- Kategori
- Deneme
Şehr-i kıyamet
Ey altın şaşkınlık, berrak toyluk, ey renginde eridiğim bahar!
Ey yeninin sabun kokan elleri, kiremit kırmızıları, süt ılıklığı!
Deyin, şimdi tortu tutan, katılıp kalan sizin çocuğunuz değil mi?
Ya siz, ey acı yeşil tarlalar, ya siz ham yemiş yüklü dallar,
Hiç mi ellerim değmedi size, hiç mi halleşmedik, hiç mi ağlaşmadık,
Yıldızlar vardı, seslerle birlikte dönenip dururdu onlar,
Beyaz ıslıklarla yeleleri kabaran atlarla geçerdim can acılarından
Ben sizin değil miyim, neden renklerinizi çektiniz benden
Kokularınızı haram kıldınız, neden eteklerinizi topladınız,
Yıldızların bir gün koca körlükleriyle boğazıma takılacağını nereden bilirdim
Ben nereden bilirdim ürpertmeyeceğini bir daha yağmurların
Göbeğimi kestiniz topraktan da
Bir taş üstünde unuttunuz beni aşkolsun size
Ah ayva ezdiğim dikensi taşlar da yok artık, ah serin çeşme taşklıkları da
Tadamıyorum elmada buruk şerbeti, yutkunduğum acıyla sersemledikçe
Uykum geliyor, uykum
Dokunduğum ne varsa kayıyor bilincimin altından
Nasıl da güzeldi oysa
Selamlaşmak gölgemle
Bulanık bir göldür şimdi kıyısında bulunduğum
Ah aşkolsun size yapraklar soluğum kadardınız siz
Nasıl ellerinizi çektiniz çamurlu ellerimden
Ah nasıl çırçıplak koydunuz dallarımı
Hangi kaynak verecek bana şimdi kaybettiğim kalp atışlarının muştusunu
Nerede o iksir kaldıracak kollarımdan
Ben sizin arkadaşınız değil miydim, ah nasıl olur
Hanımellerinin sırtı dönük, küstüm çiçekleri bilmiyor gün ışığını
Su ıslatmıyor kurak yolları artık ey varlığın kalbi
Adı nedir bu ruhumu saran çelik tülün
Ne de sabah tazeliyor çocuk saçlarımı
Ve akşam koca bir leş gibi düşüyor üstüne soluğumun
Ben sizin değil miydim ey kızaran güz bahçeleri
Yarım ay uyutmaz mıydı beni kanatlarla doğrulmaz mıydım ak düşlerimden
Nereye gitti can suyu yaşamak kudretinin
Bu taş çöl anladım yazgıdır bana artık