruhu olur kimi zaman, kimi zaman da bir akademisyenin, öğretmenin, imamın, hahamın, papazın, çocuğun, gencin, yaşlının, hastanın… Her seferinde canlanır, sokaklara dolar bu ruh. Mustafa Sancar’ın şehri de böyledir; içinde yoksul ama namuslu, çaresiz ama erdemli insanlar yaşar, öte yandan özürlü küçük bir kıza tecavüz edecek kadar gaddar ve namussuz insanlar da…

Ondandır şehirler ağladığında, insanlar da ağlar, deyişim.

‘Şehirler Ağladığında’, yazar Mustafa Sancar’ın Kasım 2011 tarihinde Berfin yayınları arasında çıkan beşinci romanı. Yazar, diğer romanlarında olduğu gibi, bu son romanında da coşkulu ve bir o kadar duru ve temiz dilini kullanarak kimi zaman epik ve lirik, kimi zaman trajedik anlatımlarla büyülüyor okuyucusunu. “Hava birden esmerleşti, yoksa bana mı öyle geliyor?  Yağmur sinekleri ortaya çıkıyor, gittikçe çoğalıyorlar. Herkes yüzünü, ağzını, burnunu koruyor. Havanın gerçekten değiştiğinin ancak o an farkına varıyorum. Doruğu sedir, çam ağaçlarıyla kaplı dağ silsilesinin üzerinden denize doğru koyu bulutlar beliriyor. Yağmurun kokusunu alan kuşlar daha da telaşla uçuyorlar. Yüklü bulutların altında döne döne kanat çırpan martıların karnı, güneşin henüz kapanmayan yüzünden dolayı gümüş gibi parlıyor. (Syf. 10)”

Romanın ana gerilimi, yağmurlu bir günde emekli resim öğretmeni İsmail ile Yeni Bosna göçmeni Boşnak Canan Hanımın karşılaşması, Canan hanımın onu evine davet etmesi, roman ilerledikçe birbirlerinin trajik öykülerini dinlemeleri, Gazel Ana, Giritli Nergis ve Necmi Beyin farklı yaşamları ve Kamber usta ile özürlü kızı Menekşe’nin trajedisi…  Ressam İsmail Bey’in hümanist bir sevgiyle dolu yüreği, insancıl konuşmaları roman boyunca ilgi odağı olmayı başarmaktadır. Sancar, kahramanlarının ayrıntılı ruh çözümlemelerine de zaman zaman girmektedir. Yazar özgün diliyle, kahramanlarını ve mekânları betimlerken yaşanmışlık, gerçeklik hissi veriyor. Okuru adeta alıp yarattığı mekânlara götürüyor.

Olay örgüsü; düzenli bir akış içinde sıralanan bir zincirin halkaları gibi değil, farklı karakterler üzerinden, değişik yaşamlar anlatılıyor, gelgitlerle metin besleniyor. Örneğin Giritli Nergis Hanımın kemanıyla geçmişe yolculuk yapan İsmail Hoca, öğretmenliğinin ilk yıllarına gidiyor; böylece sürgüne gittiği köyü, burada Rengin’le karşılaşmasını, ona âşık oluşunu, Rengin’in trajik öyküsünü okuyucu bu sayede öğreniyor. Bölüm keman melodileriyle başlıyor, yine kemanla aynı yerden devam ediyor. Nergis yine keman çalmaktadır. Şehirler Ağladığında romanı dar bir mekânda geçmesine rağmen, öyküye karışan her kahramanın yaşamından kesitlerle farklı coğrafyalara uzanıyor. Canım Hanımla Yeni Bosna’ya, Gazel Ana ile Doğu’ya, Rengin’in anlatıldığı bölümle yine bir Güneydoğu köyüne, Giritli Nergis’le daha farklı coğrafyalara uzanıyor. Canan’ın kızı Yıldız ve arkadaşı Mustafa’nın bakışlarında gizli masum aşk, romanın akışı boyunca değişik bir tat veriyor metne. Yazar, feleğin darbesini yemiş, dibe vurmuş insanları anlatıyor. Ölümlerden, hapislerden, hastalıklardan arta kalmış; elektrik faturasını bile ödeyemeyecek derecede yoksullaşmış, bu nedenle elektrikleri kesilmiş biri tiyatrocu diğeri müzisyen ikisi de sanatçı karı koca dramı içini acıtıyor okurun.  Nergis hanım’la kocası Nemci Bey, Yeni Bosna’da kocası öldürülmüş olan Canan Hanım, köyleri boşaltıldığı için alışık olmadığı şehre gelmek zorunda kalan, oğlu tutuklu Gazel ana, emekli, ressam İsmail öğretmen… Sonra gecekondusunda özürlü kızıyla yaşam mücadelesi vermeye çalışan Kamber Usta. Hepsi de yoksul ve biçare. Ancak her şeye rağmen yüreklerindeki ışık asla sönmeyen bu insanlar birbirlerine sıkıca kenetlenmekte, yardımlaşmaktadır. Umutları sürekli diridir.

Roman, emekli, ressam İsmail Öğretmenin yorgunluğunu atmak için bir duvarın dibine çökmesiyle başlıyor. Yeni Bosna göçmeni Canan Hanım, kızı Yıldız ve yanlarında kalan kızıyla yaşıt, onun arkadaşı Mustafa’yla birlikte İsmail öğretmenle ilgilenmeye başlıyorlar, onu içeri buyur edip, yediriyorlar, içiriyorlar. Böylece aralarında bir dostluk kuruluyor. Canan, İsmail öğretmeni babasına benzetmektedir. Ona kanı kaynamıştır. Böylece, birbirlerine öykülerini anlatıyorlar. Canan Hanım, çocuklarla birlikte rüzgârgülleri yapmakta, bunları satarak geçimlerini sağlamaktadır. Gazel Ana da torunu Serhat’la rüzgârgülü alıp satmaktadır. İsmail öğretmen, Canan Hanımla sohbet ederken, Gazel ana gelir, böylece onun öyküsüyle de tanışmış olur. Bu arada komşu evlerin birinden içli bir keman sesi gelmektedir. Giritli Nergis Hanımın hasta kocası Necmi Bey için keman çaldığını öğrenir. İlerleyen saatlerde İsmail öğretmen, Canan Hanım ve çocuklar Nergis hanımların evine gidecek onlarla tanışacaktır. Bu tanışma bir bakıma, sanatların buluşmasıdır. Resim, müzik ve tiyatronun bir odada bir araya gelmesidir. Uzun süre sanat konuşulur. İsmail öğretmen resimden, renk ve ışıktan bahseder, söylediği bir söz aslında romanın da özeti niteliğindedir; “Doğanın ruhunda, ışığın ve rengin özünde insanı arıyorum. Bulduğumda, sanatı da seçkin insanın düşlerini de ayaklar altında çiğnenmekten kurtarır, başımın üstüne kaldırır, sonunda insanlık erdemini yüceltirim…”  Nemci Bey tiyatro ve sahnedeki günlerine döner, canlanır. Nergis Hanım da kemanını konuşturur. Hayat devam ettikçe, o, Nemci Bey için keman çalacaktır. Keman sussa, hayat da susmuş olacaktır. Her farklı karakter, beraberinde farklı olayları, dramları da getiriyor. Bu dramlar, farklı mekânlara, mecralara sürüklüyor okuru. Böylece, her dramı okuyunca farklı coğrafyalarda farklı şehirlerin ağladığına tanık oluyor okur.

Roman ilerleyen bölümlerde başka bir mecraya akıyor. Bu kez Kamber Usta ve özürlü kızı Menekşe’nin dramıyla karşı karşıya kalıyor okur.  Şehrin karanlık insanları, mafya adamları özürlü kıza senet imzalatarak fuhşa sürüklemiştir. Kamber Usta onu kurtarmak umuduyla kızı ile birlikte gece yarısı Nergis Hanımların evine sığınır. Burada tükenmiş insanların elbirliğiyle yeniden doğuşuna tanık oluyoruz. Canan Hanımın anaç bir güçle adamlara meydan okuması ve nihayetinde ömründe bir karıncayı dahi incitmemiş Kamber Usta’nın pompalı tüfekle adamları vurması, devleşmesi…

Roman İsmail öğretmen üzerinden birinci tekil dille anlatılırken, son sayfalarda anlatıcı yazar oluyor ve İsmail öğretmenin ölümü anlatılıyor. İsmail Hoca, tablolarının, boyalarının ve tuvallerinin arasında ölmüştür. Ölürken bir de not bırakmıştır; “Ölüm, ardında ağlayan şehirler bırakarak denize açılmış, bir adanın kıyısına vurmuş, gövdesi kuma gömülü bir sandal yalnızlığıdır belki…”

Şehirler Ağladığında, insanın, insanlığın, insanca duyguların, hümanizmin, sevginin, dayanışmanın romanıdır. Mustafa Sancar, diğer romanlarında olduğu gibi, bunda da o güzel yüreğinden akan insanlık sevgisinin ışığını cömertçe yansıtmış satırlarına. Sancar okunmalıdır, küçük insanların büyük destanlarına tanık olmak için okunmalıdır. Sancar’ın Türk edebiyatında hak ettiği yerde olmadığını düşünüyorum.  Onu daha fazla kitlelerin okuması gerekir. Palyaço’nun Ayna Sığınağı romanıyla başladığı, Dünya Gözlü Sevgili, Aze’nin Yakarışı, Lal Ağıtlar ve Şehirler Ağladığında romanlarıyla devam ettiği üretken yazın yolculuğunda bir gün edebiyat dünyasında hak edeceği yere geleceğine ve adından sıkça söz edileceğine inanıyorum.   

 
Toplam blog
: 107
: 1402
Kayıt tarihi
: 01.11.06
 
 

1970 yılında Siverek'te doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tarsus'ta tamamladım. İstanbul Üniversitesi ..