Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mayıs '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sele deyip geçmeyin...

Sele deyip geçmeyin...
 

Çok oldu bu fenerin kuytusunda olta atmayalı…Mavi gökyüzü, mavi deniz, martılar, rüzgara karışıp, adamı vurgun yemişe döndüren ızgara balık, anason,iyot, yosun kokusu…

Cumartesi günü John Katzenbah'ın Profesör isimli romanını bitirdikten sonra (beş yüz sayfalık işkenceydi, gözümün önünden kalksın diye inat edip okudum, e niye aldın o zaman diye soracaksınız, indirimdeydi!)

balkona oturdum ne yapayım diye düşünüyorum, hava da güzel…

Yirmili yaşlarda; ne yapıp edip bir araba almak lazım, diye geçirirdim içimden şimdi spor olsun diye ciddi ciddi bisiklet almaya niyetleniyorum!

O zamanlar araba alacağıma bisiklet alsaydım?

Bugün balkonda; şu yaşına geldin hala araban yok,el alem uçakla geziyor diye kendime kızıyor olurdum herhalde…

İnsanoğlu bir garip!

Geçtiğimiz hafta bisiklet almaya gittim…Gençten bir arkadaş ilgilendi sağ olsun, halinden memnun, kiloları ile barışık bir adamın edasına büründüm, bahar ya, neşeliyimde; var mı beni taşıyacak velespit diye sordum çocuğa…

Çocuk kaç kilo olduğumu sordu, bisikletler de gömlekler gibi herhalde diye geçirdim içimden, kilomu söyleyeceğim, çıkarıp bisikletin XXL'nı verecek…

Hem spor yaptığımın hem de kilo verdiğimin altını çizmek için; " 109 kiloydum 103'e düştüm" dedim…

Başka bir genç daha geldi, ikisi onlarca bisiklet arasından üç tane model çıkardı.

Bisikletler tamam da, niyeyse üçünün de selelerini pek küçük ve sert yapmışlar, oturulacak gibi değil! O kadar para verdikten sonra süngerli müngerli, yumuşak bir şey olsun istiyor insan…

Madara olmamak için gençlerle, seleler hakkındaki düşünceleri mi paylaşmıyorum tabii…

Biri tuttu, elektrikli bisiklet önerdi!

Aldığımı düşünsenize…

" Spor yapıyor musun?"

" Evet."

" Ne yapıyorsun?"

" Elektrikli bisiklete biniyorum!"

O üç bisikletten birini alsam, ölçüleri verip seleyi özel yaptırsam!

"Sele" deyip geçmeyin önemli! İnsanla bisiklet arasında üç tane temas noktası var zaten; gidon, pedal, sele…Gidonu tutacaksın, pedala basacaksın, üçüncü temas noktası rahat değilse, hiç birinin kıymeti yok!

 

Yazdım mı bilmiyorum ama geçen sene kasım ayında, balık tutmaya gittiğimiz bir gece kayalıklardan düştüm…Düşmek ama ne düşmek! Vücudumda kanamayan bölge yok…Dağılmışım, üç kişi zor toparladı…Kaburgaları kırdım diye korktum, sabaha kadar uyumadım, neyse; niyeyse, faturayı balık malzemelerine kestim, gözüm gibi baktığım, dünyanın parasını verip aldığım, caanım makineleri, kamışları, arkadaşlara hediye ettim…

Kim sorarsa bıraktım balıkçılığı, kendimi edebiyata verdim!

Geçtiğimiz haftaya kadar pek ala idare ediyordum durumu ama dayanamadım takımı düzdüm, kaçak bir şey yapıyormuşum gibi de, gören olur, laf eder diye malzemeleri kilere sakladım…

Şimdi balkonda otururken o malzemeler geldi aklıma…Hazır yapacak bir şey yok, üşenmesem de izmarit takımı bağlasam, akşamüzeri balığa gitsem?

Zamanında ocakçılık, garsonluk yapmış adamım ya ben, soğuk sudan, köpüğü bol, şekerli bir Türk kahvesi yaptım, yanına Uludağ Premium madensuyu…

Nihayetinde fenerin kuytusundayım, kovamda sekiz izmarit, kenarımda benim izmaritleri araklamak için pusuya yatmış, kuyruksuz bir kedi var.

 

 
Toplam blog
: 1280
: 1114
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Deniz tutkunu.Amatör kıyı balıkçısı. Aynı Şarkı ve Ilık Havada Hoşça Kal adlı kitapların yazarı ..