Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Kasım '12

 
Kategori
Edebiyat
 

Şemsi tebrizi-2- Bir garip çoban

Şemsi tebrizi-2- Bir garip çoban
 

Şemsi Tebrizi’nin yönü artık belli olmuştu. Bütün yollar onu Konya’ya,“Bir sohbetine başım feda olsun “ dediği Mevlâna’ya bağlıyordu.

...

Anadolu’nun yolu da, tozu da tükenmez derler. Şemsi Tebrizi günlerdir yollardaydı. Ara sıra, bir iki günlüğüne mola verdiği kervansaraylar olmasa yirmi dört saati yolculuk halinde geçiyor denilebilirdi. Yorgunluğu falan çoktan boşvermişti. Hedefine kilitlenmişti ya bir defa, başka hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. Yolundan alıkoyarlar diye pek kimseyle görüşmüyor, halinde bir başkalık sezenleri uygun bir cevapla sorduğuna soracağına pişman ediyordu.  Öyle ya, içindeki eşsiz cevherin farkına varanlar hemencecik eteğine yapışıyor, kalıp sohbet etmesi için elinden geleni ardına koymuyorlardı.

Bugün yine sabahtan beri yürümüştü. Uçsuz bucaksız İç Anadolu stepleri biteviye uzanıp gidiyor, insana sonsuzmuş hissini veriyordu. Tam küçük bir dere kenarında mola verecekti ki uzaklardan gelen yanık bir kaval sesi geldi kulağına. Ses o kadar etkileyiciydi ki Şemsi Tebrizi adımlarını sıklaştırdı. Kendi kendine:

-Belli ki içinden yanık fukara..

diye mırıldandı kendi kendine

-Kaval inim inim inliyor sanki..

Yaklaştıkça ses bir daha yanıklaştı, iniltisi bir daha belirginleşti. Şems’in yüreği kıpır kıpırdı şimdi. Aynı kaval gibi yanıklaşmış, onun gibi inildemeye başlamıştı. Tıpkı çok uzaklardaki dostunun “ ney “ için söylediklerini dillendiriyor gibiydi:

Dinle neyden, bak neleri anar / Ayrılıklardan dert yanar

Derken birden sustu kaval. Durgun suya atılan ince bir taş gibi iniltili melodileri esen yele karıştı ve uzaklara, çok uzaklara doğru yayıldı gitti.

Kavalın sahibi genç bir çobandı. Şems’in kendisine doğru geldiğini görünce kavalı üflemeyi bırakıp merakla dervişi izlemeye başlamıştı. Aslında yabancılara karşı pek haşin olan Kangal cinsi köpeği de son derece sakindi şimdi. Sanki gelenin herhangi biri olmadığını anlamış gibiydi.

Şems çobana birkaç adım kala durdu. Selam verdi. Çoban selama karşılık verdi ve ne yapacağını şaşırmış gibi bir süre olduğu yerde kalakaldı. Neden sonra yerinden fırlayıp bir koyun postu kaptı ve yere yayarak:

-Buyur derviş baba, otur..

dedi mahçup bir tebessümle.

-Kusura bakma. Çobanlığıma say.

Şems’e kalsa oracıkta, çimenlerin çökecekti ama çobanı üzmemek için yere yayılan postun üzerine oturdu.,

-Allah razı olsun kardeş,

diye dua etti

-Bu bile çok bize. Gam çekme sen..

Çoban öylece durmuş Şems’in yüzüne bakıyordu. Bu yüzde bir başkalık olduğunu ta uzaklardan sezmişti. Belki de uzun bir süredir aradığı insan buydu. Daha önce birçok kimse misafiri olmuştu ama hiçbirisi buna benzemiyordu. Ne diyeceğini, nasıl diyeceğini bilemiyordu ama bir yerden başlamaya karar verdi:

-Uzaklardan mı geliyorsun derviş baba?

diye soruverdi. Şems uzaklara dalıp gitmişti:

-Uzaklardan..

diye mırıldandı dalgın dalgın

-Çok uzaklardan..Altmış yıllık bir yoldan geliyorum.

Garip Çoban hiçbirşey anlamamıştı ama birden Şems’in aç olabileceğini hatırladı. Hızla yerinden kalktı ve erzak torbasının yanına gitti. Kısa bir süre sonra nesi var nesi yok Şems’in önüne dökmüştü.

-Bağışla  derviş baba,

dedi yine mahçup mahçup

-Soğuk ayran ve çökelekten başka bir şeyim yok. Biraz da ekmek işte...

-Daha ne olsun,

diye konuştu Şems

-Yüreğin var ya. O her şeye yeter de artar bile..

Garip Çoban birden sarsıla sarsıla, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Koca adam bir çocuk gibiydi şimdi. Gözlerinden sicim gibi yaş boşanıyordu. Şems uzun bir süre karışmadı, sakinleşmesini bekledi. Hıçkırıkları kesilir kesilmez elini omuzuna attı:

-Gel ekmeği birlikte yiyelim,

dedi

-Bir yandan da konuşuruz.

Ve çoban anlatmaya başladı. Yıllardır bir kor gibi yanan yüreğinden söz ediyordu. Sözlerinin bir yerinde:

-Şimdiye kadar bunları kimseye anlatmadım derviş baba..

diye itiraf etti.

-Çünkü hiçbirinde yüreğimi tutuşturacak o kıvılcımı göremedim. Fakat seni görünce, aradığımı buldum dedim kendi kendime. İşte aradığın kıvılcım garip çoban..Yan yanabildiğin kadar..

Şems hoş bir tebessümle çobanın yüzüne baktı. Garip Çoban sarsıldı birden. Derin bir cezbeye kapılıp kendini kaybeder gibi oldu.

-Dinle beni kardeş, diye araya girdi Şems. Çoban derin bir rüyadan uyanır gibi silkinip kendine geldi.

-Daha uzaktan, kavalın sesini duyar duyar duymaz anlamıştım. Zira yüreğinden kor gibi yanmayan kavalı böyle konuşturamaz. Ne mutlu sana ki, o aleti üflerken sanki bütün yeri göğü dillendiriyor gibisin. Yüreğinle çalıyorsun sen. Yüreğini konuşturuyorsun. Kıvılcım aramana gerek yok ki. Senin çerağın çoktan tutuşmuş haberin yok.

 Şems bir an susup çobanın yüzüne baktı. Derin bir vecd içinde kendisini dinliyordu.

-Bununla birlikte aşıklar yolu dikenli, uzun ince bir yoldur. Nice nice tuzaklarla doludur.

Ve Şems uzun uzun anlattı. Belki de şimdiye kadar çok az kimseye açtığı Hak sırlarından söz etti. Buzları çatlatan bir kardelen çiçeği gibi bozkırın bağrından çıkan bu cevhere ne bildiyse nakletti.

Güneş yavaş yavaş batı ufkunda alçalırken Şems yola çıkma vaktinin gelip de geçtiğine karar vermişti. Birlikte dere kenarına inip abdest tazelediler. Sonra Şems imam oldu ikindi namazını kıldılar. Şems yola düzülmeden önce:

- Ardımdan son bir kez daha kaval çalar mısın kardeş?

diye sordu. Çobanın gözleri dolmuştu. Titrek bir sesle:

-Nasıl çalmam derviş baba? Var sağlıcakla git. Bu garip çobanı da hatırından çıkarma.

Garip Çoban Şems dereyi geçene kadar çalmaya devam etti. Sonra birden aklına bir şey gelmiş gibi duraladı. Kavalı bırakıp Şems’in arkasından koşmaya başladı. Şems kavalın sustuğunu görünce arkasına baktı. Bir de ne görsün? Garip Çoban derenin üzerinden uçarcasına kendisine doğru gelmiyor mu? Aynen bir çimenlikte koşuyormuş gibi adımlıyordu dereyi..Su üstünde yürüyor ama suya batmıyordu. Bir solukta Şems’in yanına gelip:

-Şu meseleyi anlamadım derviş baba, diye inledi.

-Son bir defa daha anlatır mısın?

Bir yandan da Şems’in ellerine sarılmış, öpmeye çalışıyordu. Şems ellerini kurtarıp, iki omuzundan tutup çobanı kaldırdı ve  ta gözlerinin içine bakarak:

-Senin hiçbir şeye ihtiyacın yok kardeş...

dedi gülümseyerek...

-Çerağ sensin artık. Tutuşmak için nice yürek seni bekliyor. Bugüne kadar yanıp durdun.Şimdi var git, yak yakabildiğin kadar...

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..