Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '16

 
Kategori
Psikoloji
 

Şehitlik duygusu ve yitip giden canların ağırlığı

Şehitlik duygusu ve yitip giden canların ağırlığı
 

Şehit / lik kelimesi de, diğer birçok kelimeler gibi Arapçadan dilimize alınmıştır. Şehitliğin gerçek anlamı ise, Din ve Allah uğruna canlarını kaybeden kişilere verilen ad ya da nitelendirmedir.

Türkçede yüzde seksen beş oranında kullanılan yabancı kelimeler, her zaman ait olduğu toplumun kültürüne göre kazandığı anlamından çıkarılıp, farklı şekillerde kullanılmasında hiçbir sakınca görülmemiştir.

Bu mantığını devam ettiren Türk İslamcı resmi ideolojisi, Şehit kelimesini de gerçek anlamının dışında, vatan için ölen kişileri sıfatlandırmak biçiminde dilimize yerleştirmişlerdir.

Kelime ve diller üzerine burada tartışmaya girmeden, esas yazı konumuz olan Şehitliğin özellikle biz Türkiyelilerde nasıl bir onur ve acı yarattığı psikolojisi üzerinde incelememizi sürdürmeye çalışalım.

Toplumsal olarak yaşanan herhangi bir olayda, canını ve ailesini kaybeden insanların bu mağduriyetlerini, acaba Şehitlik maneviyatı telafi etmeye yetmekte midir?

Bu sorunun gerçek cevabını öğrenebilmek için, şehit aileleri ile birlikte uzun süre birebir yaşamakla ancak mümkündür. Bunun dışında acının vermiş olduğu duygu ve birazda devlet yetkililerinin manüplasyonu ile vatan sağ olsun ifadeleri, ne acıları dindirmeye yetmektedir ne de yaşanan olayları sonlandırmaktadır.

Şehitlik maneviyatının gerçek anlamı tam olarak yerini bulması için, devlet yetkilileri ve zengin sınıfın temsilcilerini, yaşanan savaş ve çatışmanın içerisinde en az altı ay birebir yaşatmak gerekir.

İnanıyorum ki, bu devlet yetkilileri ve siyasetçiler, yaşayacakları o korku ve panikle, şehitlik kavramını anında ortadan kaldırıp, gerçek çözümün yolunu bulacaklardır.

İşte o zaman epistemolojik bilgiden yoksun kültürsüz egoist siyaset ve devlet yetkilileri de net olarak açığa çıkmış olacaktır. Yüz yıllardır yaşanan sorunun, cahillik ve kültürsüzlükten kaynaklandığı noktasına yoğunlaşılmadığı sürece, acılar hiçbir zaman bitmeyecektir.

Çünkü biraz aklı başında olup diyalektirk epitemolojik bilgiye sahip toplum ve devletler, çatışmalı ve savaş halinden bir am evvel kurtulmak için en akılcı yöntemleri bularak, huzur ve rahata kavuştuklarını bütün dünya bilinmektedir.  

Biz de ise bunun tam tersine, Şehitlerin çoğalması için adeta en büyük marifet Şehit olmakmış gibi bir duygu ve bilinç oluşturularak, acıyı ve parçalanmışlığı kanıksatmaya çalışılmaktadır. Oluşturulan bu toplum ve devlet psikolojisinin kişiler, kurumlar ve Akademik çevreler tarafından hâlâ derince tartışılmaması da ayrı bir dikkat çeken noktadır.   

Şehitlik konusunun daha net kavranması için, Pozitif bilim felsefesi ve insan psikolojisinin ontolojik olarak var ettiği dini maneviyatın incelemesini şu şekilde sürdürebiliriz.

Ontolojik olarak doğada varlığı ve yaşadığı kanıtlanan her canlı türünün, bulunmuş olduğu ortam ve çevreye göre kendi hisleri doğrultusunda birtakım kural ve alışkanlıklarla hayata devam ettiği bilinen bir gerçektir.

Bu canlı varlıklardan insan söz konusu olunca, durum biraz daha derinleşmektedir. Çünkü insan hem hisseden, edilgen hem de düşünen bir canlı türüdür.

Ancak insan her ne kadar düşünen bir canlı tür özelliğine sahip olsa da, bebeklikten olgunluk yani 20 veya 25 yaşlarına kadar his ve edilgen şekilde yaşayarak bu noktaya gelmektedir.

Bir insan olgunluk yaşına kadar en az lise eğitimini tamamlayıp, kültürel olarak kendisini geliştirip bilgi zenginliğine kavuşmadığı sürece, hislere ve edilgenliğe bağlı yaşamı ölünceye kadar devam etmektedir.

İnsan türündeki bu edilgenliğin tamamen yok olması ya da diğer bir deyimle,  özgür düşünüp özgürce (Bilinçli) yaşamanın tek yolu, resmi kurumların vermiş olduğu eğitimin dışında, kişinin okuyup araştırarak kendisini kültürlü yapmasıyla mümkündür. İstisnaların dışında resmi devletlerin vermiş olduğu eğitimle hiçbir insan kültürlü olma şansına sahip değildir.

Okuyup araştırarak kültür sahibi insanlar, her şeyden önce empati yapmayı öğrenir; daha sonra medeni bir şekilde anlatır, tartışır ve en güzel şekilde de dinlemesini bilir. Ve böylece tüm olayları kendi düşünce süzgecinden geçirdikten sonra, nasıl yaşanacağına daha sağlıklı karar veren insan demektir.

Bilgi (Epistemoloji) ve kültürel olarak bu aşamaya gelmiş bir insan, Şehitlik duygusunun hem kendisi açısından hem de toplumda nereye kadar neler kazandırdığını ve nereden sonra kişide ve toplumda büyük bir bilinç kaymasına yol açtığını tartarak, ona göre sahiplenir ya da reddeder. Bu bakış açısı dünyanın her yerinde evrensel olarak var olması gereken bir yaşam biçimidir.

Fakat dünya toplumlarının yarısından fazlası belirli bir eğitim ve kültürden uzak yaşadıkları ya da bırakıldıkları için, olgunluk dönemlerinde bile edilgen şekilde yaşadıkları bilinen bir gerçektir. Kişilerin ya da toplulukların edilgenlik ve edilgenlik dışı (Bilinçli) yaşamanın genel çerçevesini pozitif bilimsel yöntemle bu şekilde ifade ediliriz.

Diğer taraftan Türkiye’de hem devlet hem de toplumsal olarak her alanda, daha çok manevi duygular kullanılarak yaşamaya çalışmasının gerçekliğini anlamak için de, Şehitlik kavramı bu konunun en iyi psikolojik anahtar sözcüğü durumundadır.

Şehitlik duygusu; toplumda yüksek bir manevi edealizmi yaratırken, aynı şekilde on ya da yüzyıllarca yaşanan toplumsal bir kanamanın da o ölçüde daha uzun sürmesine neden olmaktadır.

Çünkü toplum yalnızca maneviyata bağlı şekilde eğitilip, genel kültür ve pozitif epistemolojik açıdan tamamen yoksun bırakılması neticesinde, yaşanan olayların neden meydana geldiğini çok fazla idrak edememektedir.

Buna neden olan ana kaynak ise, Türkiye toplumunun en az % 75’i temel kültürel olarak yaşam dayanağını İslam’dan alıp, böylece Şehitlik duygusunun yaratmış olduğu psikoloji ile daha çok vatan ve din sever olduğuna inanmasıdır.

Çünkü İslam demek Metafizik felsefenin idealizmine göre yaşamak demektir. Bu da her hâlükârda pozitif felsefi bakış açısını dıştalayıp, sürekli Şehitlik gibi komple bir içeriğe sahip olan maneviyat duygularını karşılayan kelime ve cümlelere sarılmak, üst düzeylerdekiler için en kolay yöntemdir.

Sürekli maneviyat duygusuyla ayakta kalmaya çalışan idealist topluluklar, diğer bilimsel araçları ya da düşünceleri her zaman geçici ve yüzeysel şekilde öğrenerek yaşarlar.

Bu da epistemolojik olarak gerçek bilgilerden uzak, sadece mekanik bilgilerle, maneviyatın dolduramadığı yerlerde kullanmak içindir.

İnsan düşünerek yaşama başladığı günden bu zamana kadar, dünyada hiçbir toplum yalnızca ne maneviyata dayanarak var olabilmiştir ne de maneviyatı tamamen dışlayan materyalizmle. Her iki düşünce olgusu, çağın ve koşulların özelliğine göre önemsendiğin de, daha anlamlı ve kaliteli bir yaşam ortaya çıktığı bilinmelidir.

Sürekli Şehitlik duygusunun yarattığı manevi psikolojiye saplanıp kalan toplumlar, her zaman dünyayı geriden takip ederek yaşadıklarını akıllardan çıkarmamalıdırlar. 

İyi bir maneviyat olgusu deyip, 100 ya da 50 yıl boyunca sürekli Şehit vererek yaşama alıştırılmak demek, toplumu düşünen varlık sınıfından çıkarıp, sürekli hissi ve edilgen bir konuma dönüştürmek anlamına gelmektedir.

Örneğin Türkiye genelinde bir araştırma yapılsa, son elli yıl içerisinde her köy, kasaba, ilçe ve şehirlerde yüzlerce şehit mezarlıkları bulunmaktadır.

Bu duygu belki toplumsal birlik algısı yaratmakta fayda sağlamış gibi görünse de, gerçekte ise nitelikli yaşam ve bilinçli toplum olma açısından çok büyük bir risk söz konusudur. Bunun risklerini yaşanan şu olaylardan rahatlık anlayabiliyoruz.

Türkiye var olduğu tarihten bu zamana kadar sürekli bir iç ve dış düşman fobisi ile yaşaması. Her gün Şehit vermek ya da en ufak bir anlaşmazlık durumunda yaralayıcı ve öldürücü olayların yaşanması, toplumun ne kadar derin bir edilgenlikle yaşadığını açıklamaya yetmektedir.

Ve bu duyguyla toplumun bilincinde her geçen gün daha da kutsallaştırılan Şehitlik algısı, diğer taraftan yaşanan birçok olaylar üzerinde düşünmez ve tartışmaz konuma getirildiği de bilinmelidir. Örneğin Türkiye’de bir insan cesaret edip kamuoyuna şu soruyu sorabilir mi?

Neden her gün Şehit vererek mutlu olmaya çalışıyoruz? Şehit verilerek yaşanan sorunlar çözülmüyor ise, niçin farklı yollar denenmiyor gibi? Eleştiriler çok büyük bir medeni cesareti gerektirmektedir. Bu tür eleştiriler yapılmadığı sürece, on binlerce insanın daha canını kaybetmesine onay vermek anlamın da gelmektedir.

Batılı toplumlarda böyle bir olay yaşansa, yetkili kişiler veya iktidarlar anında görevlerinden istifa ederek azlini istemektedirler.

Bizde ise bırakalım istifa etmelerini, bulundukları makama daha da yapışarak utanmasalar yaşanan olayların tek sorumlusu Şehit düşen kişileri gösterecek kadar yüzsüzleşmektedirler.  

Hâlbuki dünyada akılcı ve bilimsel yaşamaya çalışan devletler, belirli dönemlerde uluslararası dünya ve bölgesel savaşlarının dışında, kendi içlerindeki çatışmalarda vermiş oldukları Şehit sayısı yok denecek kadar azdır.

Türkiye ve benzer ülkelerde ise, ilkel toplumlarda görüldüğü gibi her olayda sürekli maneviyatın temel alınması, her zaman çatışma, savaş ve Şehit vermek anlamına gelmektedir.

Bu yüzden her ne şekilde olursa olsun, şehit düşen aileler ve kişilerin onurları, sözde devletin birliği ve bütünlüğünü savunan politikacıların çıkarlarına alet edilmemelidir.

Çünkü daha düne kadar Fetullah Gülen gibilerine Şeyh Haziretleri deyip arkasından gidenlerin hepsi birlikte vatan, millet, din ve iman demogojisi yaparak o makamlara gelmişlerdir.

Bugün FETÖ’ye karşı görünüp, devleti ve vatanı en çok seviyorum deyip şehitlerin miraslarını sürekli dile getirenlerin, yarın FETÖ’cüler gibi yapmayacaklarının garantisini kim verebilir?

Bu tür tehlikelerin tamamen ortadan kalmasının tek çözümü, demokratik evrensel bir Anayasaya sahip olmaktan geçmektedir. Artık herkesin aşırı derece manevi hamaset duygulardan vazgeçip, daha çağdaş, rasyonel ve bilimsel düşünmesi gerekir.  Yoksa ateşin düşmediği aile kalmayacaktır.

Cemal  Zöngür

 
Toplam blog
: 56
: 1108
Kayıt tarihi
: 27.03.16
 
 

Eğitim: Yüksekokul, Meslek: Yönetim, İlgi Alanım: Tarih, Felsefe ve Sosyoloji üzerine araştırma. ..