Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Şehvetin kollarında!

Şehvetin kollarında!
 

Adam eve yaklaştıkça heyecanı artıyordu. Güzel karısını düşünüyordu; onun şehvetli dudaklarını, kuğu gibi uzun, güzel boynunu, bir şelale akışkınlığına sahip gür ve dalgalı saçlarını, ince belini, biçimli kalçasını... Adımlarını hızlandırdı. Elindeki alışveriş torbaları yürüyüşünü yavaşlatıyordu ama buna karşılık karısına bir an önce kavuşup sarılma isteği de her adımda biraz daha hızlanmasına neden oluyordu. Ter içinde kalmıştı. Apartmanın kapısına geldiğinde parmağı her zamanki alışkanlıkla zile doğru gitti ama sonra hemen vazgeçti. Bu akşam sürpriz yapıp eve anahtarıyla girmeye karar verdi. Karısı şu anda evde yalnız olmalıydı. Aklından oğlan okuldan gelinceye kadar baş başa geçirecekleri zamanı geçirirken asansörün çağır düğmesine bastı. Alışveriş torbasının içindeki iç gıcıklayıcı nesneyi yoklayıp orada olup olmadığını tekrar kontrol etti.

Dairenin giriş kapısını sessizce açtı. “Keşke şu anda uyuyor olsa da onu öperek uyandırsam” diye geçirdi içinden. Ancak karısı anahtarın çıkardığı sesi duymuştu, içinden “hayrola, zile niçin basmadı ki?” deyip kapıya doğru yöneldi ve orada gülümseyen erkeğini gördü. Adam,
- “Merhaba bebeğim” deyip elindekileri uzattı. Kadın,
- “Hoşgeldin canım” diye karşılık verirken adamın elindeki torbaları alıp mutfak tezgâhının üzerine bıraktı. Adam aceleyle soyunmaya başladı. Ceketini, kravatını, gömleğini göz açıp kapayıncaya kadar çıkarmış, pantolonunu indirmek üzereydi. Kadın bir yandan alışveriş torbalarını boşaltırken yan gözle de erkeğini izliyordu. Onun hafif göbekli ama kaslı vücudunu, bir ayı kadar kıllı omuz başlarını ve sırtını görmekten bazen tiksinse de bu özelliklerin ona vahşi bir cazibe kazandırdığını düşünüyordu. Erkeğinin pantolonunu çıkarmasını izler ve torbaları boşaltırken, birden,
- “Aman Tanrım, bu ne iri, ne kadar kalın bir şey!” diye haykırdı.
Adam biraz şaşırmış ama aynı zamanda da kendisiyle gururlanmıştı. Önüne doğru bakıp haşin bir gülümseme fırlattı karısına. Ama; ama o da ne? Kadın torbadan mermer tezgâhın üzerine boşalttığı patlıcanları görünce atmıştı o çığlığı.
- “Yahu bunlar bostan patlıcanı, bundan kebaplık olmaz. Ben sana kemer patlıcanı alacaksın demedim mi” dedi kocasına, kızgın bir yüz ifadesiyle.
- “Yav ben ne anlarım bostanmış, bağmış, kemermiş, sen alsaydın ya bi koşu manava gidip” diye karşılık verdi adam.

Havası sönmüş, gurur, yerini hafiften öfkeye bırakmıştı. Ama karısına belli etmedi, fazla da üstünde durmadı. Soyunmuş bir tek külotla kalmıştı şimdi. Pijamalarını ayağına geçirmesi birkaç saniyelik işti ama dayanamadı. O vaziyette gidip karısına sarıldı. En çok da onun güzel dolgun dudaklarını özlemişti. Yaklaştığında kadın sahte bir nazla kendini geri çekip erkeğinin öpme isteğine direndi ama adam onu güçlü kollarıyla yakalayıp sarıldı. Kadın tam nazlanmayı bırakıp dudaklarını teslim etmişti ki, adam birden onu hızla itip geri çekildi:
- “Tüh! Ulan bu ne koku be kadın? Sizin sülale en son kaçıncı yüzyılda diş fırçaladı, leş gibi kokuyor dinine yandığım ağzın!” diye bağırdı. Kadın hem şaşırmış hem de utanmıştı.
- “Diş fırçası mı kaldı evde sanki. İki yıldır kullandığım, kılları dümdüz olmuş diş fırçamı hem diş temizliğinde hem de oğlanın spor ayakkabısını temizlemekte kullanmaktan bıktım artık” dedi kadın sitemle.
- “Tamam tamam anladık, sus” dedi adam, tatminsiz bir ifadeyle. “Ulan insan hiç değilse karanfil, maydanoz falan çiğner” diyerek sürdürdü söylenmeyi.
- "Sen önce kendine bak, ağzında dört mevsimin yiyeceklerinin aroması dolaşıyor" dedi kadın da...

Kadın, patlıcanlar kebaplığa uygun olmadığından akşam yemeğinde dünden kalan fasulyeyi ısıtmaya karar verdi. Onları da ertesi gün közleme yapardı. Bunları düşünürken erkeğinin sesi geldi yatak odasından.
- “Gel hele buraya gel!” diye çağırıyordu adam davetkar bir sesle. Kadın ister istemez uydu bu emre; alışıktı onun az önceki nezaketsiz davranışlarına.
- “Oğlan ne zaman geliyor okuldan” diye sordu adam. Şimdi yüzüne yine şehvetli bir ifade yerleşmişti.
- “On dakikası var” dedi kadın.
- “İyi o zaman; elimizi biraz çabuk tutarsak yetiştiririz” dedi aynı hain bakışla. Kadın sevinçle yatak odasına yönelirken cilveyle sordu:
- “Ne yetiştiriyormuşuz bakalım?”
- “Fazla konuşma da gel hele” dedi adam. Üzerindeki lekeleri uzaktan bile belli olan külotla yatağa uzanmış, ellerini yumruk yapıp başının altına koymuştu. Kadının heyecan veren bütün vücut salgıları harekete geçmişti. Elbisesini çıkarmadan erkeğinin karnı üzerine oturdu.
- “Söyle bakalım ne yetiştiriyormuşuz” diye tekrarladı, şuh bir edayla. Adam birden başının altına sakladığı ellerini çıkarıp avuçlarını açtı.
- “İşte bunu yemeyi!” dedi, her iki elindeki çokomelleri göstererek. Bu defa hayal kırıklığına uğrayan kadındı ama adamının avucunda kendisine uzattığı şeyler de fena sayılmazdı.
- “Acele edelim de oğlan gelmeden yiyip bitirelim şunları” dedi adam. “Bir türlü ağız tadıyla yedirmiyor velet, kendisine aldığımla yetinmiyor bizimkileri de yiyor her seferinde, ulan özlemişim valla” diye sürdürdü. Çokomelin ambalajlarını hızla ve iştahla soyup yediler. Birbirlerine de ikram ettiler oynaşarak.

Çokomellerini yedikten sonra adam salona, kadın ise mutfağa geçti. Kadın yemekleri ısıtırken oğlan okuldan geldi. Sofra kuruldu, yenildi, içildi, kalkıldı; kadın sofrayı toparladı. Adam televizyon koltuğuna geçip kanallar arasında gezindi durdu. Beş yıldır aynı diyaloglarla devam eden bir dizi film bulup seyretmeye başladı. Bir süre sonra kadın bulaşıkları yıkamaya koyulurken adam elinde uzaktan kumanda uyuklamaya başlamıştı bile. Mutfaktaki işlerini bitiren kadın uykusu gelen oğlunu yatağına yatırdı. Kendisi de yorulmuş, yatağı özlemişti. Arada bir hafiften horlayarak uyuklayan erkeğine baktı bir süre. "Uyku da ne güzel yakışıyor tosunuma!" diye geçirdi içinden. Yatma vakti gelmişti; ara sıra gözlerini açıp sonra yeniden uyuklamaya girişen erkeğini dürtükleyerek uyandırdı.
- “Gel hele biraz da yatakta sergile şu performansını” dedi adamı güç bela uyandırırken. Adam uykusunun bölünmesine kızgın, homurdanarak ayaklarını sürükleye sürükleye geçti yatağına, sırt üstü uzandı. Bir süre gözünü tavana dikip boş bakışlarla seyretti, çok geçmeden kaldığı yerden yeniden başladı uykuya. Kadın erkeğinin kendisine dokunmasını bekledi bir süre. Sonra umudunu kesip o da uyumaya çalıştı. Ağıllar dolusu koyun, ahırlar dolusu sığır falan saydı. Oradan bir hayvanat bahçesine geçip filleri, zürafaları, azgın boğaları, yaban atlarını düşündü. Patlıcanlar doğradı, iri havuçlar rendeledi, salatalıklar dilimledi hayalinde. Epey bir süre dönüp durduktan sonra nihayet uykunun kollarına teslim etti kendini.

Sabah ilk uyanan yine kadın oldu. Oğlanı giydirip kahvaltısını yaptırdı. Beslenme çantasını doldurdu, servise teslim etti. Sonra kocasını uyandırdı. Adam her zamanki gibi güçlükle kalktı yataktan. Uykulu gözlerle duş aldı, traş oldu, giyindi, sonra kahvaltı sofrasına oturdu. Ne yediğini bile anlayamayacak kadar uykusu vardı hâlâ.
- “Gece tam bir hayvandın” dedi, kadın kocasına manalı gözlerle bakarak. Adam mahçupca gülümsedi.
- “Kemiklerimi kırdın insafsız. İnsan biraz karşındaki insanı da düşünür” diye devam etti konuşmasına. Adam geceyi hatırlamaya çalıştı. Kâbuslar görmüştü, onlardan başka bir şey de hatırlamadı. Ama bozuntuya vermedi, belki de uykulu halde memmun etmişti eşini. Yine gururla gülümsedi.
- “O kadar yellendin ki, senden uzağa gidecem diye yataktan düştüm. Hâlâ kemiklerim sızlıyor, inşallah bir tarafım kırılmamıştır” dedi kadın. Adam şaşırmış ve bozulmuştu ama cevapladı yine de:
- “Ne yapayım, benim suçum mu? Dayıyorsun önümüze iki günde bir fasulyeyi, nohutu, ondan sonra da şişme bota dönüyor bağırsaklarım” dedi. Altta kalacak hali yoktu kadından.
- “Öküz gibi yerken hiç öyle demiyordun ama” diye yapıştırdı cevabı kadın.
- “Sus lan sus, sabah sabah moralimi bozma” deyip kesti adam.

Masadan kalktılar. Adam apar topar çıkarken seslendi kadın:
- “Unutma kemer patlıcan olacak, kemer! Hani incecik olur şöyle, seninki gibi!”
- “Ulan şimdi senin kemerinden dalıp bostanından çıkacam!” diye söylenerek asansörün çağır düğmesine bastı adam.

Şehvet dolu bir gün daha başlıyordu dünyada...

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..