Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Aralık '06

 
Kategori
Eğitim
 

Selvi öğretmen

Masanın üzerinde, bastırarak sigara söndürmekten kapkara olmuş bir kül tablası, bir de İlk öğretmen Okullarında İş Dersinde yaptırılan, piramide benzer, gürgenden yapılmış bir kalemlik vardı. Kalemlik, her tarafına dört kalem konulabilecek büyüklükte olup, üzerinde yatay vaziyette bir kurşun kalem duruyordu. Bunların dışında, üç tane de sandalye vardı odada. Burası bir köy ilkokulunun müdür odasıydı ve içerideki tüm malzeme, bir çelik masa, üç sandalye, bir kül tablası, bir kalemlik ve bir kurşun kalemden ibaretti.

Bu okula ikinci gelişimdi. Teftiş edeceğimiz sınıfları paylaşmaya başlayınca, ince, uzun boylu, esmer benizli Selvi Öğretmen yanıma gelerek, "Buyrun hocam, benim sınıfa gidelim", dedi. Bir öğretmenden böyle bir davet alınca, şaşırdım doğrusu. (Nasıl şaşırmazdım? Öğretmenlerin en az bir Günlük Planını çizen ve onların deyimiyle kıyasıya eleştiren ben, nasıl olur da bir sınıfa davet edilirdim?) Kısa bir süre durakladım ve bu arada kendimi toparladım. "Geçen sene sizi teftiş ettim. Bu nedenle, başka bir öğretmenin sınıfına girmek istiyorum", dedim seslice. Diğer müfettiş arkadaşlar benden kıdemli oldukları için, öğretmenleri onların paylaştırmalarını ve bana Selvi Öğretmen’i vermemelerini istiyordum. (Prensip olarak, bir öğretmeni iki sene üst üste teftiş etmemeye özen gösteriyordum. Çünkü, hemen her teftişte, her öğretmenden aynı şeyleri istiyordum. Onlar da yapmıyor, eski bildiklerini okumaya devam ediyorlardı. Bense, amaçların gerçekleşme derecesinin tespitinden çok, "değişmelerini", başka bir deyimle "gelişmelerini" istiyordum. Bu nedenle, teftişin "süreç" boyutuna önem veriyordum. İkinci kez, sınıflarına girdiğim öğretmenlere, "Geçen sene nasıl plan yapacağınızı gösterdim. Neden yapmadınız?" deyince, gayet rahat bir şekilde, "Hocam her sene gelen müfettişler değişir. Bu sene grubunuz değişecek diye, planlarımızı eskisi gibi yaptık. Oysa siz bu sene de geldiniz. Bu sene de sizin geleceğinizi nereden bilelim?" diyorlardı. Ben de -bu nedenle- kızmaya devam ediyordum. İşte öğretmenlere kızmamak için, bir öğretmeni bir defa teftiş etmek istiyordum.) Söylediklerimi müfettiş arkadaşlar duydular fakat daha bir şey diyemeden, Selvi Öğretmen onların yanına gitti ve sessizce bir şeyler söyledi. Ben kapının yanındaydım, onlar iç taraftaydı. Bu nedenle ne söylediğini duyamadım. Beş, on saniye sonra, iki müfettiş, iki öğretmenle birlikte müdür odasından çıkıp sınıflara gitti. Müdür odasında ikimiz kalmıştık. Selvi Öğretmen, diğer müfettişlerle gitsin, diye ayak sürüdüm, önceleri. Olmadı. Sizi geçen sene teftiş ettim, dedim. Yine, olmadı. Sınıfına gitsin, diye beklemeye başladım. O da beklemeye başladı. Yarım dakika -kadar- sonra, içeride, durduğu masanın yanından birdenbire yanıma gelerek, aniden sağ bileğimi tuttu ve çatık kaşlı, sert bir ifadeyle, "Olmaz hocam, geçen yıl dediklerinizin tümünü yaptım. Sınıfıma gelip, yaptıklarımı göreceksiniz!" dedi. Şaşırmıştım. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Bilmeme de gerek kalmadan O, bileğimi bırakmadan müdür odasının kapısından dışarı çıkardı ve dersliğin önünden geçirerek, sol elimde çantayla -elinden tutulmuş çocuklar gibi- sınıfının kapısına kadar götürdü. (Umarım, kimse beni bu halde görmemiştir.) Kapının önünde durdu ve bileğimi bırakarak, "Buyrun hocam" dedi. Geri dönemezdim. İçeri girmekten başka seçeneğim kalmamıştı. Ben de öyle yaptım. Çocukları selamladım ve masaya geçtim. Sandalyeye oturdum. Selvi Hanım, dersi sunucu konuşmalar yaptı. Defterlerini açtı. Derse devam etmesini söyledim. Planlarını inceledim. Gerçekten geçen seneki dediklerimi yapmıştı. Biraz da dersi dinledim. Derken teneffüs oldu ve çocukları dışarı çıkardık. Planlar üzerinde konuştuk yine. İşte böyle plan yapmaya devam edeceksiniz, dedim. Eleştirmedim, takdir ettim. Bunların dışında, başka nelerin, nasıl yapılacağını planlar üzerinde anlattım yine.

Bir müfettişi, kolundan tutarak sınıfa kadar getirmenin nedenini az düşünmedim doğrusu. Fakat, yeterli bir gerekçe de bulamadım. Bu olayın, benden kaynaklanabilecek nedenlerini araştırmaya başladım. Bu nedenle, geçen seneki teftiş sırasında geçen olayları hatırlamaya çalıştım: O günlerde, mesleğe yeni başlamıştım. Selvi Hanımın okulu, ilk teftiş yaptığım okullardan biriydi. Mesleki heyecanım fazlaydı herhalde. Sınıfları grup başkanım dağıttı sanırım. Beni de Selvi Hanımın sınıfına verdiler. Sınıf, ilk bakışta göz dolduruyordu. Tüm duvarlar, öğrencilerin yaptığı çalışmalarla donatılmıştı.

Bunlar, bir öğretmen için artı puan demekti. Öğretmen masasına geçtikten sonra, Selvi Hanımın dersine devam etmesini söylemiştim. O derse devam ederken, ben de planları inceledim. Teneffüs olunca çocuklar dışarı çıktılar. Biz de planlar üzerinde konuşmaya başladık. O günkü Günlük Planı kelime kelime okumuş, kırmızı kalemle satırları çizmiş ve "Böyle olmayacak, böyle olmaz!" demiştim. Selvi Hanım, "Peki nasıl olacak?" deyince, nasıl olacağını anlatmış ve bizzat göstermiştim. Ayrıca, ilgili kaynaklardan bahsetmiş ve orada örnek planlar var; onlara göre yapacaksınız, demiştim. Bunların dışında, her dersin sonunda mutlaka, beş on dakikalık bir "değerlendirme" yapacaksınız. Bu değerlendirme, sizin amaçlara ne derece ulaştığınızı gösterecek, demiştim. Değerlendirme sonuçlarının sizi yanıltmaması için de mutlaka yazılı yapmalısınız, diye eklemiştim. Günlük Plan incelemesi bitince, defterin sayfasında kırmızı çizgisiz yer kalmamıştı adeta. Planları bitirdikten sonra, duvarlardaki resim, yazı ve levhaları incelemiştik birlikte. Benzer eleştirileri bunlara da yöneltmiştim.

Eleştirilerim karşısında, Selvi Öğretmen’in çok kızdığı, yüz hatlarından belli oluyordu. Fakat, eleştirilerim karşısında hiç savunmaya geçmemiş, sadece, "Nasıl olacak hocam?" demişti. Teftiş yaparken, işe klasik sorularla başlamış, cevap aldıkça düzeyi yükseltmiş, böylece çocukların seviyesini anlamaya çalışmıştım. Teftişte düzeyi gittikçe yükseltmek, bir öğretmene yeterince ızdırap verir. Bu nedenle, üçüncü bir ızdırap daha yaşıyordu Selvi Hanım. Biliyorsunuz birinci ızdırabı planları, ikinci ızdırabı ise, duvara asılan resim, yazı ve levhaları incelerken yaşamıştı. Teftiş bitince, çocukların "Güle güle öğretmenim", sesleri arasında okuldan ayrıldığımda, Selvi Hanım’ın çocuklara nasıl davrandığını düşündüm bir an. Doğrusu o çocukların yerinde olmak istemezdim.

Öğretmenlerin korkulu rüyası, yıl sonunda "hizmetiçi eğitim kurslarına" gönderilmekti. Yeni mezun (stajyer) olan, "yetersiz" ve "orta" rapor alan öğretmenlerin tümü, ilçelerdeki Yatılı Bölge İlköğretim Okullarında açılan hizmetiçi eğitim kurslarına gönderiliyordu. Öğretmenlere, en çok acıyı, kurslara gönderilmek değil de, tatilin iki haftasının kursta geçmesi veriyordu. Ayrıca, kurslara zorunlu gönderilmek, diğer öğretmenler ve çevre arasında alay konusu oluyordu. Bu nedenle öğretmenler, "orta" ya da "yetersiz" rapor almayı cezalandırma olarak algılıyordu.

Öğretim yılı sonuna doğru, Selvi Hanım’la karşılaştık Millî Eğitimde. "Hocam, kursa gitmek değil de, yazın buralarda kalmak istemiyoruz", dedi, çekinerek. Yani kolay değildi "Hocam bana ‘orta’ rapor verme" demek. Teftiş raporlarının ellerine ulaşıp ulaşmadığını sordum. Ulaşmadı, dediler. O yıl, dairedeki işlerin çok sıkışık olması nedeniyle, raporların gönderilmesi gecikmiş. Teftişte, kaç puan verildiğini bilmediği için böyle bir yola başvuruyordu Selvi Hanım. Yoksa, teftişten yüksek puan istemiyordu. Kursa gönderilen öğretmenleri bizim belirlemediğimizi söyledim. Teftişte aldığı puanı ise, söylememekte ısrarlıydım. Selvi Hanımın ısrarlı çabaları karşısında gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Çünkü, seksenin üzerinde bir puan takdiri yapmış, eleştirilerim oranında puan kırmamıştım. Dolayısıyla, Selvi Hanımın, ince diplomasi uygulamasına gerek yoktu. Sana yüksek puan verdim, seni kursa göndermezler, diyemezdim. Ya gönderirlerse? Ayrıca ben, herkesin kursa gitmesini istiyordum, o zamanlar.

Başarılı öğretmenleri aylıkla (maaşla) ödüllendirmenin, amaçlara ne derece hizmet ettiğini bilemiyorum ama, ödüllendirilen öğretmenleri güdülediği, çalışmaya yönelttiği kesindi. Hani bu arada, yer yer, objektif davranılmadığı, amaç dışı kullanıldığı, suistimal edildiği de olmuyor değildi. Aylıkla ödüllendirmede, ölçütler öylesine düşmüştü ki, bırakın olağanüstü çabayı, dersiçi çalışmaları yeterli görmeye başlamıştık. Meslekte üçüncü yılımdı. Hem bölgemiz, hem grubumuz değişmişti. Başka ilçelere bakıyorduk artık. Yine bir gün Millî Eğitimde, ilçelere gitmek için beklerken, Selvi Hanım’la karşılaştık. Belki çay da içtik. Hatırlamıyorum. Ayaküstü konuştuk. O, konuşmak istiyordu, bense gitmek. Çünkü zamanım yoktu. İlçeye gidecektim. Belki oradan da köye. Büyük bir sıkılganlık içinde, "Özür dilerim, hocam", dedi. Bana karşı olumsuz bir davranışta bulunmadınız ki özür dileyesiniz, dedim. "Hayır bulundum hocam. Hakkınızda çok kötü şeyler söyledim, kendini beğenmiş, dedim. Hatta küfrettim", dedi. Olsun, bunları her öğretmen söyler, dedim. "Ama ben, çok daha kötü şeyler söyledim", dedi. O zaman, "Biliyorum", dedim. "Nereden biliyorsunuz?", dedi. "Tahmin ettim. Çünkü eleştirdiğim her öğretmen benzer şeyleri söylüyor içinden", dedim. "Ayrıca, bunları bana birinin söylemesine gerek yok.

Çünkü ben de İlkokul Öğretmenliği yaptım ve teftiş geçirdim", dedim. "Olsun, ben yine de özür diliyorum", dedi ve ayrıldık. Onlar yollarına gitti, ben yoluma gittim.

Selvi Hanım’ın büyük ölçüde rahatladığı, fakat söylemek istediklerinin tümünü söyleyemediği anlaşılıyordu. Bundan sonrasını söylemese de olurdu. Çünkü içindeki esas sıkıntıyı atmıştı. Selvi Hanım, merkez köylerinin birinde çalışıyordu. Ulaşım sorunları yoktu. Dolayısıyla her zaman karşılaşabilirdik. Zaten karşılaşıyorduk da. Üçüncü yılımda, Selvi Hanım’ı, sınıf arkadaşlarımdan biri teftiş etmiş. Dairede otururken söyledi. Selvi Hanım sizi sordu, "Aynı okuldan, hatta aynı sınıftan mı mezunsunuz hocam, dedi", dedi. "Nereden anladınız?" dediğimde, "O da aynı şeyleri istedi, aynı sizin gibi teftiş yaptı da dedi", dedi. "Sınıf arkadaşımdır", cevabını alınca, tahmininde yanılmadığını söylemiş Selvi Hanım.

Konu Selvi Hanım olunca, Selvi Hanım hakkında konuşmaya başladık arkadaşımla. Bu yıl da planları istediğimiz şekilde yapmış. "Bölgemizdeki en yüksek puan verdiğim öğretmenlerden biri, belki de birincisi", dedi. Doksan civarında bir puan verdiğini söyledi. Ben, doksan beş civarında bir puan vermiştim. Bu puanın, beş puan kadarı teşvik içindi. Müfettiş arkadaşıma, Selvi Hanımın, benim çabalarım sonucu, bu duruma geldiğini söylemeyi de ihmal etmedim tabi. Sıra, Selvi Hanımın benden özür dilemesini gerektiren konuya gelmişti. Selvi Hanımın, geçen yıl bölgede en yüksek puan alan öğretmen olduğunu ve bu nedenle "yılın öğretmeni" seçilerek "aylıkla ödüllendirildiği"ni, söyledi. Bu sene de en başarılı öğretmen seçilebilir, dedi. Bölgede bulunan yüzlerce öğretmen içerisinden yılın öğretmeni seçilmek, aylıkla ödüllendirilmek, üstelik bu işi kılı kırk yaran iki müfettişten "çokiyi" rapor alarak başarmak, tabi ki Selvi Hanım için bir övünç meselesiydi. Bu duruma gelmesinde, herhalde emeğim olduğu için, hem haz, hem de elem duyuyordu. Duyduğu haz, duyduğu mutluluk, acısını, sıkıntısını bastırmaya yetmiyordu. İşte bu nedenle olsa gerek, bir taraftan özür diliyor, diğer taraftan ise teşekkür etmek istiyordu. Ama teşekkür etmeye zaman darlığı nedeniyle, fırsat bulamamıştı.

Kısa bir süre sonra, yine bu günlerde Millî Eğitimde karşılaştık Selvi Hanım’la. Teşekkür etti. Sıkıntısını da, mutluluğunu da, özürünü de, teşekkürünü de rahatça dile getirdi. Artık rahatlamıştı. Gülüyordu. Yüzünde en ufak bir gerilim ifadesi yoktu. Diğer yıllarda geçirdiği teftişlerden, aldığı puanlardan söz etti. Hocam, bize ne yapacağımızı göstermediler, dedi. Selvi Hanım’ın haklılık payı vardı belki ama, ya mesleki rehberlik yaptıklarımıza ne demeli? Niçin onlar bizim kolumuzdan tutup, "Hocam geçen yıl söylediklerinizin tümünü yaptım, gelin görün!" diyerek, sınıflarına götürmedi? Yok Selvi Hanım, yok. Bu işte bir başarı varsa -eğer- o da size ait. Biz sadece aracıyız.

"Hocam, kırmızı kalemle çizdiğiniz plan defterimin o sayfası var ya, onu ömrüm boyunca saklayacağım; hayatımın en değerli armağanıdır", diyerek sözlerini noktaladı Selvi Hanım. Adana’ya geldikten sonra, TRT GAP’ta o köyü ve köyde yapılan bir düğünü seyrettim. Çok heyecanlandım, çok duygulandım. O günleri yaşadım, yeniden. Sanki orada ben de vardım.

Selam sana Selvi Öğretmen! Öğrencilerin çok şanslılar...

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..