Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Aralık '17

 
Kategori
Çevre Bilinci
 

Şeker Ninenin Bahçesi

Şeker Ninenin Bahçesi
 

Kimse asıl adını bilmez, hepimiz Şeker Nine derdik ona. Şeker gibi tatlı dilli, tatlı sözlüydü. Güler dururdu yüzü. Hiç somurttuğunu, bağırıp çağırdığını, kızdığını görmedik. Masallar anlatırdı biz çocuklara, güzel öğütler verirdi. Şeker dağıtırdı kapısına ya da evine  gelen çocuklara, konum komşuya.

Bahçeli evi çeşitli çiçeklerle, meyveli ağaçlarla doluydu. Yanındaki boş arsada top oynardık. Topumuz bahçesine kaçınca hiç kızmaz, almamıza izin verirdi. Topumuzu alırken meyvelerden tatmayı, çiçek koparmayı ihmal etmezdik.  Görmezlikten gelirdi. Kimi zaman da kendisi verir, cebimizi mevsimine göre erik, çağla, elmayla doldururdu. Koparıverdiği çiçekleri de evimize götürüp bir vazoya koymamızı, okula giderken de elimiz boş gitmeyerek öğretmenimize götürüvermemizi söylerdi.

            “Biz eskiden hep çiçek götürürdük öğretmenlerimize çocuklar” der, başını üzüntüyle sallar, “Şimdikiler ise taş atıyorlar. Devir değişti, hem de çok değişti. Yazık!” diye eklerdi.

            Okula giderken evinin önünden geçen çocukların eline bir çiçek buketi tutuşturur, bu çiçeği öğretmenlerine verenleri bisküvi, gofretle ödüllendirirdi...

            Hemen her türlü ağaç, çiçek ve meyve vardı ninemizin bahçesinde. Bir bakardınız; portakallar, mandalinalar gece feneri gibi sallanıyorlar, bir bakardınız; erikler, çağlalar ekşimsi gülüşlerle bizleri yanına çağırıyor. Kirazlar allanıp ballanıyor, hiç naz etmeden hemen mideye yollanıyordu. Güller açıldığında etrafa neşe saçılır, karanfiller yanık kokularıyla herkesi kendilerini koklamaya çağırırdı. Sümbüllerin moru ise ta öteden seçilirdi...

            Ninemiz hemen her gün ağaçları, çiçekleri sular, diplerini çapalardı. Yapayalnızdı evde. Akrabası falan da yoktu ki gelen olmazdı ziyaretine. Sadece konum komşu gelirdi ev oturmasına arada sırada. Bir de biz çocuklardık konukları. Çiçekleri ve ağaçları sularken bakar, kimi zaman da yardım ederdik. Sevinir, başımızı okşardı:

            “Siz de evinizin çiçekleri, fidanlarısınız işte böyle. Bakma ihtiyacınız var” derdi.

            Gülüşür, koşa koşa oynamaya giderdik.

                                               *********

            Günlerden bir gün Şeker Ninemizin bahçesinde kimseler görünmez oldu, ev ıssızlığa büründü. Çiçekler boynunu büktü, ağaçlar dünyaya küstü, renkler sarardı soldu. Ninemizin hastalandığını duyduk. Üzüntüden ne yapacağımızı bilemedik. İçimizden oyun oynamak gelmedi. Ha bugün görmeye gidelim, ha yarın ziyaret edelim de geçmiş olsun diyelim derken onun hastaneye kaldırıldığı ve orada öldüğünü haber aldık. Neye uğradığımızı şaşırdık. Değil hoplayıp zıplamak, içimizden yürümek bile gelmedi. Sanki tutuldu elimiz ayağımız, gitti canımız. Arpacı kumrusu gibi düşünmeye başladık. Ninemize ayıp olur diye gülmüyor, somurtup duruyorduk kıyıda köşede. Yüksek sesle konuşmuyor, fısıldaşıyorduk dertli dertli.

            Ninemiz sağken arayıp sormayan akrabaları eve doluştular, yalandan ağlayıp bağırıştılar, yas tuttular. Aradan bir ay geçti geçmedi, evin bir müteahhide verildiğini duyduk. Cin gözlü, şeytan bakışlı bu adam işe önce bahçedeki ağaçları kazdırmakla, çiçekleri söktürmekle başladı. Çok canımız yandı ama bir şey gelmedi elimizden olup bitenleri öfkeyle seyretmekten başka. Sanki kardeşlerimiz, arkadaşlarımız boğazlanıyordu. Kocaman ağaçları hiç acımadan deviriverdiler, söktükleri çiçekleri çöpe attılar. Şeker Nine bu durumu görseydi ellerini dizlerine vura vura, “Boyları bosları devrilesiceler!” diye ilenirdi...

            Ağaçların, çiçeklerin canlarına kıyan canavarlar, evi de yerle bir ettiler güle oynaya. Ninemizin içinde gezdiği, yatıp kalktığı odalar, yemek pişirdiği mutfak yıkılıp tozduman edildi. Giydiği giysiler, kullandığı eşyalar çoktan yağma edilmişti zaten. Evle bahçe de yoklara karıştı. Müteahhit bey ninemizin bahçesine bitişik arsayı da satın almış olacak ki, her ikisini de içine alan büyük bir temel atıldı ve çok geçmeden dev bir yapı yükselmeye başladı orada. İşçiler harıl harıl çalışıyorlar, müteahhit efendi özel arabasıyla yapılanları kontrol etmeye geliyor, altın dişlerini göstere göstere işçilere emirler yağdırıyordu. Kumlar karıldı, çimentolar boşaltıldı, üst katlara harçlar taşındı, duvarlara iskeleler kuruldu, yapının içi dışı boyandı. Kapıya “Satılık Lüks Daireler” diye bir levha asıldı. Borular, musluklar, çeşmeler hazır edildi. Kapılar, pencereler takıldı. Her şey tamam olunca apartman daireleri müşterilere gösterilmeye başlandı. Kimi alıcılar temelden para yatırmışlar zaten...

            Mirasçılar birer ikişer apartman dairesi kazanmışlardı ama sokağımız güneşini, kuş cıvıltılarını, yeşilini kaybetmişti. Koca yapı masallardaki öcü gibi dikilmişti önümüze. Güneşi göremiyorduk onun yüzünden. Gökyüzünün mavisi de yasaklanmıştı sanki. Kuşlar başka yerlere çekip gitmişlerdi. Kelebekler, arılar yok olmuş, çiçekler ölmüştü. Biz çocuklar nerede oynayacağımızı, ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi bilemeden şaşkın şaşkın dolaşıyorduk. Türkülerimiz susmuş, neşemiz, sevincimiz can evinden vurulmuştu. Güneş batıp akşam olunca koca yapının korkunç gölgesi yolumuzu kesen bir eşkiyaya dönüşüyordu. Geceleri oraya bakmaya korkuyordum. Üst kata taşınanların yaktığı ışıklar devlerin parıldayan gözlerine benziyordu...

            İşte böyle arkadaşlar. Şeker Ninemizin bahçesi, evi gitti, zehir, diken konduruldu yerine. Havamız bozuldu, ruhumuz karardı. İlerde büyüyünce siz de böyle küçülmeyin sakın, para hırsıyla kıymayın yeşilliklere, çiçeklere, mahvetmeyin doğamızı, yitirmeyin insanlığınızı.

 
Toplam blog
: 479
: 62
Kayıt tarihi
: 28.11.17
 
 

Emekli öğretmenim. Yazı ve şiirlerim 50 yıldır gazete ve dergilerde çıkar. 21 kitabım yayınlandı,..